“Anayasa’da başkaca bir hüküm yoksa”, TBMM “üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır…” (1982 Any., md. 96).
TBMM, “yapacağı seçimler dahil bütün işlerinde üye tamsayılarının en az üçte biri ile toplanır.” (2007, md. 96).
7 yıl önce: CB seçiminde “toplantı yetersayısı” için de 2/3 çoğunluğun aranması gerektiği yönündeki AYM kararı (367 krizi) ardından üç işlem yapıldı: CB seçimi askıya alındı, Anayasa değiştirildi ve TBMM seçimleri yenilendi.
Neden halk?
Anayasa değişikliği ile, CB’nin TBMM yerine halk tarafından seçilmesinin yanı sıra, TBMM, toplantı yetersayısını da, 1/3 çoğunluğa indirdi. Aslında, 11. CB’nin seçiminde teknik güçlük, bu düzenlemeden geliyordu. TBMM’ce seçimindeki geçici tıkanma, genel oyla seçtirme gerekçesi olarak öne sürüldü. Oysa, md. 96’da yapılan değişiklik, usule ilişkin güçlüğü ortadan kaldırmıştı.
Hatta, yenilenen TBMM, yürürlükteki metinle CB’yi (MHP’nin AKP’ye sunduğu destekle) kolaylıkla seçti. Bundan böyle TBMM’ye düşen ise, Anayasa md. 102’de yeni bir değişiklik yaparak, “genel oyla yapılacak seçim” kaydını kaldırmaktı. TBMM çoğunluğu buna yanaşmadı ve gereksiz halkoylaması sandığı kuruldu (21.10.2007).
TBMM’ce seçim zorluğu, görünürdeki neden olarak öne sürülmüş olsa da, çok geçmeden, 2007 değişikliğinin “başkanlık veya yarı-başkanlık rejimi” için kaldıraç olarak kullanılacağı gün ışığına çıktı.
Düzeltmek hâlâ mümkün…
İki yıl önce, rejim tartışmaları alevlendiği zaman, başkanlık veya yarı-başkanlık yanlılarının dillendirdikleri gerekçeler arasında, üzerinde durulmaya değer başlıcası, farklı siyasal çoğunluklara dayanan Hükümet ve CB’nin “birlikte yönetim güçlüğü” idi. Aslında bunun çözümü yok değildi: Yeni bir Anayasa değişikliği ile, CB’nin bundan böyle de TBMM tarafından seçimi… Fakat niyet başka olduğu için, buna yanaşan olmadı.
Bugün bile TBMM duruma müdahale edebilir ve CB’nin TBMM tarafından seçilmesi için gerekli değişikliği kotarabilir; üstelik, muhalefet partileri buna teşne…
Çatışma kaçınılmaz mı?
Fransa ve Portekiz dışında birçok Avrupa devletinde CB halk tarafından seçilmekle birlikte, ya bunların yetkileri sınırlı ya da uygulamada, kendilerine tanınan yetkileri sonuna kadar kullanmamakta. Mesela bizde, 11. CB, TBMM tarafından seçildi ama, anayasal yetkilerini çoğu zaman kullanmadı; hatta, Anayasa’ya aykırı ilan ettiği yasayı bile imzaladı… Kuşkusuz, CB ile Hükümet farklı siyasal eğilimden geliyorsa, çatışma olasılığı yok değil. Bunun AKP çevrelerince öne sürülmesi, kendi içlerindeki tutarsızlık mı, yoksa korku anlamına mı gelir?
Tutarsızlık ve korku
Tutarsızlık; çünkü, TBMM çoğunluğu yanı sıra CB’nin de kendilerinden seçileceğinden eminler. Bu durumda, çatışma riski pek düşük demek. Hele bir de Rus modeli izlenirse, “al gülüm, ver gülüm”de daha uyumlu bir yönetim mümkün: Afganistan ve Pakistan devlet başkanları eşliğinde, camiye dördü birlikte yine gidebilirler. Oysa, Putin-Medvedev’de, en azından bu eksik. Ama dahası var: Federal Rusya’da, Putin, önemli kararlar alırken Federe yönetimlerle müzakere etmek zorunda. Anayasa’ya ve Mahkeme kararlarına sürekli meydan okuyan bizdeki ikili için, böyle bir denge mekanizması da yok.
Korku; çünkü, ilk olasılık çatışma riskini dışladığına göre, demek ki, CB’nin, AKP dışındaki bir çoğunluk desteği ile seçilebileceği olasılığı dışlanmıyor…
Halk seçmiyor, kullanılıyor!
Şimdilik, rahatsız edici gündem şu: Medyanın, CB adaylık süreci ve seçimini hemen hemen iki kişiye indirgemiş olması. Onlara göre, CB belli: Ama, iki kişiden hangisinin öne çıkacağı henüz belli değil. Bu tarz, son yıllarda hayli kanıksanan, “iktidara endeksli gazetecilik” şeklinde adlandırılabilir. Tabii böyle bir ortamda, bu tayfa dışında kalan medya mensuplarının üzerinde “Damokles’in kılıcı” eksik olmaz.
Bunun ötesinde, bu süreçte daha rahatsız edici olan, CB’nin halk tarafından seçilme süreciyle tamamen çelişen bir yaklaşımın sergileniyor olması: Sanki seçimi halk değil, sadece iki kişi veya TV ekranlarında bir düzine gazeteci yapıyor. En hafif deyimiyle, halk iradesine saygısızlık demek bu.
Seçim yorgunluğunu üzerinden henüz atamayan halk, bu kez, iki kişiye kilitlenmiş sığ tartışmalarla oyalanıyor. Ülkenin çözüm bekleyen yoğun sorunları bir kez daha ertelenecek. Sonbahar eşiğinde, 2015 yaz seçimleri gündeme oturacak. Bu kez, seçim yatırımları dışında, bütün sorunlar unutulacak. Hak ve özgürlükleri sürekli öğüten bu tarz bir yönetim, herhalde “milli? irade” adına “halkı oyalama” ve daha çok iktidarda kalmanın yolu olsa gerek.