Bir yıl kadar önceleri, soL’un manşetleri arasında “Türkiye AKP Anayasası’na sığmaz” cümlesi yerini almış olsa gerek. Tam bu sözcüklerle olmasa bile...
Konu Anayasa’ya indirgenebilir bir şey değildi. Herkes tartışmanın rejim sorunu olduğunu biliyordu... Gerçi AKP rejiminin alternatifinin eskisi olmasını arzulayanlara rastlanıyordu; ama karşı köşede “eskiye dönüş” korkusunu işleyenler samimi olmaktan çoktan çıkmışlardı. Taraf çizgisinin “12 Eylül’e döneriz ha” hikayesi bayatlamıştı artık. Yeri geldi; o zamanlar, askeriyle, soğuk bürokrat suratıyla eski cumhuriyete fit olanlar şimdi Erdoğan’la da idare etme noktasında! Neyse...
“Sığmaz” tezinin devamı “nasıl bir sosyalizm” detayına varmadıysa bile, iddia(mız) Türkiye’nin sola dönmekten başka çıkar yolu olmayacağı idi.
Ben seçimlere buradan bakmayı öneririm. Yani soru şudur: 30 Mart bu kavşağı değiştirmiş midir?
Kesinlikle hayır.
Memleketin birazcık aklı başında bir görünüm kazanmasının, dolayısıyla nefes alınabilir hale gelmesinin önkoşulu sola kaymasıdır.
Oy meselesi değil; solu kader olmaktan çıkarmak için AKP’nin çok daha yüksek oranlara ulaşması bile yetmez. Ya da benzeri bir gidişat zaten faşizm anlamına gelir.
Erdoğan halen bunu deniyor ve 30 Mart bu doğrultuda diktatörün cüretine biraz ekleme yapmış olabilir. Ama yetmez. Bu kadar oyla ve bir yığın hile hurdayla faşizm kurulmaz.
Hadi diyelim ki, Erdoğan yabancı sermayenin, ipotek koyduğu ekonomiyi uçurumdan aşağı atmayacağına güveniyor. Suriye’deki kirli oyuna Amerikalılar tarafından eninde sonunda icazet verileceğine yaslanıyor.
Diyelim ki, bunlar doğru çıktı. Yine yetmez!
Bu durumda rahatlıkla iddia edebiliriz ki, faşist yükseliş ve hatta faşist yapılanma, sola yönelme zorunluluğunu iptal etmek ne kelime, erteleyemez bile! Çünkü bu ülke ve dünya kompozisyonu içinde Türkiye’de faşizm kurumsallaşamaz. Direniş bunu reddeder.
Üstelik kompozisyonun diğer öğeleri de bu seçenekle uyumlulaştırılamaz. Bana sorarsanız, Erdoğan boşa kürek çekiyor.
Daha önce yazdım; AKP rejiminin Cemaat koalisyonuyla dengelenmesi, “ısınma hareketleri esnasında sakatlanma” durumudur. Yani şaka gibi bir şey!
Geriye boşluk kalıyor. AKP gerilemedi ve sol potansiyeli kesemedi. Havada asılı kalmıştır. Tabii bu asılı olma halini tepemizde sallanan kılıç olarak okuyabiliriz... Zafer, yenilgi, başarı, fiyasko sözcüklerinden daha iyi bir okuma olur, doğrusu.
30 Mart, durumu teyit ve tekrar etmekten başka bir sonuç çıkarmadı.
Eğer Cemaat’li, CHP’li, MHP’li yan yol açılsaydı, buradaki birikinti, AKP’nin oy artırmasından daha büyük bir yük olarak solun üstüne çökebilirdi. Zira o durumda bir kesim, solculuk adına Gülen’in salya sümüğünü veya kurt işaretlerini sineye çekme noktasına gelecekti.
2011 seçimlerinden sonra, solculuğun CHP ve BDP mecralarında hayat bulabileceği, genel olarak kabul görüyordu. Hatta başka bir yolun gereksiz olduğu fikri yaygınlık kazanabilmişti. O tablonun bile bir mantığı vardı!
Şimdi durum böyle değildir. Mansur Yavaş’ın “en mücadeleci CHP’li” haline geldiği, BDP’nin Kutlu Doğum Haftası’na hazırlandığı bir siyaset sahnesinde, sosyalist birikimin önü, seçimde istisnalar dışında kaydadeğer bir sosyalizm oyu kullanılmamış olsa bile, açıktır.
Dönelim geriye... Bu Türkiye, ne AKP faşizmine, ne Haziran’dan Nisan’a uğraşıp didinip uydurdukları paçavralara sığmaz. Haziran’ı gören memlekette sol şerit açık, geniş, ışıklı... Sol şerit geleceğe uzanıyor.