Suçlu sayılmama ilkesini de karartan suçlular

“Suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz”.
Hukukun genel ilkesi olarak suçsuzluk varsayımı, insan haklarının temel ilkeleri arasında ve dokunulamaz haklar blokunda yer alır. Bu blok, "insan haklarının sert çekirdeği" olarak da adlandırılır.  Anayasa madde 15, sıkıyönetim veya savaş durumunda bile dokunulamayacak  hakları sıralamakta. Suçsuzluk varsayımı, savaş halinde bile saygı gösterilen bir güvence olarak olağan hukuk düzeninde haydi haydi geçerli(md.38).
               Yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla haklarında işlem yapılan, aranılan, göz altına alınan ve tutuklanan kişiler, “suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar” suçlu sayılamaz.
Soru: 17 Aralık 2013 gününden bu yana, “rüşvet ve yolsuzluk” suçlaması ile haklarında işlem yapılanların suçsuzluk güvenceleri nasıl ihlâl edildi ve ediliyor?
- Arama ve gözaltına alma işlemi yapan kolluk güçleri, görevlerinden alındı. (Görevden alma, El Kaide ve İHH’ya operasyon düzenleyen Emniyet yöneticilerinin hemen görevden alınması ile sürmekte...)
- Aynı şekilde, savcılar görevlerinden alındı.
- Adli kolluk yönetmeliği değiştirilerek, kolluk güçleri emniyete bağlandı.
- Baba (yani çekişmeye taraf)  bakanlar, görevlerinden hemen ayrılmadı ve değinilen  işlemlerin kotarılmasına katkıda bulundu.
- Bunların sonucu olarak “rüşvet ve yolsuzluk” operasyon dalgasının ikinci halkası (25 Aralık) anında önlendi.
Her biri Anayasal suç oluşturan ve yaptırımı gerekli kılan bütün bu engellemelere karşın, dosyalar, kısmen de olsa, yargıya intikal etti. Yani, yargı süreci başladı… Bu süreci durdurmak zor olduğundan,  HSYK’nın lağvı için yasama faaliyeti başlatıldı. Çünkü, eğer HSYK yenilenir ve Adalet Bakanı, “HSYK hâkimi” haline gelirse, “yolsuzluk ve rüşvet” dosyalarına bakan yargıçlar da değiştirilebilecek…
Değinilen işlem ve çalışmalar,  “rüşvet ve yolsuzluk”la suçlananlar için “suçsuzluk karinesi” ilkesini ihlâl etmiş bulunuyor. Çünkü, onlar ya mahkeme önüne çıkarılmaktan alıkonulmuş ya çıkarıldıkları halde, “âdil yargılanma hakkı”ndan yoksun kılınmıştır. Daha doğru bir deyişle, suçlu olmayanların da “aklanma hakkı”  ellerinden alınmıştır.
Şüphelilerin suçsuzluk karinesini ihlâl eden Hükümet’in  yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları, açılan  rüşvet  ve yolsuzluk dosyalarını kapat(tır)ma ve yenilerinin açılmasının önüne geçme çabası olarak da okunabilir.  Başka bir deyişle, Hükümet’in her adımı, kurtarmaya çalıştığı kişiler hakkında suçluluk şüphesini pekiştirmekte.
Öyle ki, AKP ve Hükümeti, gerçekten Gülen Cemaati tarafından kurulan “paralel/derin devlet”i, “yasa dışı siyasal-ticari” ağını muhafaza etmek amacıyla ortadan kaldırmaya çalıştığı izlenimini vermiyor değil. Neden? Çünkü eğer amaç, “derin devlet”ten kurtulmak olsaydı, öne çıkarılması gereken kavramlar, saydamlık, demokrasi ve hukuk devleti olmalıydı. Oysa tam tersi yapıldı ve bu kez Cemaat kanadı eksiltilen (ve muhtemelen İmam-Hatip kanadı öne çıkarılacak olan) bir “Parti devleti” inşasına ivme kazandırıldı.
Sadece, HSYK’nın yapısını değiştiren Yasa önerisini  kotarma şekli yeterli fikir verir.
- Üç yıl önce, “demokrasi”  adına yeniden yapılandırılan HSYK, şimdi Adalet Bakanı’na teslim edilecek…
- Adalet Komisyonu görüşmelerinden manzaralar,  “derin devlet” yerine kurulmak istenenin hukuk ve demokrasi olmadığını açıkça ortaya koymuş bulunuyor. Yumruklaşmalar ortamında, YARGISEN Başkanı Eminağaoğlu’nun konuşmasının engellenmesi ve AKP’li milletvekili Aslan tarafından atılan tekme karşısında takınılan tutum: Tekmeci, anında aklandı Başbakanca. Başbakan Yardımcısı, tekmeleme hareketini, Kamer Genç’i eleştirmeyenlere gönderme yaparak meşrulaştırdı. TBMM Başkanı ise, “her sivil  toplum örgüt temsilcisi konuşursa yasa çıkmaz” diyerek, yargı örgütlenmesini yok saydı. ( Böylece, “Tekme egemenliği”, AK Parti’nin çoğunlukçu demokrasi anlayışının simgesi haline gelmiş bulunuyor.)
- Cemaati yok etme bahanesiyle yola çıkan, ama meslekî cemiyeti bile dinleme tahammülü olmayan ve bir Kurul’un yetkisini bir kişiye kaydırma cüretini ortaya koyan  Parti, Türkiye’yi hızla  “hukuksuz bir devlete”, yani “çeteler Cumhuriyeti”ne doğru sürüklüyor. Üstelik, “üç yıl önce hata yaptık” pişkinliği ile. Oysa o zaman, hata yaptığınızı dile getirenleri linç etmeye yine siz kalkışmıştınız. Özel yetkili mahkemelerde görülen ve gizli tanıklarla yapay delillerin belirleyici olduğu büyük davalar görülürken, "hukuk bir gün size de gerekecek" denildiğinde, kulak tıkamıştınız. Neyse ki, şimdi “hata yapıyorsunuz” diyenlere karşı öyle bir gücünüz kalmadı. 2014 için “hukuk yolunda” umut ışığı yaratan da bu olsa gerek…

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1937