Ders kitaplarına bile geçmiş kuvvetli bir rivayettir:
İngiliz bilim adamı İsaac Newton elma ağacının altında otururken daldaki bir elmanın sapından kurtularak yere düştüğünü görür ve şimdi fizikte anlatılan o ünlü buluşunu “Yer çekimi” kanununu ortaya atar.
Bu kanuna göre elmayı dalından düşüren güç elmanın kendini aşağıya bırakması değil, yerden yani tabandan gelen çekim gücünün o elmayı tutan saptaki güçten fazla olmasıdır.
Peki, elma neden doğruca ağacın dibine düşer de sağa-sola doğru savrulmaz?
Çünkü yerin çekim gücü, o elma ağacının sağ ya da sol çaprazlarında değil de köklerinin uzandığı yerde, yerin merkezinde; yani tabanındadır da ondan değil mi?
*
Gelelim bizde de iyi bilinen, bunun benzeri bir başka hikâyeye:
Hoca Nasreddin bal kabağı yetiştirdiği bahçesinde çalışmaktan yorgun düşüp oracıktaki ceviz ağacının altında dinlenirken bir yandan da düşünürmüş…
Ey ulu tanrım, neden koca ağaca şu küçücük cevizleri münasip görürsün de koca koca bal kabaklarını yerlerde otun üzerinde yetiştirirsin?
İşte o bunları düşünürken bir ara yukarıdan tam da tepesine, gölgesinde oturduğu ağacın cevizlerinden biri düşmez mi?
Hoca bu…
Daha canının acısı geçmeden düzenin yasasını çözmüş:
“Ey ulu tanrım demiş, sen ne büyüksün, nasıl da doğru olanı yapıyorsun.
Ya bir de koca bal kabaklarını ağaçta yetiştirip cevizleri otlara uygun görseydin?
Ya kulunun düşündüğümü yapsaydın…
Ya o ağaçtan ceviz değil de bir bal kabağı düşseydi kafama şimdi nice olurdu fakirin hali?
*
Doğa’nın bu dengelerini hatırladıktan sonra gelelim günlük siyasete:
Basından öğrendiğimiz kadarıyla, bu günlerde yapılan anketler, iktidar partisinin oylarında belirli bir düşme gösteriyormuş.
Amerikalıların New-York sembolü kabul ettikleri “Big apple” yani “Büyük elma” benzetmesinde olduğu gibi “Büyük rantlar” kaynağı iktidar partisi, artık iyice belli oldu ki; “Ha düştü ha düşecek”
Dalında sallanıp duruyor.
Bu durumu bizim Hoca görseydi nasıl bir yorum getirirdi onu siz düşünüp yorumlayın ama; İngiliz Newton görseydi, “Bu seçimlerde iktidardan kopan oylar mutlaka tabandaki en büyük çekim gücü olması gereken ana muhalefet partisine gider” derdi değil mi?
Çünkü ona göre bir kısım oyların iktidardan kopmasının nedeni “tabandan gelen” çekim gücüdür ve o tabandaki en büyük güç de tanımı gereği ana muhalefet partisinde olmalıdır.
*
Gelin görün ki, yine o anketlere göre; iktidar dalından kopan oylar doğrudan ana muhalefet partisine değil de sıradaki diğer partilere gidiyormuş…
Enteresan!
Doğa’nın dengesini tartışamayız ama anlaşılan şu:
Bu günün siyasetinde halkın oylarını çeken güc, sanıldığı gibi ana muhalefet partisinde değil.
Ardından gelen diğer partilerdeki yükselmeye ya da hala kime kısmet olacağı belli olmayan kararsız oyların yüksekliğine bakılırsa; belki de yurttaşımızı kendine çeken ciddi bir çekim gücü olmadığından o elmalar ana muhalefet partisine değil de rasgele sağa sola savrulmaya devam ediyor.
Neden?
Doğanın kuralına göre iktidardan kopan oylar doğruca ana muhalefet partisine gidecek iken nasıl oluyor da böyle sağa sola savruluyor?
“Yer çekimi” denen “cazibe” neden hükmünü icra edemiyor bu günün siyasetinde?
Bırakalım yeni bir çekim gücü yaratamamasını; acaba her şeyden önce kendi içindeki zıt kutupların bir birini itmesinden dolayı dışarıya net bir çekim gücü salamamasından mı bu cazibesizlik?
Dalında sallanan o “ha düştü ha düşecek” iktidara rağmen kendisine gelebilecek seçmene kucak açamamak gibi bir sonuç, acaba nasıl oluyor da her şeye rağmen başarılabiliyor?
Şimdi “Dalından kopan elmalar neden doğruca yere ya da dibine, tabanına düşmüyor da oraya buraya yuvarlanıyor?” diye sorsak, bu kanunu ortaya atan Newton yaşasaydı ortadaki “çelişki” karşısında ne derdi acaba?
Onu bilemiyorum ama, halkımızın binlerce yıllık sezgisini, deneyimini temsil eden ve bu nedenle her an ruhumuzda “yaşayan” bizim Nasrettin Hoca’mızın vereceği cevabı tahmin edebiliyorum:
-“Tanrı öylesini daha münasip görmüş olmalı… Siz dua edin ki o dalda sallanıp sallanıp düşenler bal kabakları değil, ufak tefek cevizler...
Ya tam tersi olsaydı da onlar düşüp rasgele bir yerlere yuvarlansaydı ne olurdu fakirin hali ?”