“Kes-yapıştır”ın ne olduğunu bilirsiniz mutlaka…
Arasını siz doldurun; öğrencisinden en üst siyasetçisine kadar hemen her kimlikte karşınızdadır “kes-yapıştır”cılar.
Öğrenci başkasının ödevinden alır keser-yapıştırır; siyasetçi lafı birilerinden kapar keser-yapıştırır…
Peki iyi bir şey mi?
Belki “günlük yaşantımızda ve bireysel açıdan” bir tür kolaycılık, açıkgözlük ve sonuçta çözüm yaratma işi gibi de görülebilir ama; ya o size verilen ödev; öyle kesip yapıştırmakla, bir yerlerden bir şeyler “apartmakla” olacak işlerden değilse?
Örneğin bu günün şiddetle sarsılan, kırılan dünyasında bir yerlere tutunmaya çalışan ülkemizde kendisinden bir şeyler yapmasını beklediğimiz siyasetçilerin görevleri gibi…
*
“İdare-i maslahatçılar esaslı ıslahat yapamazlar” demiştir ya Büyük Atatürk.
“Kes-yapıştırcılar ise hiçbir şey yapamazlar.
Çünkü bir kes-yapıştırcı, neyi nereden kesip alırsa alsın, yeni bir şey üretmiş, ya da yaratmış değildir; kopyacılıktır yaptığı sadece. Üstelik çoğu zaman onun da ne işe yarayacağını pek fazla düşünmemiştir.
Belki bir tahmin üzerine yine de alır yapıştırır ama bu sefer de o aldığı parçalar bir birleriyle uyuşmaz, bağdaşmaz.
Yani her doku uyuşmaz.
Dolayısıyla, bu yolla ortaya çıkarılan tablo, hiçbir zaman o olması gereken, ihtiyaç duyulan tablo olmaz; hatta yapıştırılmış bazı parçalar yaratılmak istediği tabloda bile tutunamaz, patır patır dökülüp etrafa dağılır.
*
Biz siyasette, bu “kes-yapıştır” çözümleri de, kes-yapıştırcıları da en çok “seçim zamanları”nda görürüz.
O hengameli günlerde, bir şeyleri ortaya atıp mevcut kafa karışıklığında “parlamak” isteyenler böyle zamanlarda proje üzerine proje atarlar ortaya.
Sonra çıkarlar meydanlara başlarlar sallamaya vaadlerini:
“Dertler böylece bitecek” “işler şöyle olacak…” “artık hiç kimse …mayacak, …miyecek” falan gibi.
*
Peki söyleyen kendisi bile inanır mı bu söylediklerine?
-İnanmaz!
Çünkü o söylediğinin mevcut sistem içinde nasıl işleyeceğini, alt yapısını, diğer işlerle nasıl uyumlaştırılacağını araştırmamış, onu kısa yoldan sahiplenmiştir.
Ya peki “söyleten” inanır mı?
-O da inanmaz! Ama işine gelir bu durum o ismi lazım gelmeyen “söyleten”in.
İyi de neden böyle yürür bu işler?
-Neden olacak, "bizim gibi, makarnanın bile siyaseti yönlendirebildiği ülkelerde" seçimler her zaman büyükçe bir “şov”a sahne olur.
O günlerde herkes bir şey söylediği için kafası iyice karıştırılmış olan vatandaşa mutlaka en parlak projeler sunulmalı, gaza getirilmeli, "verimkarlığın" asla sınırı olmamalıdır.
Nasıl yani?
Nasıl olursa…
Çıkarsın, benim de çılgın projelerim var dersin, çeşidi kırkı aşıyor dersin… örneğin kimse aç susuz kalmayacak, kimse işsiz kalmayacak dersin; hatta memlekette bekar bile kalmayacak diyebilirsin. Genç nüfusun çoğunlukta olduğu bu ülkede nasıl olsa bekarların da böylesi beklentileri yok mudur?.
Yani, dersin oğlu dersin…
Peki bu işte ölçü mölçü olmaz mı?
Ya başkaları daha parlak projeler ortaya atarsa?
-Sen de at… Kim tutar seni? Nasıl olsa o dönem şov dönemi değil midir?
İyi ama sonra sorun çıkmaz mı?
-Çıkmaz olur mu, o atan tutan projeler, tanımı gereği oradan buradan apartma ve kendi içinde bir bütünlüğü olmayan işlerden olduğundan ya millet durumu fark edip "cık" der, inanmaz ve sadece muhalefet görevi verir; ya da en fazla yanılıp da iktidara getirir; ama “Hadi gel o dediklerini yap bakalım” derse, o zaman da belli ki işler fos çıkar, mal meydana dökülür.
-Ama böyle olacağı belli olduğu halde neden bile bile yapılır bu işler?
Yapılır çünkü seçim öncesinde toplum bu işlerle pek ilgilenmez ya da ilgilendirilmez, seçim yaklaşıp yumurta kapıya gelince de artık yapılacak tek şey seçime kilitlenmektir.
O günlerde sen istediğin kadar “peki nasıl olacak bu iş?” desen de kimse dinlemez;
“Önce seçimi alalım gerisini o zaman düşünürüz, şimdi bunların sırası değil” denir.
-İyi de, işler hep böyle yürüyorsa “ülkede o çok gerekli olduğuna inanılan islahat” nasıl gerçekleşecektir?
Vallahi nasıl gerçekleşebileceği ayrıca anlatılır tabii de…İşler bu şekilde yürüyünce bir şey olmayacağı açıktır.
*
Ne yapmalı peki?
-Birincisi, bu çivisi çıkmış memlekette birisi “ben bu işleri düzelteceğim bak gör” diyorsa; bu çivinin yeniden ve doğru çakılmasının, öyle her aklına gelenin aklına geleni söyleyeceği bir iş değil, hayli geniş bir proje hatta bir “ekonomi-politik model” konusu olduğu bilinmelidir.
-İkincisi, “Bu bahtı kara memleketi kurtaracak kadar iddialı” projeler demetinin yani “model”in çok net bir omurgası yani bir genel çerçevesi olmalı; detaylar bu genel çerçeve doğrultusunda oluşturulmalıdır. Oradan buradan kapma, gelen geçenin, geçerken takıma katılanların söyledikleri bir araya toplanarak “derleme” yoluyla işe kalkılamaz.
-Üçüncüsü, bu modeli çalışmış, onu benimsemiş, hazmetmiş, oluşturulmasına kafa yormuş ve bu işin ancak böyle olması gerektiğine inanmış çalışma grupları olmalıdır.
Ve bütün bunlar da o henüz seçim ortamına girilmeden, geniş zamanlarda düşünülüp hazırlanır.
Hazırlanmamışsa maalesef iş Allaha kalmıştır.
Seçim yine olur, hatta bakarsınız iktidarlar bile değişir ama “düzen” değişmez.
“Şu-bu” gider, “o-bu” gelir.
Oysa her gün daha geriye giden kitlelerin derdi “onu bunu” bir yerlere getirmek değildir ki…