DEVLET BENİM

~ 28.08.2014, Av. Dr. Başar YALTI ~

Öfkesi bir türlü yatışmayan ve aklına “başkan” olmayı koymuş Sayın Başbakan, halk tarafından, Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı olarak seçildi.

Cumhurbaşkanı, Anayasa gereği, devletin bütün kurumlarını ilgilendiren bir konumda. Devletin başı. Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil ediyor. Bu sıfatla katıldığı törenleri “onurlandırıyor”.

“Yeni Cumhurbaşkanı”, seçim sürecinde, “Yeni Türkiye” vaadinde bulundu. Kendisinin farklı bir cumhurbaşkanı olacağını, Devletin bugüne kadar oluşmuş kurallarına, geleneklerine bağlı kalmayacağını, kuralları,  gelenekleri kendi anlayışına göre değiştireceğini seçim öncesinde açıkladı. Öyle anlaşılıyor ki, siyasal davranış kalıpları, kurumlar arası ilişkiler, Cumhuriyetin simgesi sayılan bazı tutumlar, giyim tarzı, resepsiyonlar 28 Ağustostan itibaren değişecek.

Bir süreden beri iktidar temsilcilerinin dillendirdiği “Yeni Türkiye” ile ifade edilmek istenilen, aslında “farklı bir Türkiye”.  Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden, aydınlanma devriminden uzaklaşmış, yeni Osmanlıcılık peşinde bir Türkiye.

Çünkü bugüne kadar, 12. Cumhurbaşkanı ve kadrosunun aklındaki “yeni”,  hep bu farklı anlama vurgu yapan politikalar üretti. Bu nedenle,  “Yeni Türkiye” söylemi çağdaş, modern, demokratik, seküler, hukukun her alanda egemen olduğu, insan haklarının önemsendiği, kadın erkek eşitliğinin sağlandığı, insanların mutluluğunun amaçlandığı, yurtta barış, dünyada barıştan yana, özgür, eşitlikçi ve adil bir topluma işaret etmiyor. Muhafazakar ve otoriter niteliği ağır basan, emperyal amaçlar güden, başkanlık sistemiyle yönetilen İslami bir cumhuriyeti gerçekleştirmeyi hedef olarak seçiyor.

Yeni Türkiye, hukuku araçsallaştırıyor. Ben yaptım oldu, kurallar yapılanlara uydurulur, anlayışı ile hareket ediyor. İşte ilk örnek, tüm Türkiye’nin gözü önünde cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları 13 gün boyunca Resmi Gazetede bir türlü yayınlanmadı. Cumhurbaşkanı seçilen Başbakanın milletvekilliği, dolayısıyla başbakanlığı düştüğü halde hukuksal prosedürler işletilmedi. Başta görevdeki Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, YSK herkes seyirci kaldı. Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz anlayışı, “Yeni Türkiye” de anayasal darbe şekline dönüştü.

Yeni Cumhurbaşkanının yargıyı ilgilendiren başka “yeni” bir tutumu ise, adli yılın açılışıyla ilgili olarak, daha göreve başlamadan yarattığı polemik. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı 1 Eylülde yapılacak Yargı yılı açılış töreninde konuşursa, kendisi törene katılmayacakmış.

Katılmazsan katılma, demek gerekiyor. Nitekim Yargıtay bu anlama gelecek bir karar aldı. Seçilmiş Cumhurbaşkanı, kendisini demokratik bir hukuk devletinin cumhurbaşkanı olarak görmüyor, başka hevesler içinde oluyorsa, zaten katılıp töreni “onurlandırması” neye yarar ki!

Oysa yargı yılı açılış töreninde Cumhurbaşkanının bulunması yargı organına verilen anlam ve önemi yansıtır. Çünkü yargı bu devletin ayrılmaz bir parçası. Anayasal olarak en çok gözetilip korunacak bir organı. TBB Başkanının törende Yargıtay Başkanından sonra konuşması ise yargının bağımsızlığının, tarafsızlığının, yurttaşın hukuk güvenliğinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılamanın devlet düzeninde korunup gözetildiğini gösterir.  Cumhurbaşkanının orada bulunuşu, bütün bu değerlere Cumhurbaşkanının sahip çıktığı anlamına gelir. Anayasal olarak bu hakların koruyucusu ve gözeticisi olan Cumhurbaşkanı, kendisini orada siyasal bir taraf olarak göremez.  

Kaldı ki törenin ev sahibi Yargıtay Başkanı ve TBB Başkanıdır. Cumhurbaşkanı, töreni onurlandıran, törenin en önemli konuğudur.  Anlaşılan o ki, “yeni” Cumhurbaşkanı “eski” alışkanlığını sürdürmek istiyor. “Benim bakanım, benim valim” alışkanlığını, “benim yargım” a dönüştürmek, sonuçta 14. Louis nin ulaştığı noktaya “benim devletim” noktasına varmak istiyor.

Çoğu kez, bulunulan makamlar temsil edenleri biçimlendirir. Cumhurbaşkanlığı böyle bir makamdır. Cumhurbaşkanları ile cumhurbaşkanlığı makamı arasında zaman zaman uyumsuzluk ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda, cumhurbaşkanlığı makamının özelliği baskın gelmelidir. Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eden bir makam, belli bir siyasal anlayışın tutsaklığına teslim edilmemelidir. Elbette makamı temsil edenlerin de oraya katkıları olmalıdır. Hatta bu, hakları ve görevleridir de. Ama bu katkı, ayrıştıran değil, birleştiren, cumhuriyet felsefesini ve ulusal değerlerimizi geliştiren, ilerleten bir yönde olmalıdır.

Bu nedenle, Sayın “Yeni Cumhurbaşkanı”;

Devletin, cumhuriyetin kural ve geleneklerini kendi anlayışınıza göre değiştiremezsiniz.

TBB Başkanı konuşursa ben törene gelmem diyemezsiniz.

Kendinize göre bir hukuk ve adalet anlayışı tanımlayamazsınız.

Öfkesini yenemeyen bir Cumhurbaşkanı olamazsınız.

Fiili olarak başkanlık sistemi yaratamazsınız.

“Devlet benim”, diyemezsiniz.

Korkut Boratav, Marx’dan alıntı yaparak tarihsel bir uyarıda bulundu:

Louis Bonaparte 1848 de yapılan seçim sonucunda Fransa’ya Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, 1851 yılında Meclisin de kabulüyle ııı Napoleon unvanıyla imparatorluğunu ilan etmişti. Marx  bu durumu, “ Bonaparte, parlamentoya dayanarak anayasayı yırttı. Anayasaya dayanarak da parlamentoyu dağıttı” şeklinde yorumlamıştı.

Tarihin Türkiye’ye bu hatayı yaşatmayacağına inanıyoruz.

 

Av. Başar YALTI

 

Av. Dr. Başar YALTI | Tüm Yazıları
Hits: 2458