Cumhurbaşkanlığı tartışmaları ve arayışları bütün hızıyla devam ediyor.
AKP cephesine bakarsanız, Tayyip Bey’in cumhurbaşkanlığı çantada keklik, mesele ondan sonra ne olacağı...
AKP’nin birinci kaygısı Başbakan’ın kim olacağı noktasında düğümleniyor.
Kukla başbakanlığı kim kabul eder, etse bile “yes man” olması istenen kişi denetimden sıyrılma eğilimi göstererek kaos yaratmaz mı?
İkinci endişe Tayyip Bey giderse, partinin halinin ne olacağı konusunda odaklanıyor.
Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in Çankaya’ya çıkışlarından sonra partilerinin ne hale geldiğini hatırlatanlar, buradaki tehlikeye dikkat çekiyorlar.
Bütün bunlar demokrasilerde, söz konusu olan çözümler. Ama kuvvetler ayrılığı yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlükler gibi konular yani demokrasi önemsizleştiğinde, tarihte denenmiş daha pratik çözümler de var, mesela Nazi Almanyası’nda...
Gerçekten de 1933 yılında Hitler’i Şansölye atayan, daha sonra Reichstag yangını bahanesiyle, onun bütün yetkileri ele alma girişimlerini onaylayan Cumhurbaşkanı Hindenburg 2 Ağustos 1934’te öldü.
Tam “Şimdi ne olacak” denirken Hitler yeni bir kararla hem başbakanlığı elinde tuttu hem de “Führer und Reichskanzler” sıfatıyla, devlet başkanı oldu.
***
Sakın kimse çıkıp da “Böyle şey olur mu” demesin!
Evet demokrasilerde olmaz ama bizde olur. Olur olur hem de bal gibi olur!..
Bu arada, AKP’nin eski Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, Tayyip Bey’in partinin başından ayrılmasının bir tehlike oluşturmayacağını söylüyor ve diyor ki:
- Ak Parti’nin başka özellikleri var. Karizmatik lider giderse yerini ortak akıl alır.
Doğrusu, bu sağduyulu sözler insanı hem sevindiriyor, hem de ümitlendiriyor.
Ama ne yazık ki, bu sevinç fazla uzun sürmüyor ve Ergün’ün kuvvetler ayrılığıyla ilgili sözleriyle birlikte yerini ilkinden daha da derin bir umutsuzluğa bırakıyor.
Bakın ne diyor kuvvetler ayrılığı ilkesine yönelik yeni bir düzenleme yapılması gerektiğini söyleyen Nihat Ergün:
- Yasamanın bir basamak yukarıda, bir gömlek üstte sayılması gerekir. Yürütme ve yargının yasama karşısında bir ölçüde saygı duyan, ceketini ilikleyen bir tavır göstermesi lazım.
Yasama karşısında ceketini ilikleyen bir yargı!
İşte Nihat Ergün’ün önerdiği ortak akıl ve onun ürünü kuvvetler ayrılığı bu!
***
Anayasanın “Egemenlik” başlıklı 6 maddesi aynen şunu söyler:
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
Türk milleti egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.”
Görülüyor ki, demokrasilerde, egemenlik anayasal organlar eliyle kullanılır ve organlar, bu yetkiyi kullanırlarken anayasanın koyduğu esaslara uymak zorundadırlar, bu sırada erkler arasında bir egemenlik hiyerarşisi yoktur.
Bütün bunlar çok açık anlaşılabileceği gibi, devletin bir erkinin bir diğeri karşısında önünü ilikleyip, el pençe divan durması anlamını taşımaz.
Yargının yasama karşısında olduğu gibi, yürütme karşısında da el pençe divan durması kuvvetler ayrılığının tümüyle ortadan kalkmış olması anlamını taşır.
Yargı, yasama karşısında, önünü ilikleyip el pençe divan durursa, yani aralarında bir ast - üst ilişkisi olursa, anayasal denetimin ne anlamı kalır ve nasıl işleyebilir?
AKP’nin ağır toplarından birinin, yasama karşısında el pençe divan duran bir yargı önermesi, hem de bunu ortak akıldan söz ettiği bir söyleşide ileri sürmesi, “ortak akıl derken” ne menem bir aklı önerdiklerinin çok açık bir göstergesidir.
Durum kötüden de kötü, görüyorsunuz, Tayyip Bey başından gitse de, AKP’nin aklın ve demokrasinin yolunu bulması imkânsız.