Gezi olayları patlak verdiği sırada, Erdoğan’ın gelişmeleri kavrayamadığı, değerlendirme hatası yaptığını söyleyenler çoktu.
O çoğunluk içinde yer almadım. Tam tersine, Tayyip Bey’in Gezi olaylarına da yine gerilim yaratacak şekilde yaklaşırken kendi açısından doğru bir hesap yaptığını ileri sürdüm. Sanırım kamuoyu yoklamaları bu görüşün haklılığını kanıtlamıştır.
Zaman zaman, öylesine yanlış anlamalarla karşılaşıyorum ki (kabahati bendedir herhalde) burada bir açıklamayı zorunlu görüyorum:
Bu yazdıklarım Tayyip Bey’in davranışlarının ülke çıkarları ve demokrasi açısından doğru olduğu anlamını taşımamakta ama onun yaptıklarının kendi hesaplarıyla tutarlılığını irdelemeye, “neden böyle yaptığını” anlamaya çalışmaktadır.
Tayyip Erdoğan’ı değerlendirirken zaman zaman temposu değişen hedefine yürüme hızını, amaca yönelik yolun hangi evresinde bulunduğunu düşündüğünü iyi hesaplamak gerek sanırım. Bir de bunun yanında, Tayyip Bey’in ana politik yöntemini iyi belirlemek gerek.
Tayyip Bey’in ana politik yöntemi, şu çok ünlü kuraldır:
Böl ve yönet!
O, Türkiye’yi Uğur Mumcu’nun deyimiyle karnıyarık gibi ortadan bölerek yönetmeyi yöntem bellemiştir.
Bölünmenin asıl ölçütü, bizden olanlar ve ötekilerdir. Bu ötekiler zaman zaman Cumhuriyetçi, zaman zaman laik, zaman zaman Alevi olabilirler.
***
Esas olan bölünmedir, bölünen parçaların içeriğinden çok, bizden olanlar olmayanlar ayırımıdır.
Bütün faşizmler, bir düşmana ihtiyaç duyarlar, Tayyibizmde öteki ile düşman aynı şeydir.
Ve tabii ki bütün kötülüklerin anası, ötekilerdir. Bu ötekiler laikler olabildiği gibi Geziciler de olabilirler.
Unutmayalım! Trafiği tıkayanların bile Geziciler olduğu söylenebilmektedir bu ülkede.
Bunun söylenebiliyor olması, inanacak bir potansiyelin de olduğu varsayımına dayanır.
Böyle bir şeyin olabilmesi ancak ötekinin bütün kötülüklerin kaynağı olduğuna inanılabilmesine bağlıdır.
Bu yöntemle hareket eden Tayyip Bey için demokrasinin bir araç olduğu da kimsenin meçhulu değildir.
Demokrasi tramvayına, amaçladığı durağa kadar ihtiyaç duyan Tayyip Bey’in asıl amacı İslamcı Osmanlıcı bir toplum görüşünü egemen kılmaktır.
Bu yürüyüşte, bir aşamadan sonra, başlarda gizlenen emeller artık açığa vurulur.
***
İşte şimdi o aşamaya varılmıştır.
Demokrasi önemli değildir. Önemli olan, kendi savunduğu “muhafazakâr” İslami değerlere uygunluktur.
Toplum hayatında kutsal demokratik kavramlar yok. Kutsal dini kavramlar vardır.
Bunu da artık açıkça söylemenin zamanı gelmiştir.
Nitekim öyle yapılmış, türban serbestliği konusunda da aynen böyle davranılmış ve olay, başörtüsünün dinin emri olduğu doğrultusuna oturtulmuştur.
Öğrenci evleri ve TBMM’de türban konuları birbirlerinden ayrı değillerdir ve her ikisi de “Bizler dinin ve muhafazakâr ahlakın emrettiklerini yaparız, bütün kötülüklerin anası olan ötekilerse buna karşıdırlar” mesajını yaymak için kullanılmışlardır.
Bunların bu topal anayasaya, demokrasinin temel ilkelerine uygun olup olmamaları, dış dünyanın tepkisini uyandırması önemli değildir.
Çünkü o aşama artık geride kalmıştır.
Bizimkiler ve onlar ayırımının dışlayıcılığı da önemli değildir.
Kimi yalaka liberal bizdenciler de artık gemiyi terk edebilirler; kalacak “öz bizdenciler” yeterlidir.
“Öz bizdenciler”in desteği başkancı sistem için yeterli çoğunluğu sağlamasa bile ötekiler üzerindeki sultayı sürdürmeye yeterli olacaktır.
İslamın geleneksel muhafazakâr ahlaki değerlerin Tayyip Bey’in yanında olduğu, ötekilerin bunlara karşı kötüler oldukları algısını yaratmak amaç olunca, Tayyip Bey’in son oyununda da kendi hesapları açısından tutarlı olduğu söylenebilir.