ABD:
ABD’nin Suriye politikasının ana hatları; öncelikle şiddetin durması, Esad rejiminin sona ermesi, Alevi, Kürt, Hıristiyan azınlıkların da haklarının korunmasına imkan veren istikrarlı demokratik bir sistemin temelinin atılması olarak özetlenebilir. ABD artık Esad yönetiminin bir reform yapabilmesi iradesinin ve Suriye’de böyle bir zeminin bulunamayacağını görmüş bulunmaktadır. Bu nedenle de Esat yönetiminin sona erdirilmesi gerektiğine inanmaktadır.
ABD politikası, mümkün olan en kısa sürede ve en az şiddete mal olacak şekilde sürecin bitirilmesi seçeneği üzerine yoğunlaşmıştır. Rejimin destek aldığı merkezlerin ikna edilmesi/zayıflatılması, etnik ve dini ayrımcılığa meydan vermeyen demokratik bir Suriye için muhalif güçlerin cesaretlendirilmesi esasına dayanan bir stratejinin uygulanmasını tercih etmektedir[1].
Ancak, muhalif güçlerin uzlaşma zemininden uzaklaşmış olmaları, arzu edilmese de çatışmanın giderek etnik ve dini bir karakter kazanması, muhalif gücün Sünni ağırlıklı bir görünüm ortaya koyması, bazı ölçüsüz şiddet uygulayan (İslamcı) terör örgütlerinin çatışmalara müdahil olması gibi hususlar ABD yönetimini rahatsız etmiştir. ABD için arzu edilen sonuç bu değildir.
Gelişmeler ABD’nin daha yavaş hareket etme seçeneğini tercih etmesine neden olmuştur.
RF ve ÇHC:
Her iki ülkenin de Suriye ile önemli düzeyde ekonomik ve askeri çıkarları bulunmaktadır. BMGK’nin daimi üyesi olan bu ülkeler Esad rejimini etkisiz kılmaya yönelik Batı destekli üç karar tasarısını veto etmişlerdir. BM çevrelerinde ortaya çıkan Suriye’ye bir ülkenin tek başına ya da birden çok ülkenin müştereken müdahalesi ihtimaline ilişkin seçenek her iki ülkeyi de bu istikamette hareket etmeye zorlamıştır[2].
RF, hiçbir ülkenin “Suriye’deki muhalefete makul görünen önerileri dahi kabul etmemelerini ve Libya’da olduğu gibi geleceklerini ve kendilerine yardımcı olacaklarını” söyleme hakkı bulunmadığını ifade etmiştir[3].
RF ve ABD yetkilileri Mayıs 2013 ayı içerisinde yaptıkları görüşmeler sonucunda; Suriye’deki tarafların bir uluslararası toplantıya (Cenevre II) katılım konusunda ikna edilmeleri suretiyle, Cenevre Konferansı (Cenevre I) sonuçları çerçevesinde krizin görüşmeler yoluyla sona erdirilmesi konusunda mutabakat sağlamışlardır.
Esat güçlerinin ve muhalif güçlerin ölçüsüz şiddet kullanmaları, muhalif gücün daha Sünni bir karakter kazanması ve bazı (İslamcı) terör örgütlerinin çatışmalara müdahil olması; RF’nun ABD ile ortak hareket etme gibi bir anlayışa yakın durmasına neden olabileceği düşünülmektedir.
ÇHC Suriye sorununa, bir ülkenin bağımsızlığına saygı ve bir ülkenin iç sorunlarına diğer ülkelerin müdahale etmemesi ilkeleri çerçevesinde yaklaşmaktadır[4]. Suriye’deki krizin reform hareketleri, tarafların tümünü kapsayan bir siyasi süreç ve politik yöntemler kullanılarak çözümlenmesi seçeneğini desteklemektedir. BMGK’nin sorunun çözümüne yönelik girişimlerini tercih edilir görmektedir. En önemlisi de Suriye’ye yabancı bir askeri müdahaleye şiddetle ve kararlı bir şekilde karşı duruş sergilemektedir.
NATO:
NATO Genel Sekreteri ise Şubat 2012 ayı içerisinde, NATO’nun Suriye’de bir müdahaleye katkı sağlamayacağını açıklamıştır. Suriye’nin politik, etnik ve dini bakımdan Libya’dan çok daha karmaşık olduğu ifade edilmiştir.
İnsan Hakları İhlalleri:
Suriye’de yaygın insan hakları ihlalleri yapıldığı şeklinde bir kanaat oluşmuştur. Bu husus BM ve uluslararası saygınlığı olan insan hakları örgütleri tarafından da tespit edilmiştir.
BM İsviçre Daimi Temsilcisi tarafından BM Genel Sekreterliği’ne 58 ülke adına konu ile ilgili bir mektup sunulmuştur[5].
Bu ihlallerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı alanına giren “Savaş Suçları” ve “İnsanlığa Karşı Suçlar” için zemin oluşturduğu/oluşturacağı öne sürülmektedir.
İnsan hakları ihlalleri hem devlet güçleri ve hem de muhalif güçler tarafından yapılmaktadır[6]. BM İnsan Hakları Konseyi, Güvenlik Konseyi’ne sorumlular hakkında işlem yapılması için konuyu uluslararası yargıya intikal ettirilebileceği hususunda tavsiyede bulunmuştur[7].
BM’in ve uluslararası toplumun Suriye’ye müdahalede gecikmesi insan hakları ihlalleri sonucunda mağdur olan insan sayısının önemli boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Ancak, gerek Suriye devlet güçlerinin ve gerekse muhalif unsurların engellemeleri nedeniyle konu ile ilgili elde mevcut olan bilgilerin gerçek durumu yansıttığını da söylemek mümkün değildir[8].
Kimyasal Silah Kullanıldığı İddiaları:
Suriye’nin elinde kimyasal silah bulunduğu hususu bilinmektedir. Muhalif güçlerin ise küçük ölçekte kimyasal silah temin edebilmeleri olasılığı her zaman mevcuttur. Çatışmaların başladığı tarihten bu güne kadar birçok kez Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı konusu dünya kamuoyunun gündemine gelmiştir.
Kimyasal silah kullanımı yasaklanmıştır[9]. Sivil halka karşı kullanılması bir İnsancıl Hukuk ihlali ve insan hakları suçudur.
Suriye’de kimyasal silah kullanımı konusundaki iddialar araştırılmaktadır. Ancak, henüz bu iddiaları doğrulayacak uluslararası alanda kabul gören bir kanıt tespit edilememiştir.
Suriye, 2012 yılında muhalif güçlerin Halep yakınlarında bir kimyasal ürün fabrikasını ele geçirdiklerini ve kimyasal silah kullanabileceklerini dünya kamuoyuna duyurmuştur[10].
Ağustos 2013 ayı içerisinde ise Şam yakınlarında kimyasal silah kullanımı sonucunda önemli insani kayıpların yaşandığı dünya kamuoyuna intikal etmiştir. Halen bir BM heyeti hem önceki iddiaları ve hem de sözü edilen saldırıyı araştırmak için Suriye’de bulunmaktadır.
Son bilgiler bu çalışmaların çok kolay olamayacağı ve “kimyasal silahın kim tarafından kullanıldığı” sorusuna değil de “kimyasal silahın kullanıldığı” konusuna açıklık kazandırabileceği istikametindedir[11].
Şimdilik “Uluslararası Çatışma Olmaması” Özelliği:
Suriye’deki çatışma ortamı henüz bir “uluslararası çatışma” özelliği taşımamaktadır. Uluslararası kamuoyundaki kanaat Suriye’deki durumun bir iç savaş/sivil savaş karakteri taşıdığı istikametindedir.
Konumuz bakımından üzerinde durulması gereken nokta ise; Suriye devlet güçleri ve bunlara müzahir olan silahlı örgütler ile muhalif güçler arasındaki çatışmaya diğer bazı ülkelerin destek vermesi ya da müdahil olması ile ortaya çıkacak durumun incelenmesidir. Diğer bir bakış açısı ile “uluslararası çatışma olmama” durumunun hangi şartlar altında “uluslararası çatışma olma” durumuna dönüşebileceği hususuna açıklık getirmektir[12].
Bu konu herhangi bir ülkenin uluslararası toplum önündeki itibarının test edilmesi bakımından da önem taşımaktadır.
Uluslararası Ceza Hukuku, bir ülkenin diğer bir ülke topraklarındaki iç çatışma ortamına; o ülke devlet güçlerine karşı savaşan gruplar yanında/destek vermek suretiyle katılması durumunda artık “uluslararası çatışma olmaması” özelliğinin ortadan kalkmış olabileceğine işaret etmektedir[13].
Suriye’deki mevcut durum itibarıyla, ülke içerisindeki çatışmalara diğer ülkeler tarafından teşkilatlandırılan grupların katıldığı ve fiilen kuvvet göndermek suretiyle de destek verildiği bilinmektedir. Nitekim bu yazının yukarıdaki bölümlerinde bazı ülkelerin Suriye’deki çatışma ortamına nasıl müdahil oldukları konusunda bilgiler mevcut bulunmaktadır.
Bugün için uluslararası kamuoyunda henüz bir kanaat oluşmadığını söylemek mümkünse de; durumun yakından takip edildiğini ve BM nezdinde diplomatik girişimler sonucunda sorunun uluslararası yargı organlarına taşınması istikametinde gayretler bulunduğunu göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyoruz.
Bir ülkenin Suriye’deki iç/sivil savaş ile dolaylı da olsa ilintili olduğunun saptanması, o ülkenin taraf ülke olmasının teşhis edilmesine ve çatışmanın bu kez “uluslararası çatışma olması” esası dikkate alınarak değerlendirilmesine yol açabilecektir.
Dördüncü bölümün sonudur.
Av. Reha Taşkesen
Ankara, 25.08.2013
[1] http://www.cfr.org/syria/american-options-syria/p26226
[2] http://www.cfr.org/syria/syrias-crisis-global-response/p28402#p8
[3] Sergei Lavrov, RF Dışişleri Bakanı, 02.06.2011, “Suriye, Ortadoğu’da önemli bir ülkedir ve Suriye’deki bir istikrarsızlığın Suriye sınırlarının ötesine de etkileri olacaktır.”
[4] http://www.mei.edu/content/chinas-evolving-stance-syria
Wang Min, ÇHC BM Daimi Temsilcisi, “Uluslararası toplumun Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne, Suriye halkının değişik gurupların politik müzakereleri sonucunda ortaya çıkacak bağımsız çözüm hakkına tamamen saygılı olacağını ümit ediyoruz.”
[5] İsviçre Mektubu (Swiss Letter), BM İsviçre Daimi Temsilcisi tarafından 14.01.2013 tarihinde BM Genel Sekreterliği’ne 58 ülke adına sunulan mektup; “Güvenlik Konseyi’ne Mart 2011 tarihi itibarıyla Suriye’deki duruma atıfta bulunarak ve hiçbir ayrıma tabi tutulmaksızın suçlular hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne bildirimde bulunulması tavsiye edilir. Konsey Suriyeli yetkililere ve diğer bütün taraflara uluslararası insan hakları kriterlerine ve İnsancıl Hukuk kurallarına tam uyulması konusunda bir çağrıda bulunmalıdır.”
[6] BM, İnsan Hakları Konseyi, Konsey İlgisine Sunulan İnsan Hakları Durumu (Human Rights Situations that Require the Council’s Attention), 18.07.2013, “Hükümet kuvvetleri ve müzahir unsurlar cinayet, işkence, tecavüz, zor kullanarak yerinden uzaklaştırma, planlı hürriyetinden yoksun bırakma ve diğer insani olmayan uygulamalar yapmaktadırlar…Hükümet karşıtı gruplar da cinayet, hukuk dışı mahkum ve infaz etme, işkence, rehine alma ve yağmacılık gibi savaş suçları işlemektedirler” (Government forces and affiliated militia have committed murder, torture, rape, forcible displacement, enforced disappearance and other inhumane acts…Anti-government armed groups have also committed war crimes, including murder, sentencing and execution without due process, torture, hostage-taking and pillage).
[7] BM, İnsan Hakları Konseyi, Konsey İlgisine Sunulan İnsan Hakları Durumu, 18.07.2013, Madde 171/c, “Komisyon, (insan hakları) ihlallerine neden olanlardan uluslararası yargı önünde hesap verme seçeneği de dahil olmak üzere hesap sorulması hususunun dikkate alınmasını Güvenlik Konseyi’ne tavsiye eder” (Commission recommends that the Security Council; commit to ensure the accountability of those responsible for violations, including possible referral to international justice).
[8] http://www.hrw.org/news/2013/07/15/syria-security-council-should-demand-humanitarian-access
Ole Solvang, Human Rights Watch, Acil Durum Yöneticisi, 15.07.2013, “Her gün insanlar ölüyorsa, GK üyeleri politik görüşmelerin arkasına saklanmadan insani yardım kanallarının açılması için çağrıda bulunmalıdırlar…Hükümet güçleri ve muhalif güçler sivil halkı cezalandırmaktan acilen geri durmalıdırlar. İnsancıl Hukuk ve Çatışma Hukuku sivil halkın ihtiyacı olan kaynakların tahrip edilmesini yasaklamaktadır. Çatışan taraflar hızlı ve sınır koymaksızın sivil halkın ihtiyaçlarının karşılanması için insani yardım kanallarının açılmasını sağlamalıdırlar.”
[9] http://www.un.org/disarmament/WMD/Chemical/
Kimyasal Silahların Geliştirilmesini, Üretimini, Depolanmasını ve Kullanılmasını Yasaklayan ve İmha Edilmesini (öngören) Anlaşma (Convention on the Prohibition of the Development, Production, Stockpiling and Use of Chemical Weapons and on Their Destruction), 1992 yılında Cenevre/İsviçre’de kabul edilmiştir. 1997 yılında anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile birlikte, anlaşma hükümlerini takip etmekten sorumlu Kimyasal Silahların Yasaklanması Teşkilatı da (KSYT, The Organisation for the Prohibition of Chemical Weapons-OPCW) faaliyete geçmiştir. 196 ülke (193 ülke BM üyesi) anlaşmanın tarafı/üyesi olmuş, Haziran 2013 ayı itibarıyla (dünya nüfusunun %98 kadarını temsil eden) 189 ülke anlaşmayı onaylamış ya da kabul etmiştir. Bağımsız bir kuruluş olan KSYT ile BM arasındaki İşbirliği Mutabakatı ise 2001 yılında kabul edilmiştir. 7 BM üyesi ülke (Angola, Burma, Mısır, İsrail, Kuzey Kore, Güney Sudan, Suriye) anlaşmanın tarafı değildir.
[10]http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/60077/World/Region/Syria-warns-terror-groups-may-use-chemical-arms.aspx
08.12.2012, Suriye, BM’e bildirimde bulunarak Halep yakınlarındaki Safira kasabasında bulunan Suriye-Suudi Arabistan ortaklığı olan bir kimya fabrikasının (zehirli klorin/toxic chlorin) Jabhat al-Nusra tarafından ele geçirildiğini ve muhalif güçlerin kimyasal silah kullanabilecekleri konusunda uyarmıştır.
[11] http://www.theguardian.com/world/2013/aug/24/syrian-chemical-weapons-rebel
21.08.2013 tarihinde Şam yakınlarında kimyasal silah (zehirli gaz) kullanıldığı, Şam’daki bir hastanede çalışma yapan “Sınır Tanımayan Doktorlar” (Doctors Without Borders) tarafından ifade edilmiştir. Hastanelere 3 saat içerisinde 3600 kadar hasta başvurusu olduğu ve 355 kadar kişinin de öldüğü açıklanmıştır. Çatışan taraflar birbirlerini suçlamaktadırlar. BM Silahsızlanma Konuları Yüksek Temsilcisi, Angela Kane 24.08.2013 tarihinde Şam’a gelmiş ve kimyasal silah kullanıldığı iddia edilen bölgede araştırma yapılması için girişimlerde bulunmuştur. ABD, İngiltere, Fransa ve RF Esat güçlerinin ve muhalif güçlerin BM heyetinin bölgeye girişine ve araştırma yapmasına müsaade etmesi konusunda uzlaşma sağlamışlardır. 20 kişilik bir BM heyeti daha önceki ve güncel olan saldırıları araştırmak için Suriye’de bulunmaktadır. Heyetin sorumluluğu daha önceki iddialarla ilgili üç bölgede “kimin kullandığı” konusunda değil “kimyasal silah kullanıldığı” konusunda araştırma yapmakla sınırlıdır. Suriye Başbakan Yardımcısı heyetin son olay ile ilgili araştırma yapması konusunda ayrıca bir çalışma yapılması gerektiği hususunda açıklama yapmıştır.
[12] http://www.iihl.org/iihl/Documents/The%20Manual%20on%20the%20Law%20of%20NIAC.pdf
Uluslararası İnsancıl Hukuk Enstitüsü, Uluslararası Olmayan Çatışma Hukuku Kitabı (The Manual on the Law of Non-International Armed Conflict), 2006, Madde 1.1, “Uluslararası olmayan çatışmalar, bir ülkenin toprakları üzerinde cereyan eden ve bir başka ülke silahlı kuvvetlerinin müdahil olmadığı çatışmalardır” (Non-international armed conflicts are armed confrontations occurring within the territory of a single State and in which the armed forces of no other State are engaged against the central government).
[13] http://www.geneva-academy.ch/RULAC/qualification_of_armed_conflict.php
Cenevre Uluslararası İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları Akademisi, Silahlı Çatışmaların Sınıflandırılması,
Uluslararası Ceza Mahkemesi-Yugoslavya (International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia-ICTY), Tadiç Davası, Mahkeme “bir ülkenin kendi silahlı kuvvetlerini kullanmadan dolaylı da olsa diğer bir ülkedeki devlet güçlerine karşı çatışan grupları kontrol etmesinin, duruma uluslararası çatışma özelliği kazandırması bakımından yeterli” görmüştür.