“Büyük Strateji” ya da “Yüksek Strateji” kavramı, sadece çatışma (savaş) için gereksinme duyulan kaynakların geliştirilmesi ve uygun kullanılması anlamına gelmez. Bu kavram, bu anlayışın daha da ilerisine giderek çatışma sonrasında güvenlik ve zenginlik (refah) sağlayacak bir barış ortamının tesis ve devam ettirilmesi ile ilgili arayışı da içerir[1]. Günümüzde bu kavram küresel bir içerik kazanmış, küresel barış ve güvenlik ortamının nasıl tesis ve devam ettirileceği anlamında algılanmaya başlanmıştır. Bu ortamın ne şekilde tesis ve devam ettirileceği ise ülkelerin konuya küresel ölçekte yaklaşımı, yapıcı ve içtenlikli tutumu ile ilgilidir[2].
Dünya’da her yıl düzenlenen önemli uluslararası etkinlikler vardır. Bunlardan bir tanesi de “Güvenlik Politikası Üzerine Münih Konferansı”dır[3]. 2010 yılında konferansa katılarak konuşma yapan Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Yang Jiechi; dünyanın küresel anlamda dört sorun ile karşı karşıya olduğunu belirtmiştir. Bakan bu sorunları; Kore Yarımadası’ndaki Nükleer Sorun, Afganistan, İran’daki Nükleer Sorun ve İklim Değişikliği olarak sıralamıştır. Dört sorundan ikisi nükleer konu ile ilgilidir[4]. Diğer katılımcılarda konuşmalarında benzer konular üzerinde durmuşlardır.
ABD Başkanı Barack Obama 2009 yılı içerisinde Prag’da yaptığı konuşmasında bir nükleer savaş tehlikesinin ortadan kalktığını, ancak bir nükleer saldırı tehlikesinin ise gündemde bulunduğunu ifade etmiştir.
ABD Başkanı Barack Obama 13 Nisan 2010 tarihinde Nükleer Güvenlik Zirvesi sonrasında yaptığı basın toplantısında; hem 2009 Prag konuşmasına gönderme yapmış ve hem de nükleer terörizmin uluslararası güvenliğe yönelik en önemli tehlikelerden bir tanesi olduğunu vurgulamıştır[5]. Konuşmasında dört önemli konu öne çıkmıştır:
1. Zirveye katılan 47 ülke lideri arasında bu tehdidin ivediliği ve ciddiyeti konusunda bir uzlaşma zemini sağlanmıştır.
2. Ülkeler, nükleer teknoloji ve malzeme üzerinde gelecek dört yıl içerisinde tam bir denetim ve güvenlik sağlayacaklardır.
3. Ülkeler, uluslararası yükümlülüklerini de dikkate almak suretiyle konu ile ilgili iç hukuk kurallarını ve siyasetlerini gözden geçirecekler ve yükümlülüklerini eksiksiz yerine getireceklerdir.
4. Sorunun bir ülkenin üstesinden gelemeyeceği ölçüde kapsamlı olması nedeniyle uluslararası işbirliğinin gerekli olduğu dikkate alınarak, yapılacak düzenlemeler ile Birleşmiş Milletler Örgütü’nün ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın daha etkin bir konuma getirilmesine destek verilecektir.
21nci yüzyılın dünyanın önüne getirdiği önemli sorunlardan bir tanesi de nükleer enerjinin kullanımının ve nükleere silaha sahip olmanın hukuksal bir zemine oturtulmasıdır. Bu konulara ilişkin yine bir hukuksal kurumsallaşmanın tesis edilmesi ve uygulamalarından da bu hukuksal zemin üzerinde sürdürülebilmesinin sağlanmasıdır.
2025 yılında dünya bugün kullandığımız enerjinin %50 oranında daha fazlasını tüketiyor olacaktır. Havaya salınan karbon oranının sakıncaları dikkate alındığında 2025 yılından sonraki dönemde enerji gereksinmesinin sadece nükleer enerji dışında bilinen diğer kaynaklar kullanılarak karşılanması olanaklı görülmemektedir. Nükleer enerji konusunu gündemden çıkarmış olan çevre sorunlarına duyarlı ülkeler de gelecekte ortaya çıkacak enerji açığını gidermek için yeniden konuya dönüş yapmışlardır. Konu tartışılmaktadır.
Nükleer enerji teknolojisine sahip olma, nükleer silaha sahip olmanın ön koşulu olarak düşünülmektedir. Nükleer silaha sahip olma ise, siyasal sorunların çözümünde kullanılabilecek bir üst siyasal konuma sıçrama şeklinde algılanmaktadır. Nükleer silah, siyasal bir amacın elde edilmesi için kullanılabilecek siyasal bir araç olarak algılanmaktadır.
Günümüzde 40 kadar ülke nükleer enerji alt yapısına sahip bulunmaktadır. 70 ülkedeki 900 kadar laboratuarda ve fabrikada askeri amaçlarla da kullanılabilecek radyoaktif malzeme üzerinde çalışma yapılmaktadır. 30 kadar ülke nükleer silah yapabilme teknolojisine sahip konuma gelmiştir ve bu sayının 60’a ulaşabileceği değerlendirilmektedir[6].
Soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra nükleer teknolojinin ve nükleer malzemenin denetimsiz kalması ve terör örgütlerinin eline geçme olasılığı önemli ve öncelikli bir sorun olarak algılanmaya başlanmıştır.
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması, “Nükleer Sorun”un küresel ölçekte gözetim ve denetim altına alınmasını amaç edinmiştir[7].
Bu antlaşmanın üç bacağı bulunmaktadır. Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, nükleer silahsızlanma ve nükleer enerjinin barışçı amaçlarla kullanılması antlaşmanın eksenini oluşturan ve geleceğe yönelik önem taşıyan ana konulardır.
Nisan 2010 ayı içerisinde Washington’da düzenlenen zirve, 1968 yılında başlayan sürecin önemli bir aşamasıdır[8]. Genel olarak antlaşma hükümlerinin etkin ve yaygın kılınması, özel olarak da İran’ın ve benzer tutumu devam ettiren/ettirecek olan ülkelerin nükleer programlarının denetlenmesi, nükleer silah yapmalarının önlenmesi üzerinde durulmuştur.
İran’ın denetlenmesi ya da durdurulması iki nedenle önem taşımaktadır. Birincisi, İran’ın nükleer silaha sahip olma konusunda örtülü, gözetime ve denetime açık olmayan bir çalışma yaptığı konusunda uluslararası toplumda yaygın bir izlenimin ortaya çıkmış olmasıdır. İran, toprakları üzerinde ani bir denetim yapılmasına halen karşı çıkmaktadır. İkincisi, 30-60 ülkenin nükleer silah üretebilme noktasına gelmiş ve sanki bir bekleme odasında bekliyor olmasıdır. Bu ülkeler İran’a yönelik uygulamanın sonuçlarını beklemektedirler. Uluslararası toplumun kuralların ve yaptırımların uygulanması anlamında yetersiz ya da başarısız kalması, ülkeler arasında nükleer silaha sahip olma yarışının başlamasına neden olabilecektir. Bu da uluslararası barışa ve güvenliğe ciddi anlamda risk oluşturacaktır.
Birleşmiş Milletler Örgütü’nün ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın bu konuda daha etkin hareket edeceği değerlendirilmektedir. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması, nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin nükleer silah, nükleer patlayıcı/patlatıcı malzemeler ya da bunlar için gerekli sistemlerin doğrudan ya da dolaylı şekilde alınmasını önleyici hüküm getirmiştir. Antlaşma, bu ülkelerin nükleer enerjinin barışçı amaçlarla kullanılması konusunda ise, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile birlikte bir gözetim ve denetim sistemi kurmalarını zorunlu kılmıştır[9].
Nükleer silahsızlanma konusunda da çalışmalar yapılmaktadır. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra Güney Afrika Cumhuriyeti, Beyaz Rusya, Kanada, Kazakistan, Meksika, Şili ve Ukrayna sahip oldukları/topraklarında konuşlu zenginleştirilmiş uranyumu ya da nükleer silahları topraklarının dışına çıkarmış ya da etkisiz hale getirmişlerdir.
Nükleer enerjinin kullanılması, hem bir sorun ve hem de bir konu olarak dünyanın gündeminde bulunmaya devam edecektir. Nükleer enerji üreten santrallerin, nükleer silaha sahip olma amacıyla bir aşama olarak algılanması bir sorun olacaktır. Dünyadaki enerji açığının kapatılması amacıyla nükleer enerji üreten santrallerin nitelik olarak geliştirilmesi ve nicelik olarak da çoğalması ise önemli bir konu olmaya devam edecektir[10]. Bir nükleer enerji santralinin inşa edilmesi 8-10 yıl sürmektedir[11]. Bu durumda, nükleer enerji kullanarak enerji gereksinmesini karşılama anlayışına geri dönüş bağlamında, önümüzdeki yıllarda dünyada nükleer enerjinin yaygın kullanımı söz konusu olabilecektir. 2025 yılından sonra nükleer enerjinin kullanımının daha yaygın hale geleceği değerlendirilmektedir[12].
Güvenilir nükleer santrallerin inşa edilmesi ile nükleer teknolojinin ve nükleer santrallerin gözetiminin ve denetiminin nasıl sağlanabileceği hususları ise önümüzdeki süreçte gündemde olmaya devam edecektir.
Nükleer enerji santralleri için de bir evrimleşme süreci yaşanmaktadır. Nükleer enerji üretimi pahalıdır. Nükleer atıklara işlem yapılması için kaynak yaratılması zorunludur. Nükleer kaza riski bulunmaktadır ve bir nükleer kazanın maddi ve manevi etkilerinin ortadan kaldırılmasının maliyeti hem yüksektir ve hem de süresi uzundur. Ancak, daha güvenli olduğu öne sürülen dördüncü kuşak nükleer santrallerden söz edilmektedir. Bu santrallerin sahip olduğu özellikler nükleer silah üretimine geçiş için kullanılamaması, düşük maliyetle elektrik üretimine olanak sağlaması, atıklarının kolay işlenebilmesi, bir kaza olasılığı gündeme geldiği zaman kendini durdurması ve sızıntıya olanak vermemesi olarak sıralanmaktadır[13].
Nükleer enerji santrallerinin kullanımına yönelik kamuoyu gelecek yıllarda şekillenecektir.
Nükleer teknolojinin ve nükleer santrallerin gözetimi ve denetimi Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması ile yeni düzenlenecek mevzuata göre yapılmaya devam edecektir. Gözetim ve denetim faaliyetleri için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı daha etkin olabilecektir. Bugün sadece 250 uluslararası uzman tarafından yürütülen gözetim ve denetim faaliyeti için daha geniş bir yapılanmaya gidilebileceği değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak;
Dünyadaki çatışmaları ve çatışmalar sonrasında ortaya çıkacak resmin şekillendirilmesini yöneten “küresel iradenin” (büyük) oyunu devam etmektedir. Bu büyük oyunun (Büyük Strateji) önemli bir parçası olan nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, nükleer silahsızlanma ve nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması maksadına yönelik çalışmalar da sürdürülmektedir.
Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda yakın zamanda düzenlenen toplantılarda önemli kararlar alınmıştır. Önlemeye yönelik irade ortaya çıkmıştır. Önleyici ya da zorlayıcı önlemler alınabilecektir. Bu bağlamda İran’a ve Kuzey Kore’ye uluslararası kamuoyu tarafından baskı uygulanması gündeme gelebilecektir.
Nükleer silahsızlanma süreci devam edecektir. ABD ve Rusya Federasyonu ellerinde bulunan nükleer silah stoklarını karşılıklı olarak eritmeye devam etmektedirler. Üçüncü ülkelerin nükleer silaha sahip olma iradesi kırılmaya çalışılacaktır. Amaç “nükleer silahlardan arındırılmış dünya” (nuclear free world) noktasına ulaşmaktır.
Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması ise hem siyasi ve hem de ekonomik bir konu olarak gündemde bulunmaya devam edecektir.
Bütün bu nükleer konuların gözetimi ve denetimi, dünya güvenliği ve barışı bakımından önem arz etmektedir. Bu nedenle konulara daha küresel bir bakış giderek önem kazanacaktır. Küresel ölçekte nükleer enerji normları oluşturulmaktadır. “Nükleer Enerji Hukuku” şekillenmektedir. Kurumsallaşma, gözetim ve denetim sistemleri daha yaygın ve etkin olacaktır. Önleyici ve zorlayıcı önlemler gündeme gelecektir.
Giderek nükleer silahlardan arınan ve ancak nükleer enerji kullanmaya devam eden bir dünyaya doğru yol aldığımız değerlendirilmektedir.
[1] Liddle Hart, Strateji, Londra, Faber ve Faber, 1967, 2nci gözden geçirilmiş baskı, s.332 (Strategy London: Faber & Faber, 1967. 2nd rev. ed. p.322)
[2] James F. Miskel, Yeni “Yeni Dünya Düzeni”nde Ülkelerle İlişkileri Şekillendiren Büyük Stratejik Yaklaşımlar, (Grand Strategies for Dealing with Other States in the New, New World Order), makale (okunmasını salık veriyorum, RT)
[3] Alman bir yayıncı olan Ewald-Heinrich von Kleist-Schmenzin tarafından 1962 yılında “Güvenlik Politikası Üzerine Münih Konferansı” (Munich Conference on Security Policy) adı altında başlatılan ve her yıl düzenlenen bu konferansa ortalama 40 ülkeden 250 kadar bakan, parlamento üyesi, bilim adamı, yüksek düzeyde silahlı kuvvetler ve basın yayın temsilcisi katılır. 2010 yılı Şubat ayı içerisinde 46ncı kez düzenlenen konferansa Türkiye’den Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu katılmış ve “Ortadoğu’da Güvenlik ve İstikrar” konulu panelde görüşlerini açıklamıştır.
[4] ABD Başkanı George W. Bush 2002 yılında “Birliğin Durumu Hakkında Konuşma”da (State of the Union Address) “Şeytan Ekseni” (Exis of Evil) ifadesini kullanmış; Irak, İran ve Kuzey Kore’yi bu eksene dahil ülkeler olarak belirtmiştir. Bu üç ülke nükleer silaha sahip olmak ya da sahip olmaya çalışmakla suçlanmıştır.
[5] Beyaz Saray Basın Merkezi, 13 Nisan 2010, Başkan’ın Nükleer Güvenlik Zirvesi ile ilgili Basın Toplantısı, “İlk değineceğim konu, tehdidin ivediliği ve ciddiyeti konusunda uzlaşma sağlanmış olmasıdır…Bugün, nükleer terörizmin uluslararası güvenliğe yönelik dikkate alınması gereken en önemli tehditlerden biri olduğunu ilan ediyoruz.” (First, we agreed on the urgency and seriousness of the threat… Today, we are declaring that nuclear terrorism is one of the most challenging threats to international security).
[6] Snezhinsk Fizik ve Teknik Enstitüsü, Nükleer Silahların yayılmasının Önlenmesi Çalışma Merkezi, Tatiana Serikova, Nükleer Rönesans: Faydaları ve Riskleri (Nuclear Renaissance: Benefits versus Risks), 2007-2008
[7] http://www.un.org/Depts/dda/WMD/treaty/
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (Nuclear Non-Proliferation Treaty), nükleer silahların ve nükleer silah teknolojisinin yayılmasının önlenmesi, nükleer enerjinin barışçı amaçlarla kullanılmasının özendirilmesi, nükleer silahların imha edilmesi ve nükleer silahsızlanmanın sağlanması, ülkeler arasında güven artırıcı bir ortam sağlanabilmesi için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı sorumluluğunda bir denetim mekanizmasının kurulması maksadıyla gündeme gelmiş önemli bir antlaşmadır. 1968 yılında imzaya açılmıştır. 1970 yılında yürürlüğe girmiştir. Geçerlik süresi 25 yıl olarak saptanan Antlaşma, 1995 yılından itibaren süresiz olarak uzatılmıştır. 2002 yılı itibariyle Antlaşma, 187 ülke tarafından imzalanmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi olan beş ülke (ABD, Rusya Federasyonu, İngiltere, Fransa, Çin) “Nükleer Silaha Sahip Ülke” statüsü taşımaktadır. Hindistan ve Pakistan antlaşmayı imzalamamışlardır. Hindistan ve Pakistan 1998 yılında nükleer silaha sahip olduklarını resmi olarak açıklamışlardır. İsrail, bir açıklama yapmamıştır. Kuzey Kore 2003 yılında antlaşmadan çekilmiştir. İran, antlaşmaya taraf bir ülkedir. Ancak, antlaşma hükümlerine aykırı hareket ettiği konusunda bir izlenim bulunmaktadır. Antlaşma, ülkeleri “Nükleer Silaha Sahip Ülkeler” (Nuclear Weapons States) ve “Nükleer Silaha Sahip Olmayan Ülkeler” (Non-Nuclear Weapons States) olarak ikiye ayırmaktadır. İmza atan ülkenin antlaşmadan çekilme hakkı bulunmaktadır.
[8] http://www.un.org/disarmament/WMD/Nuclear/NPT2010Prepcom/PrepCom2009/index.html
Nükleer Silahların yayılmasının Önlenmesi Antlaşması, her beş yılda bir gözden geçirilmektedir. 2010 yılı Gözden geçirme Konferansı Mayıs 2010 ayı içerisinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın New York’taki merkezinde yapılacaktır.
[9] Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması, m.2 ve m.3
[10] 2025 Yılında Dünya: Yükselen Asya ve Sosyo-Ekonomik Dönüşüm, Avrupa Komisyonu, 2009, s.14 (The World in 2025: Rising Asia and Socio-Ecologic Transition), Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre 2025 yılı itibariyle dünyanın enerji tükemi (talebi) 2005 yılına kıyasla %50 artacaktır. Tüketilecek enerji 15 miyar ton petrole eşdeğer olacaktır…2030 yılı itibariyle karbon kaynaklı enerji üretimi esas olacaktır. Enerji üretiminin %80 kadarı fosil yakıtlardan (petrol, kömür ve gaz), %10 kadarı nükleer santrallerden ve %10 kadarı da yenilenebilir enerji (su, rüzgar, güneş, vb.) kaynaklarından elde edilebilecektir. (According to the International Energy Agency in 2025 the world energy demand will have increased by 50 % in relation to 2005 and will reach 15 billion tons oil equivalent…The share of carbon-based energy should remain very largely dominant in 2030. Fossil fuels (oil, coal and gas) account for 80 % of the world’s primary energy mix while nuclear (fission) and renewables (hydro, wind, solar, etc.) account for 10 % each.)
[11] Bir nükleer santralin inşa bedeli 6-10 milyar dolar arasında değişmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti 100’den fazla yeni nükleer santral inşa etmeyi planlamaktadır. ABD.de 40 yıl olan nükleer santral işletme ruhsatlarının bir kısmının süresi 60 yıla çıkarılmıştır. ABD.de 30 yeni nükleer santral inşası için çalışma yapılmaktadır.
[12] UAEA kayıtlarına göre 2007 yılı itibariyle 31 ülkede 439 nükleer santralden enerji elde edilmekte ve 2009 yılı itibariyle de dünyadaki enerji tüketiminin %6,3 ve elektrik tüketiminin de %15 kadarı nükleer santrallerden sağlanmaktadır. 2030 yılı itibariyle toplam enerji tüketiminin %13 kadarı nüler santrallerden karşılanabilecektir. Enerji tüketimi %50 artacak, buna karşılık nükleer santrallerden elde edilen elektrik oransal olarak azalacaktır.
[13] James Martin, 21nci Yüzyılın Anlamı (kitabın özetine www.ozetkitap.com adresinden ulaşılabilir), İngiltere, özel sektörün pahalı bulması nedeniyle nükleer santrallerin özelleştirilmesinden vazgeçmiştir. 1994 yılında bir nükleer santralin kapatılmasının ve bölgenin temizlenmesinin maliyeti 15 miyar dolar olmuştur. 1986 yılında yaşanan Çernobil kazasından sonra temizleme çalışmalarına katılan 7000 kişi, sonraki yedi yıl içerisinde radrasyona bağlı hastalıklar nedeniyle ölmüştür. Kazanın sadece Ukrayna’daki maliyetinin 55 miyar dolar olduğu değerlendirilmektedir.