Onların sizin gibi “özgür” olması için insan onurunun somutlaştığı ve korunduğu bir hukuk inancını yaratabilmek ve bu inancı Meclise egemen kılabilmektir siyaset ve politika. İnsancıl ceza hukukun felsefesi insanı korur. İnsan, araç değildir, amaçtır.
Önce, şöyle söylendi, Silivri cezaevindeki tutuklu sanıklardan M.Balbay, T. Özkan ve M. Haberal muhalefetteki siyasi partiler tarafından milletvekili adayı gösterilecekler ve Meclise girecekler(miş)! Sonra muhalefetteki partiler böyle bir düşüncelerinin olmadığını açıkladı.
Evrensel İnsan Hakları Bildirisinin “başlangıç” bölümünün ilk cümlesinde ifadesini bulan “insan onuruna” biçilen değer şu cümleyle gösterilmiştir: “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan onurun ve bunların eşit ve devredilmez haklarının tanınmasının, dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğuna,”
Bu yüzdendir ki, Birleşmiş Milletler Şartı’nda temel insan haklarına, insanın onur ve değerine ve erkek ve kadınların eşit haklarına olan inançlarını yeniden teyit eden Birleşmiş Milletler halkları, daha geniş bir özgürlük içerisinde sosyal ilerlemeyi geliştirmeye ve daha iyi yaşama standartları oluşturmaya karar vermişlerdir.
Bu nedenle insan onuru dokunulmazdır ve devlet güçleri tarafından korunmalıdır. Devlet, sadece kendi gücünü kullanarak insan onurunu gözetmekle değil, insan onurunun diğer kişilerce ihlal edilmesini önlemekle de görevlidir.
İnsan onuru kavramının içini boşaltmamak ve işlevsiz hale getirmemek için ne bir gram fazla anlam yüklenmelidir, ne de bir gram az değer atfedilmemelidir. İnsan onuru kavramının hak ettiği değer, soyut bir slogan tarzında kullanılmasından ziyade, çağdaş hukuk felsefesinin gerektirdiği anlam yüklenerek somut ve işlevsel bir kavram olarak yaşama geçirilmesidir.
Uluslar arası Ceza Hukuku Derneği’nin 18. Uluslararası Ceza Hukuku Kongresi 20-27 Eylül 2009 tarihleri arasında, Türk Ceza Hukuku Derneği’nin ev sahipliğinde İstanbul’da yapılmıştı. Savaş, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele başlıkları altında ceza hukukunun en yakıcı konuları bu Kongre’de tartışıldı. Kongre’de ele alınan konulardan birisi “Özel yargılama tedbirleri” içinde insan hakları standartlarıydı. Bu bölümdeki Taslak Kararlar arasında yer alan sekiz karar içinden sadece iki karar dahi çok önemlidir.
Birincisi: “Devletler ağır suçlarla ilgili mevzuatın uygulanmasını sağlarken insan haklarına, hukukun üstünlüğü ilkesine ve de – uygulandığı sürece- uluslar arası insancıl hukuk kurallarına saygılı hareket etmelidir. Bu esnada asla uluslar arası hukukun emredici hukuk kurallarına (jus cogens) ve uluslar arası insancıl hukuka aykırı davranış içinde olmamalıdırlar.”
İkincisi: ” İnsan haklarının sert çekirdeğini oluşturan haklara yönelmiş olan hukuki güvencelerin kısıtlanması yasaktır. Tutuklama, gözaltına alınma, aleni bir mahkemede adil yargılanmaya yönelik olan güvencelerin meşru kısıtlamalara tabi tutulabileceği kabul edilse de, insan onurunun temeli olan hakların göz ardı edilmesinin hiçbir olağanüstü hal durumunda gerekli olduğu ileri sürülemez”
Bu iki kararla; ister olağan ister olağanüstü durumlarda insanların eşit olma hakkının ihlaline neden olacak şekilde hareket etmek devletlere yasaklanmaktadır. Baskıcı ceza hukuku yaratılmamalıdır. Siyasallaşan yargı reddedilmelidir. İnsan onuru ve eşitlik, korunmalıdır.
İnsan onuru, ya da “onur” kelimesi sık kullanılır. Bu kelime bana cezaevlerini, F tipini, Silivri cezaevini çağrıştırıyor… İnsan onurunun en çok kırıldığı yerler hapishanelerdir.
Türkiye’de kanayan yara olan F tipi cezaevleri üzerine ne yazılsa, ne konuşulsa azdır. Beş yıldızlı otel benzetmesiyle, bu cezaevlerini “işletmeye” açanların nutuklarının aksine durum içler acısıdır. F tipi, çözümlerin kifayetsiz kaldığı yerlerdir ve insanların tecrididir.
Silivri Ceza İnfaz Kurumları “Kampusu” 744 bin 768 metrekare büyüklüğündeki arsanın 437 bin metrekare alanı üzerinde kurulu. 10 bin 900′den fazla tutuklu ve hükümlü barındıracak kadar büyük ve maliyeti yaklaşık 100 milyon lira…
Özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri bu cezaevinin içinde yargılama yapsın diye, duruşma salonları özel olan mahkemeler inşa edildi. Artık mahkemeler, cezaevinde.
İnsan onurunun, insan haklarının korunması tek boyutlu hukuksal bir sorun değildir. Tam aksine, insan haklarının korunması; felsefi, etik, siyasi ve hukuksal bir sorun olduğu için, bu sorunların varlığına bağlı olan bir çözüme inanarak işe başlamamız gerekir.
İnsan hakları ve insan onurunun korunması, gelip geçici ulusal politikaların aracı değildir.
Asıl siyaset, özel yetkili ve görevli ağır ceza mahkemelerinin kaldırılmasını sağlayacak bir ceza hukuku politikasının üretilmesi, benimsenmesi ve Meclise taşınmasıdır. Bunun çaresi “tutuklu” insanların milletvekili yapılması ile “tutukluluk” hallerinin sona erdirilmesi siyaseti değildir. Sistem içinde kalarak, bu hukuk sisteminin ürettiği sorunları çözemezsiniz.
Cezaevi içinde mahkemelerin olduğu, mahkemelerin cezaevi içine kurulduğu bir hukuk düzeninde yargının tuttuğu, tutuklu insanların iç dünyalarındaki özgürlük umutlarını ve kırılmış onurlarını zedelemeyin! Onların onurları devlet tarafından yeterince çiğnendi zaten…
Tutuklu sanıklara soruldu mu bilmiyorum. Onlara sormadan, onları farklılaştırarak konuşmamak gerekiyordu. Kendi siyasal düşünüş ve politikalarınızı, “tutuklu insanların halleri” üzerine kurarak politika üretmeyin. Siz dışarıdasınız, onlar içerde. Siz özgürsünüz, onlar tutuklu. Onların sizin gibi “özgür” olması için insan onurunun somutlaştığı ve korunduğu bir hukuk inancını yaratabilmek ve bu inancı Meclise egemen kılabilmektir siyaset ve politika.
İnsancıl ceza hukukun felsefesi insanı korur. İnsan, araç değildir, amaçtır.
Amaç insanı, haklarını, onurunu korumaktır, kırmak değildir. (Fİ/EÖ)
(Bianet 31.01.2011)