"Yargının hakim, savcı, avukat ve meslek örgütleri on iki yılın tüm hukuksuzluklarının hesabını sormak konusunda ısrarcı olmalıdır."
Önce şu malumdan başlayalım. Malum ülkemizde yargı hiçbir zaman tam bağımsız olamadı ve kapitalizmin ruhu gereği de olamazdı. Ancak AKP'nin bir iktidar partisi olarak ülkeyi yönetmeye başladığı andan itibaren, yargısal mekanizmalar ve hukuk kavramı hiç bu kadar anlamını yitirmemişti. Öyle ki; bir zamanların en önemli vurgularından olan hukukun üstün kılınması vs. gibi kavramlar dahi artık ağza alınamayacak, yaşananları karşılamayacak kadar anlamsızlaşmış, bir iktidarı kendi kanunlarına uymaya davet etmek gibi klasik hukuki talepler dahi AKP Türkiye’sinde ağza alınamayacak kadar gerçek dışı kalmış oldu.
Gerek referandumdan önce, AKP’nin üst yapı kurumlarındaki açıktan kadrolaşması, gerek referandumdan sonra daha geniş kesimler açısından artık ve nihayet fark edilen demokrasi makyajlı faşizan uygulamalar, AKP hukuku gibi bir kavramı doğurdu.
AKP hukuku, yani kendine muhalif olanları içeri tıkarak düşman bir ceza hukukunu hayata geçirmenin, meclisten on küsür yıl boyunca halka karşı ne kadar yasa varsa çıkarmanın, yasa çıkaramadığı zamanlarda, Kanun Hükmünde Kararnamelere başvurmanın, çıkarına ters düşen mahkeme kararlarını uygulamamanın, toplumu dini kuralarla göre şekillendirmenin, şekillenmeyeni terörist kabul etmenin, AKP’yi kurtarmak adına açıktan cinayet işlemenin makul ve destansı bir davranış olarak kabul etmenin, yargı gibi, eğitim, sağlık, ÖSYM gibi hiçbir vatandaşın dışında kalamayacağı tüm alanların kurumsallığını birer parti teşkilatına dönüştürmenin kısa tanımıydı AKP hukuku…
Şimdilerde ise, Haziran direnişi ile birlikte kaybetmeye başlamış bir partiden bahsediyoruz artık. İktidarını aslında olağanüstü uygulamalar ile perçinleyen, bir partinin ortaya çıkan tapelerle birlikte de düşünüldüğünde kaybedişinin süreceğini, artık ülkeyi yönetme ehliyetinin ve meşruiyetinin olmayacağını söylemek zor değil. Ancak bu yazının konusu da tam da bu sürece ilişkin. AKP’nin ülke yönetme konusunda resmiyetteki bitişine kadar olan süreçte özellikle hukuk alanında olan biteni, olacak olanı doğru yorumlamak AKP hukukunun içini doldurmak kadar önemli. Zira, yukarıda bahsedilen, muhaliflerin cezaevinden yavaş yavaş çıkmaya başladığı, bazı davalarda alışık olmadığımız kararların çıkmaya başlaması vs. AKP hukuku demekten çekinmeyen tüm hukukçularda bir rahatlamaya neden olmamalı. Aksine, daha önce de bu sitedeki bazı makalelerde değinildiği gibi hukukçular, artık hukuk dışına çıkarak bu süreci değerlendirmelidir.
On iki yıldır, AKP meşruiyet alanı sağlamış, yedek lastik görevini sürdürmüş tüm hukuki kurumların bu süreçteki “özgürlükçü “ yaklaşımları “Hukuk hasıl oldu” diyerek geçiştirmek, başka bir apolitizme alan açmak anlamına gelecektir. Daha açık ifade etmek gerekirse, gerek salıverilen tutuklular gerekse de bazı hukukçuların örneğin Anayasa Mahkemesi’ni, bu sürecin üstünde bir yere koyma yönündeki eğilimleri yıllardan beri AKP’nin arka bahçesi haline gelmiş kurumların bağımsız olmaya başladığı izlenimi yaratmakta, bu süreçte bu kurumların üstlendiği özel misyonların anlaşılmasının üstünü örtmektedir. Bir an için meşruiyetini yitirmiş bir iktidar karşısında yargı kararlarının daha cesur alındığı düşünülse bile toplamda siyaseten bir hukukun vuku bulmasından ziyade ülkenin normalleşmesinde hukukun kullanılması çabaları olarak değerlendirmek kaçınılmaz hale gelmektedir.
Normalleşmeden kastedilen basit bir AKP rahatlaması ya da söz konusu kurumların, AKP’yi kurtarma çabaları değildir. Haziran’dan sonra AKP veya Tayyip Erdoğan ile geminin devam edemeyeceğini bilen iktidar odaklarının, AKP’den vazgeçtiği açıktır. AKP’nin gidişini halkın politik sahnede bir daha yer alamayacak bir sınırda hayata geçirme sürecinde, her türlü birikmiş tepkinin önünü almak, yargıya müdahale kasetleri sonrasında özellikle, siyasi davaların gayet siyasi bir şekilde sonlanmasını ya da tansiyonun düşürülmesi ihtiyacındandır. Dolayısıyla bu süreçte AKP hukukunca tutuklananların salıverilmesi, en az içeri alındıklarında gösterilen duygu ve siyasi tezlerle orantılı olmalı “bir sevgi” dilinin mutlak olarak önüne geçilmelidir.
Ülkemizde AKP’nin yarattığı tahribat o kadar büyük tür ki; uzun bir süre ülkemizde bir normalleşme beklemek siyasetin dışına düşme anlamına gelecektir. Her açıdan önemli bir süreçten geçmekteyiz. Bu süreçte pusulası bir oraya bir buraya dönen, yargı mekanizmalarına gündelik yaklaşan, AKP’yi ve AKP sonrasındaki Türkiye’yi veri almayan önemsemeyen her yaklaşım hukuk ve siyaset alanının dışına düşecektir.
Peki ne yapılmalı?
Öncelikle, olmayan hukuka hukuk denmekten vazgeçilmelidir. AKP’nin kaybetmiş olduğu meşruiyeti hukuk alanında toparlamasının önüne geçilmelidir. Bu Haziran’da milyonların da talebi olan “hükümet istifa” çizgisine güç vermekten geçecektir.
Yargının hakim, savcı, avukat ve meslek örgütleri on iki yılın tüm hukuksuzluklarının hesabını sormak konusunda ısrarcı olmalıdır. Meslek örgütlerimizin yargı karşısına sanık olarak çıkarıldığı, savunmanın hapsedildiği ve yok edildiği, dürüst hakim ve savcıların fişlendiği bu dönemde geleceğimiz birdir. Meslekçi bir bakışa mahal verilmemeli, adalet mücadelesinde ortaklaşmanın da mücadelesinin verilmesi sağlanmalıdır.
AKP en nihayetinde bir suç örgütüne dönüşmüş bir iktidardır ve bu suçları en fazla “hukuk” eliyle gerçekleştirecek kadar pervasız bir iktidar olarak tarihe geçmiştir. Ülkemizin AKP’den kurtuluş biçimi en az ondan kurtulacak olmak kadar önem taşımaktadır. Tam da bu noktada hukukçuların siyasete ihtiyacı vardır. AKP’den hesap soran, bunda ısrar eden ve halka güç veren hukukçular AKP ve suç ortaklarının ülke geleceğine ipotek koymasının önünde kuvvetli bir engel oluşturacaktır, oluşturmalıdır...
Av. Aysel Tekerek
http://adaletvesosyalizm.org