Hükûmeti destekleyen bilumum zevat, Başbakan’ı eleştirenleri, demokrat olmamakla suçluyor. Bunu, Başbakan’ın demokratikleşme adına yaptıklarına dayandırıyor. Bu kişiler, ne kadar samimi? Saldırı cephesini inanarak mı oluşturmuş bulunuyorlar, yoksa sol düşmanlığından veya AKP’ye yamanma güdüsü ile mi? Amacım, bunları sorgulamak değil, iktidarın icraatı ile demokrasi farkına işaret etmek. Hizmet, her zaman demokrasi ile örtüşmez çünkü. Bir örnekle somutlaştırmakta yarar var: Mart 2014’te yürürlüğe girecek olan Büyükşehir Belediyeleri yasası için, daha etkili hizmet hedefi gerekçesi gerçekleşebilir ve Büyükşehir Belediyeleri, il bütününe, mevcut duruma göre daha verimli hizmetler sunabilir. Ama bu, yeni yapının daha demokratik olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, yüzlerce belde belediyesinin kaldırılması, halka yakın demokrasi kuram ve uygulamasına tamamen aykırı; 1982 Anayasası’na ve değişmez nitelikteki madde 2’ye de…
Öte yandan, Gezi olayları sırasında İstanbul halkından özür dileyen BŞ Belediye Başkanı Topbaş, “bundan böyle, bir otobüs durağı yerinin değişikliği bile halka sorulacak”, dedi. Doğrudan halkın günlük yaşamını etkileyen siyasî ve idarî nitelikteki tasarrufların yöre ve semt halkına sorulması, “halka en yakın mekânda demokrasi”(démocratie approximative) gereği. Ne var ki, bir-iki gün sonrası, “hayır ben onu seçimler anlamında söylemiştim; halkın bir adaya oy vermesi, onun icraatını onayladığı anlamına gelmekte; seçimle onun kastettim…” deyiverdi. Daha doğrusu, Ankara dedirtiverdi. İlk açıklamayla ilgisi olamayan bu yorum, olsa olsa 19. yy.ın “temsilî hükûmet” anlayışı için düşünülebilir. Oysa, demokrasi kavramı, önce adem-i merkeziyet ile, sonra çevre ile yeni boyutlar kazandı.
Fakat, şu yanılgıya da düşülmemeli: Genişleyen demokrasi alanları, sınırsız değil. Bunun sınırı, özgürlük. Örneğin, Gezi parkı ile ilgili olarak, “Mahkeme kararı ne olursa olsun, referanduma götüreceğiz” söylemi, sorunlu idi: Mahkeme kararına uyma gereği öncelikli olmakla birlikte, esas sorun, temel bir hakkının halkoylaması konusunu oluşturamayacağı. Çevre hakkı, kentli olma hakkı ve yaşam hakkını ihlâl etme riski bulunan bir tasarruf, halka sunularak meşrulaştırılamaz.
Topbaş’ın çelişkili açıklamaları veya AK Parti kurmaylarının Gezi’yi lanetleme üzerine toptancı söylemleri ile, demokratik işleyişe tamamen yabancı “lider partisi” özelliği arasında bağlantı kurulabilir. Ama konumuz, AKP’nin dışa dönük demokratik uygulaması…
Şu halde, AKP, 11 yıllık iktidarı döneminde demokrasi adına ne yaptı? (Gerçi, “demokrasiye verdiği zararlar yanında bunların sözü mü olur?” denebilirse de, demokrasi iddiasına ayna tutmak yararlı olabilir). Öne çıkan iki konu var: Biri askeriye, diğeri Kürt sorunu.
- TSK ve demokrasi: En güncel konu olan Ergenekon hesaplaşması, demokratikleşme ölçüsü olabilir mi? TSK ile siyasal karar mekanizmaları arasındaki mesafeleşmenin ilk önemli adımı, 2001 Anayasa değişikliği ile atıldı. Şimdi, AKP kurmaylarının açıklamaları, hesaplaşmanın hukukî olmaktan çok, politik olduğunu teyit ediyor. Eğer 2002’den bu yana AKP değil de, diğer parti hükûmetleri işbaşında olsaydı, Ordu’nun kışlasına dönmesi, siyasal hesaplaşma ile değil, hukuk yoluyla sağlanacağından, demokrasinin geleceği bakımından sağlıklı bir süreçten söz edilebilecekti… Kuruluşu ve kaldırılması AKP tarafından kotarılan Özel Yetkili Mahkemenin Ergenekon davasına ilişkin gerekçeli kararı bir an önce açıklaması, kararın niteliğini görebilmek için gerekli. (Unutulmamalı: askerleri kışlaya göndermek, sivilleri demokratlaştırmaktan, yargıçlara hukukî karar verdirebilmekten daha kolay…).
- Kürt sorunu ve demokrasi: Bu sorunun çözümü için önceki hükûmetler döneminde atılan adımlar, belleklerde; 3. uyum paketi ile tanınan Türkçe dışındaki diller açılımı da; üstelik, MHP’nin de ortağı olduğu bir Hükûmet dönemine rastlar. Yine, 2002’den bu yana, TBMM’de farklı siyasal çoğunluklar oluşsaydı, hangisi, toplumun o denli yoğun barış taleplerine karşı direnebilirdi? Hatta, bu sorunu AKP’nin belirsizlik ve saydam olmayan sürecine göre, daha demokratik ve hukuki süreçte yürütebilirdi…
AK Parti Hükûmetlerinin (kentsel, çevresel ve ülkesel bakımdan kalıcı zararlara yol açan yatırımları dışında) gerekli ve yararlı altyapı yatırımları olmadı mı? Hiç kuşkusuz oldu. Ama bu zaten Hükûmetin varlık nedeni. Bunun demokrasiyle ilgisi yok. Kaldı ki, otoriter yönetimler, hatta diktatörlükler de, önemli hizmetler sunabilir. Hâl böyle iken, AKP’nin demokrasi hanesi ile hizmet hanesini birbirine karıştırmak, dalkavukluğun daniskası değilse nedir?