Malumunuzdur, memleketin durumu vahim; gelecek endişesi bir türlü insanların aklından çıkmıyor:
“Bu gün böyleyse acaba yarın neler olacak?”
İnternet üzerinden ünlü sanatçı Musa Eroğlu’nun “Yolun sonu görünüyor” türküsünü dinliyordum ki; aynı duygulara kapıldım. Artık yolun sonu görünüyorsa, tedbirli olmak açısından bu gün ne yapmalı dersiniz?
Özellikle de “Hayır öyle olmaz, bizim dediğimiz gibi olacak” diyen muhalefet partileri…
*
Önce, yine de “Bu günün nesi var ki?” diyecekleri de düşünerek mevcut durumumuza bir göz atmakta yarar var:
Türkiye ne yazık ki bu günkünden daha da zor bir döneme doğru “kayıyor”.
Bunu içerideki muhalefet söylediği gibi, bize dışarıdan bakan yabancılar da söylüyor.
Örneğin, kredi değerlendirme kuruluşu “Fitch” 2015’in Türkiye için zor bir yıl olacağını söylemiş.
Avrupa Birliği zaten uzunca bir zamandır “aman etmeyin eylemeyin” deyip duruyordu.
Bu işlere kalkarken arkamızdan ittiren “Üst akıl” bile telaşlı.
Komşularla olan muhabbetimiz(!) malum
Bir tek, “kendisi de şu anda hayli darda olan” Putin “gaz veriyor”. O da işi ve kendi hesabı icabı kuşkusuz. Bu karışık ortamda her şeye rağmen petrolünü, doğal gazını birilerine satması, boruyu bir yerlerden geçirmesi lazım.
Aslında içeride de çok kişi olayın farkında.
O her ne akılsa, sağdan sola yani “tersinden” okuyup yazmaya meraklı olanlarla “sular kesilene kadar ne doldurursak kardır” diyenler dışında “sıradan” insanlarımız geleceğe hep endişe ile bakıyorlar artık.
Sanayici, esnaf, işçi, işsiz, emekli ve genç nüfusun büyük çoğunluğu da katıldı endişeliler kervanına.
Nitekim Avrupa Birliği için anket yapan “Eurobarometer” adlı kurumun araştırmasına göre insanlarımız hükümete artık daha az güveniyorlarmış.
Sadece hükümete mi?
Değil maalesef; son yıllarda hükümetin elini atıp da “işte böylesi daha güzel olacak” dediği hemen her kuruma da aynı şekilde bakılıyor.
Tespitlerine göre Türkiye’de halkın yüzde 36’sı “ekonomi kötüye gidecek”; yüzde 40’ı “istihdam yani iş bulma kötüleşecek”; yüzde 63’ü “işler iyiye gitmiyor” diyormuş.
Daha kötüsü, bu rakamlar “bir önceki tesbitlerine göre” daha da yüksek çıkmış.Yani durum aynen bu durum da “gidişat” aşağıya doğru.
Aslında bizim “güvenilirliği tartışmalı” ekonomik göstergelerimiz bile “anlamak isteyenlere” o “gidişat”ın nereye yöneldiği konusunda epeyce fikir veriyor:
Kapitalist Dünya’nın zaten kendi canıyla uğraştığı bu günlerde sözüm ona “liberallik” aşkıyla küresel sermayenin kucağına oturmuş bulunan Türkiye, maalesef okyanusların ötesindeki en küçük kıpırdanmalarda bile bir şeylerin ucunun bize battığını, dokunduğunu hissediyor.
Düşünsenize:
Bırakın burnumuzun dibindeki “bölelim, parçalayalım, haritaları kendimize göre yeniden çizelim” gayretlerini;
Bırakın patlayan bombaları, her köşe başında sadaka bekleyen birkaç Suriyeliyi; taa oralardaki Merkez Bankasının şöyle hafiften bir faiz ayarlamaya “niyet”lenmesi haberi çıktığında, ya da Amerika’daki işsizlik oranında yüzde yarımlık bir artış ya da azalış olduğunda bile bir hayli sarsılmıyor muyuz?
Bu sebepten döviz fiyatları bir inip bir çıktığı için, bizde sarı öküzün samanından kasaptaki ithal ete, benzinin fiyatından tüketici kredisine kadar her işimiz etkilenmiyor mu?
Dolayısıyla şu an, büyük fırtınaların koptuğu o “küresel” denizde yol almaya çalışan ama giderek su alan teknemiz ve ne tarafa yelken açacağı belli olmayan kaptanımızla bocalayıp duruyoruz.
Halimiz tam anlamıyla “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” deyişinde olduğu gibi.
3 Milyon Suriyeli ve diğer muhacirleri de düşünürsek adeta “kaçak göçmen gemisi!”
Biz pek itibar etmiyoruz desek de, o büyük denizlerde “büyük sermaye”ye yol gösterip akıl hocalığı yapan “Fitch” gibi kurumlar ise 2015 yılında Türkiye limanlarının pek de güvenli olmadığını söyleyip, önümüzdeki yılın bizim denizlerde daha da fırtınalı geçeceğine işaret ediyor.
Haydi “inanmayız” diyelim ama ne fayda? Adamların bizim için dediklerine bütün Dünya inanıyor ya…
*
Peki ne yapmalı?
“Halimize ağlayıp bir de gözden mi olalım” derler eskiler.
Gerçekten; işin böyle olduğuna yürekten inanıyorsak peki biz ne yapmalıyız ağlamanın yerine?
“Bak biz demiştik, olacağı buydu” deyip kendimize pay çıkarmakla duyulacak mutluluk, “sen yapamadın, şimdi bir de biz deneyelim bak gör” diyebilme şansını yakalamış olmak ve bir deneme de biz yapalım demek yetecek mi yurttaşlara?
*
Türkiye insanı mutsuz.
İktidarın bu işleri sarpa sardırdığını görüyor ve değişmesini bekliyor ama, bilmem hiç düşündünüz mü; o insanların mutsuzluğu sadece bu iktidarı beğenmediklerinden değil. Öyle olsaydı bütün dertleri-tasaları önlerindeki ilk seçime kadar yani şu önümüzdeki birkaç ayla sınırlı olurdu.
O da ne ki; topu topu ancak “yeni bir iktidar için bayram hazırlığı”na yetecek süre.
Ama duyulan mutsuzluk galiba pek de “iktidarın son günlerinde ettikleri” kaynaklı değil, besbelli endişeler ondan sonraki döneme de sarkıyor.
*
Haklılar da.
Çünkü daldaki iktidar armutu bu sayılı günler içinde dibine düşecek, burası belli de; o günlerde karşılaşılacak “manzara” işi devralacak olanlar için de çok iç açıcı olmayacak.
Neden mi?
-Döviz kurları çoktan fırlamış, ithalat ve dolayısıyla enerji, hammadde, mamul madde tedariki sıkışmış, fiyatları gün be gün tırmanmakta olacak.
-Kurdaki sıkışıklık ve fiyat artışları sanayii zor duruma sokmuş, işten çıkarmalar artmış olacak.
-Yükselen kur ve geri çağırılan krediler dolayısıyla işletmeler sermaye sıkıntısına girecek,
-Cari açık görülmemiş bir patlama yapacak,
-Piyasanın durması, üretimin sıkışması, alım gücünün azalması dolayısıyla vergi gelirleri gerileyecek, bütçe açığı artacak.
-Borsa düşecek, başta yabancılar olmak üzere sermaye çıkışı başlayacak,
-Bu daralmanın yarattığı işsizler ordusu doğruca meydanlara koşacak,
-İktidarın şu ya da bu şekilde verdiği destekle geçinen milyonlarca kişi, kamplarda ya da sokaklardaki zorunlu misafirler eski düzenlerinin devamı için seslerini yükseltecekler,
-En sıradan memuriyetlere kadar partizanlaşmış kadroları disipline etmek, yerine hemen daha uygununu koymak mesele olacak, bürokraside direnç işleri daha da zorlaştıracak.
-Yıllardır beklenti içinde olanlar özellikle seçim döneminde vaadedilenleri daha ertesi günden itibaren talep etmeye başlayacaklar.
Yani çökük bir ekonomi ve sıkıntıda bir halk.
İşte bütün bunların çözümü de, büyük olasılıkla bir koalisyon olarak hükümete gelenlerden beklenecektir.
Oysa, bu vahim tablodan, kendini yenileyerek dengeye getiren, gerçekten yükselen bir ekonomi yaratmak; üretimi, istihdamı, ihracatı arttırmak; cari açığı kapatabilmek ve on milyonlarca insanın refah ve destek beklentilerini vaad edildiği gibi “ziyadesiyle” karşılayabilmek, “çok ciddi bir ekonomi projeleri dizisi” olmadıkça, belli ki bir hiçbir şeyi değiştirmek kolay olmayacak.
Şimdi soralım bakalım:
O gün iktidara gelecek parti ya da partilerin böyle bir tabloda; insanlara umut verecek bir hazırlıkları, kendi içlerinde geliştirdikleri projeleri ve bu işler için saha kenarında ısındırdıkları yeterli kadroları var mıdır?
Yoksa bir zamanlar olduğu gibi çözüm yine dışarıdan gelebilecek bir müthiş Türk’ten beklenecek, “gel ne istersen yapalım yeter ki bize yine biraz borç para bul” mu denecek, yani yine IMF’lere, Dünya Bankalarına mı teslim olunacaktır?
O yolun yol olmadığı bu gün geldiğimiz durumdan belli değil midir?
Örneğin Türkiye’de tarım ve hayvancılığı bitiren, çiftçiye “sen ekme, doğrudan destek adı altında parasını verelim” deyip Türkiye’yi kuru samana muhtaç edenler bu kurumlar ve aracılarıdır.
Üstelik aradan geçen zaman, “para”yı artık o zamanki kadar kolay tedarik edilemeyecek derecede kıymetlendirmiştir.
Bir zamanlar “Gelişmekte olan” ülkelere bol bol verilen paralar ne enteresandır ki, şimdi “gelişmiş” ülkelere lazımdır ve “sermaye” gün be gün geri döndürülmektedir.
Bu günün bilinçli muhalifleri, iktidarın yaptıklarının üstüne, biraz da bunları düşündükleri için sıkıntılı değil midir?
Acaba harareti her gün giderek artmakta olan o “ateşten iktidar gömleğini” giymeye yeteri kadar hazır mıyız?
En azından şu önümüzdeki birkaç ayda seçim hay huyuna düşmeden bu işler için de bir hazırlık yapılacak mıdır?
Doğrusu ben de merak ediyorum. Acaba bütün bunlara hazır bir muhalefetimiz var da şimdi biz o iktidara kavuşma gününü hasretle beklemek yerine gereksiz “kuruntu” mu yapıyoruz?
Ah biri çıkıp “Evet, kuruntu yapıyorsun” dese de içimizi rahatlatsa; biz de bunların endişesini taşımak yerine bu iktidar her sallandığında pembe hayallere dalıversek.
Haa, tabii ki bir de sonunda da haklı çıkacak olması şartıyla.