SINIF BİLİNCİ

~ 17.08.2011, Yeni Yaklaşımlar ~
(Alm. Klassenbewusstsein; Fr. Conscience de classe; İng. Class Consciousness) 
Sınıf kavramıyla ilgili tartışmalarda en zorlu başlıklardan birini sınıf bilinci konusu oluşturmaktadır. Hem kuramsal çözümleme çabalarının belirli bir noktada tıkanması, hem de güncel siyasal mücadelelerin yoğun etkisi altında olması da söz konusu zorluğu artırmaktadır. Üstelik sadece sınıf bilincinin ne olduğu değil, aynı zamanda bu bilincin niteliği, içeriği ve oluşumu da oldukça tartışmalı bir geçmişe sahiptir. Bu nedenle, sınıf kavramına paralel olarak, sınıf bilinci kavramı da Marksist yazında oldukça hacimli bir yere sahiptir.
En genel anlamıyla düşünüldüğünde, sınıf bilinci, üretim ilişkileri içerisindeki nesnel konumu nedeniyle bir sınıf oluşturan bireylerin, kendi sınıf çıkarlarının gerektirdiği yönde hareket etmesini sağlayan bir bilinçlilik biçimini ifade etmektedir. Yani sınıf bilinci kavramı, sınıfın nesnel konumu ile öznel karakteri arasındaki ilişkiyle yakından ilgilidir. Marx için bir toplumsal grubun sınıf olarak tanımlanabilmesi için gerekli olan nesnel koşullar, sınıf oluşumunun zorunlu ilk basamağı olmakla birlikte, kapitalizme karşı mücadele açısından yeterli değildir. Marx’ın “kendinde sınıf” ve “kendisi için sınıf” kavramlarıyla yapmaya çalıştığı ayrım da, toplumsal bir özne olan işçi sınıfının, siyasal bir özne haline gelmesi sürecini dile getirmektedir.
Fakat “kendinde sınıf” ve “kendisi için sınıf” ayrımı, kimi önemli uyarılarla birlikte düşünülmelidir. Her şeyden önce, Marx’ın özgün eserlerinde, söz konusu ayrımın kategorik değil, analitik bir ayrım olarak ele alındığını, başka bir anlatımla, birbirine dışsal iki aşamayı değil, tek bir sürecin farklı uğraklarını ifade ettiğini söyleyebiliriz. Dahası, “kendinde sınıf” uğrağı, sınıfın gerçek anlamda var olmadığı ontolojik bir yokluk anlamına da gelmemektedir. Dolayısıyla, “kendisi için sınıf” uğrağına ulaşana kadar, nesnel olarak sınıftan söz edilemeyeceği şeklindeki yaklaşımlar temelsizdir. Üçüncü uyarı ise, “kendinde sınıf” uğrağı ile “kendisi için sınıf” uğrağı arasındaki oluşum sürecinin mutlak ve  kronolojik bir gelişim çizgisi biçiminde görülmemesi yönündedir. Bu anlamda, “kendisi için sınıf” uğrağı geri dönüşü mümkün olmayan bir son olmadığı gibi, oluşum süreci de tarihsel ve toplumsal koşullara bağlı olarak hayli karmaşık biçimler almaktadır. Son olarak, “kendisi için sınıf” kavramıyla ifade edilen gelişim uğrağı, sınıflı toplumlara dair kuramsal bilginin üst düzeyde edinimiyle de karıştırılmamalıdır.
Marx’ın ardından konuyla ilgili tartışmaları muazzam ölçüde genişleten kişi Lenin olmuştur. Geliştirdiği öncülük kuramının temel taşlarından biri olarak “dışarıdan bilinç” kavramını vurgulayan Lenin, işçi sınıfını iktidara taşıyacak bilincin, sınıfın kendi gündelik pratiklerinden doğmayacağını, ancak işçi sınıfının öncü partisi tarafından dışarıdan getirilebileceğini belirterek, sınıf ile sınıf bilinci arasındaki ilişkiyi farklı bir düzleme taşımıştır. Kimi zaman Marksist yazında da görülebilen, kapitalizmin maddi gelişimi ilerledikçe işçi sınıfının kendi sınıfsal çıkarlarının farkına varacağı biçimindeki kendiliğindenci beklentiyi şiddetle reddeden Lenin, sınıf bilincinin oluşumu sürecine siyasal iradenin ve öncülüğün müdahalelerini katmıştır. İşçi sınıfının gündelik pratikleri yoluyla üretebileceği bilinci “ekonomik bilinç” olarak tanımlayan Lenin, buna karşıt olarak öncü parti tarafından sınıfa “dışarıdan” getirilecek bilinci de “siyasal bilinç” olarak kavramsallaştırmıştır.
Ancak, Lenin’in önerdiği “ekonomik bilinç” ve “siyasal bilinç” kavramlarının, kapitalizmin gelişimi süresince kazandığı yeni özellikler dikkate alındığında, göründüğü kadar açıklayıcı olmadığını söylemek mümkündür. Öncelikle, bu kavramlarla anlatılan bir model, sınıfın ekonomik mücadeleleri ile siyasal mücadeleleri arasında bir mutlak kopuşu varsaymaktadır. Daha soyut bir düzeyde, söz konusu ayrımın, sınıfın nesnel varlığı ile sınıf mücadelesi arasında kategorik bir ayrımı ima ettiğini söyleyebiliriz. Oysa sınıf mücadeleleri, sınıfın “kendisi için sınıf” ya da “siyasal bilinç” uğraklarına ait bir olgu olmayıp, sınıf tanımının başat unsurlarından biridir. Bir başka deyişle, sınıf mücadelesi, sınıfa dışsal bir olgu değil, sınıfın varoluş biçimidir. Dolayısıyla, bir süreç ve ilişki olarak sınıf kavrayışı, sınıf bilincinin oluşumu sürecinin mekanik bir dışsallık ya da iki düzey arasında bir boşluk olarak düşünülmesiyle uyuşmamaktadır. Ayrıca, “ekonomik bilinç” ve “siyasal bilinç” kavramları, ikisi arasındaki özel geçişleri, kırılma noktalarını, dönüşümleri, süreklilikleri ve kopuşları dikkate almayı imkânsızlaştıracak ölçüde geniş bir aralığa oturmaktadır.
Açıklanması gereken noktalar “dışarıdan bilinç” kavramıyla ilgili olarak da karşımıza çıkmaktadır. Lenin’in de zaman zaman müdahale etmek zorunda kaldığı kimi mekanik ve kaba yaklaşımlar, söz konusu tamlamadaki “dışarıdanlık” vurgusunu geometrik bir alan paylaşımı biçiminde ele almakta ve kavramın içeriğini salt “işçi olmamak” gibi basit bir düzeye indirgemektedir. Daha açık bir deyişle, “dışarıdan” sözcüğüyle ifade edilen olgu, işçi sınıfının bir üyesi olmayan, bu anlamda sınıfın “dışında” olan devrimcileri ifade eder gibi algılanmaktadır. Oysa Lenin’de dışarıda olan, bilinci taşıyan devrimciler değil, deyim yerindeyse bilincin bizzat kendisidir. Bu durumda, dışarıdan gelecek olan işçi sınıfının kendi gündelik pratikleri ile erişemediği sınıf bilincini, dışarısı ise işçi ile işveren arasındaki ilişkilerin kurulduğu alanın ötesini anlatmaktadır. Bundan ayrı olarak, devrimci kadroların sınıfsal kökeni tartışması, öncülük kuramı açısından gereksiz ve geçersizdir.
Ancak “dışarıdan bilinç” kavramı, tamlamanın ikinci yarısı açısından da dikkatle ele alınmalıdır. İlk olarak, söz konusu bilincin, maddi gerçekliğin insan zihnine dolaysız yansıması biçiminde anlaşılması doğru değildir. Toplumsal varlığın bilinci belirlemesi biçimindeki Marksist önerme, doğrudan bir yansıma ilişkisi olarak değil, diyalektik bir dolayım ilişkisi olarak düşünülmelidir. Bu anlamda, nesnelliğin bilinci belirlemesi toplumsal hareketlilik dolayımıyla gerçekleşir. Buradaki incelik, Marksist kuramın yöntemsel karakterinden kaynaklanmaktadır. Zira Marx’a göre, maddi gerçeklik ya da nesnellik kendisini açıkça ortaya koymayan ve dış görüngüsü ile algılanması mümkün olmayan karmaşık bir bütünlüktür. Biçimin ardındaki özü yakalamak için, ilişkileri ve çelişkileri ile karmaşık bir bütünlük oluşturan nesnelliği kendi tarihsel hareketi içerisinde çözümlemek gerekir. Dolayısıyla, bilinç, bir kez daha, maddi gerçekliğin toplumsal hareketlilik dolayımıyla belirlediği bir olguyu ifade eder.
O halde, sınıf bilincinin oluşumunun ilk koşulu, salt herhangi bir sınıfa ait olmak değil, o sınıfa özgü bir toplumsal hareketliliğin içerisinde olmaktır. İşçi sınıfının önce bilinçleneceği, ardından mücadeleye girişeceği biçimindeki yaygın kanıya karşın, bilinç olmadan mücadele istisna değil, neredeyse kuraldır. Bilinç ise girişilen mücadelenin gelişimi içerisinde oluşabilecek bir olgudur. Kuşkusuz, mücadelenin biçimi, direnci, süresi, sıklığı ya da şiddeti gibi etkenler, sınıf bilincinin oluşumu sürecini belirlemektedir.
Bu noktada ele alınması gereken bir başka kavram da, oluşum kavramıdır. Dikkat edilirse, sınıf bilincinin belirgin bir biçimde oluşum süreci ile ilişkilendirilerek tartışıldığı açıktır. Marx, sınıfın “kendinde sınıf” uğrağından “kendisi için sınıf” uğrağına erişmesini, özgül bir oluşum süreci olarak tanımlamaktadır. İnsanların salt üretim süreci içerisinde benzer konumlarda bulunması, sınıf bilincinin gelişimini kendiliğinden sağlamamaktadır. Bir başka ifadeyle, işçi sınıfının tanım gereği toplumsal özne olması, onu aynı zamanda siyasal özne haline getirmemektedir. Benzer biçimde, Marx’a göre, sınıfın siyasal bir özne haline gelmesi, ekonominin kendiliğinden işleyişinin bir sonucu da değildir. Bu anlamda, emek-sermaye çelişkisinin “tüm çıplaklığı” ile kendini ortaya koyması, sınıf mücadelesi için zorunlu bir ilk koşul olmadığı gibi, temel çelişki de hiçbir dönemde ve ülkede kendini “saf” biçimiyle sergilemeyecektir. Bu modellerdeki eksik halka, her düzeydeki ve biçimdeki sınıf mücadeleleriyle tanımlanan oluşum sürecidir.
Bu anlamda, sınıfın nesnel konumu ile sınıf bilincinin gelişimi arasındaki ilişki bir oluşum süreci olarak görülmelidir. Oluşum kavramı ise, saptanabilir ve betimlenebilir bir formasyon edinme anlamında kullanılmalıdır. Yoksa, oluşum sürecinin öncesinde sınıfın var olmadığı gibi bir iddianın Marksizm açısından geçerliliği yoktur. Zira Marksist içeriğiyle oluşum kavramı, sınıfın varlığıyla değil, var oluş biçimiyle ilişkilendirilmelidir. Oluşum mantığının bizi götürdüğü noktada ise sınıf bilincinin tanımlanmasında bir başka unsur karşımıza çıkmaktadır: bir insanın kendi deneyimleri sonucunda algılayabildiği özel çelişkilerin, daha genel bir temel çelişkinin uzantıları olduğunu görebilmesi. Daha açık bir deyişle, insanın kendi öznel konumunu nesnelleştirmesi, parça ile bütün arasındaki ilişkiyi kurabilmesi ve giderek bu algıya bir süreklilik katabilmesi, sınıf bilincinin temel göstergelerindendir.
Eğer oluşum kavramı, tanımladığımız süreç açısından bir açıklayıcılık içeriyorsa, buradan, sınıf bilincinin oluşumunu ancak toplumsal formasyon düzeyinde çözümleyebileceğimiz iddiası çıkmaktadır. Tıpkı işçi sınıfının tanımlanmasında olduğu gibi, sınıf bilincinin tanımlanmasında da, evrensel düzeyde söylenebilecekler nesnel sınıf çıkarlarının ifade edilmesinden ibaret kalacaktır. Oysa, sınıf çıkarı kavramı, sınıf mücadeleleri sürecinde somut bir içerik kazanır. Dolayısıyla, sınıf mücadelelerinin özgüllüğü ölçüsünde, sınıf bilincinin oluşumu da özgül bir karakter taşıyacaktır. Sınıf mücadelelerinin ve siyasetin, basit bir örgütlenme sorunundan ibaret kalmayıp, sınıf bilincinin oluşumuna etki eden tüm pratikleri ve pek çok dolayımı kapsayan karmaşık bir süreç olarak kavranması da, ancak bu özgül bağlam çerçevesinde mümkündür.
Sınıf bilincinin tanımlanması açısından, belirtilmesi gereken en önemli ölçütlerden biri de, insanların kendi sınıfsal aidiyetlerinin kabulü kadar, karşıt sınıfın da varlığını algılamasıdır. Bu anlamda, sınıf bilinci, bir toplumsal grubun benzer çıkarlara sahip bir sınıf olduğu bilgisinin ötesinde, kendisininkilerle uzlaşmaz çıkarları bulunan bir başka sınıfın daha var olduğu bilgisiyle tanımlanır. Kendi sınıfına ait bir toplumsal hareketlilik içerisinde olmak ve kendi öznel konumunu nesnelleştirmek olarak tanımladığımız ölçütlerle birleştirdiğimizde, sınıf bilincinin belirgin bir biçimde bütünsel ve tarihsel bir bakış açısını ve bu bakış açısını besleyen bir bilgi-eylem ilişkisini içerdiğini söylemek mümkündür.
O halde, sınıf bilincini, toplumda kendisiyle benzer konumda bulunan insanların ortak çıkarlara sahip bir sınıf oluşturduğu ve bu ortak çıkarlarla uzlaşmaz bir karşıtlık içerisinde bulunan bir başka sınıfın daha var olduğu bilgisini; ayrıca, kendi öznel konumunu toplumsal yapının eşitsiz karakteriyle ilişkilendirerek ve ait olduğu sınıfa özgü bir toplumsal hareketlilik içerisinde yer alarak ulaştığı bütünlük ve tarihsellik algısını içerecek bir oluşum süreci olarak tanımlamak gerekmektedir. Bu oluşum sürecinin, sınıfın kendisi dışındaki başat aktörü ise, öncülüğün somutlaştığı siyasal iradedir.

(Kaynak: http://mlam.tkp.org.tr/)

Hits: 15129