Desteklediğimiz adayın kazanması halinde biz ancak mutlu oluruz

~ 16.05.2013, Av. Dr. Başar YALTI ~

Adaletbiz.com ile yapılan 15 Mayıs 2013 tarihli ropörtaj.

TBB seçimlerine 12 gün kaldı. Av.Başar Yaltı ile TBB seçim süreci üzerine yeniden gerçekleştirdiğimiz söyleşide Yaltı seçim sürecindeki eksiklikleri dile getirdi. Başar Yaltı; "Herkes inanarak çalışırsa seçim kazanılır. Vazgeçmeden çalışmak gerekir diye düşünüyorum. Seçim kazanıldıktan sonra onun zaferini kutlayan çok oluyor. Desteklediğimiz adayın kazanması halinde biz ancak mutlu oluruz" dedi.

Adaletbiz/ Yeşim Turan: TBB seçim sürecini değerlendirir misiniz?

Av. Başar Yaltı: Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz hafta Sayın Metin Feyzioğlu İstanbul Barosu Delegasyonu ile buluştu. Toplantıyı yöneten Baro Başkanımız Sayın Ümit Kocasakal tarafsız kalarak ve oldukça başarılı bir şekilde toplantıyı yöneterek taktir topladı.

Toplantıya İstanbul Barosu Başkanı ile birlikte 47 İstanbul Barosu Delegesi katıldı. Toplantıda söz alan delegelerden; Ünsal Tüzün, Erdal Üner, Şeref Kısacık, Tayfun Akçay gibi önemli isimler Metin Feyzioğlu’nu desteklediklerini bu toplantıda açıkladılar. Daha önce de Turgut Kazan, Aysel Çelikel, Engin Ünsal, Duygun Yarsuvat, Rona Aybay, Önay Alpago, Berra Besler, Ali Şen gibi kamuoyunun tanıdığı delegelerin Metin Feyzioğlu’na desteklerini açıkladıklarını biliyoruz.

Toplantıya katılan 47 delegeden, benim tespitime göre 31 delegenin Metin Feyzioğlu’nu desteklediğini söyleyebiliriz. Ayrıca toplantıya katılmayan 52 delegeden 18 delegenin daha Metin Feyzioğlu’na destek verdiklerini az çok tahmin ediliyor. Şuan için Metin Feyzioğlu’nun İstanbul Barosu delegelerinden 45 – 50 oy alabileceğini, bunun seçim gününe kadar 60’a kadar çıkabileceğini hatta aşabileceğini değerlendiriyorum. Bu sayı hiçbir şekilde 45 sayısının altına düşmez diye öngörüyorum. Sayın Ahsen Coşar’a da 8–10 civarında oy verilebileceğini değerlendiriyorum. Geriye kalan oylar doğal olarak Sayın Kolcuoğlu’na gidecektir.

Benim, TBB Genel Kurulu süreciyle ilgili gördüğüm en önemli özellik; Türkiye Barolar Birliği seçim sürecinin, genel kurula hazırlık süreci şeklinde daha üst düzeyde yürütülmesi gerekirken, kişisel bir takım çekişmelere ve sadece başkan adaylarının kişilikleri üzerinden yürütülen bir seçim sürecine dönüşmüş olmasıdır. Doğrusu ben bunu, avukatların üye olduğu baroların çatı örgütüne yakıştıramıyorum. Türkiye’de, meslek sahiplerinden siyasal bilince en çok sahip olması gereken kimdir diye sorulsa, sanıyorum ki sokaktaki vatandaş “avukatlar” diye cevap verir. Çünkü hukukçu kimliği var avukatların. Hukukçu kimliği avukatlara sorumluluk yüklemektedir. Ayrıca, demokrasi anlayışı, kavrayışı bakımından ve demokratik bilinç açısından en iyi yetişmiş insan profilinin avukatlar arasında olduğu öngörülür. Böyle de olması gerekir. Ama baktığımızda, TBB genel kurul sürecinin maalesef bu bilinç düzeyine, olması gereken bu düzeye yakışan nitelikte sürdüğünü söylemekte zorlanıyoruz.

Tabii ki seçimin bir psikolojisi var. Seçimin psikolojisi nedeniyle karşı görüşte olanların yapmadığı kadar, benzer görüşleri savunan adaylar birbirlerine olumsuz yakıştırmalar yapabilmekteler. Dolayısıyla süreç kişiselleşti. Kişiselleştiği için de benim umduğum gibi bir tartışma ortamı yaşanmadı. Bazen, biz genel seçimlerde seviyenin düştüğünü söyler şikâyet ederiz. Ama demek ki seçimlerde bu oluyormuş.

Ne olması gerekirdi? Kuşkusuz başkan figürü çok önemli… Ama yarış, bir kadro hareketi olarak ortaya konulmalıydı. Birinci eksiklik olarak bunu görüyorum. Gerçi her başkan adayının yanında, çok da belirginleşmese de, bir takım isimler dile getiriliyor. Oysa bir başkanının kadrosunda kimlerin olduğu yeteri kadar önceden belli olmalıydı. Hangi kadro ile hangi başkan adayının hareket ettiği çok önemli diye düşünüyorum. Maalesef bugüne kadar açık bir şekilde bu gerçekleşmedi. Birinci eksiklik olarak bunu görüyorum.

İkinci eksiklik olarak da genel söylemlerin dışında bir program tartışması yaşanmadı. Her üç adayın da yayınladığı broşürler ve orada neleri yapacakları konusunda taahhütleri var ama bunlar klasik alışagelmiş seçim bildirgeleri düzeyini aşamadılar. Bu noktada belirginleştirilmesi gereken konuların, öne çıkarılması gereken konuların ne olduğu pek anlaşılamadı. Bunu da bir eksiklik olarak görmek gerekiyor.

Program tartışması, proje tartışması, mesleğe, sorunlara bakış açısı tartışması pek yapılamadı diye düşünüyorum. Adaylardan en azından Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun Türkiye’nin genel durumu ile ilgili olarak bir bakış açısı ortaya koyduğunu görebiliyoruz. Benim anladığım kadarıyla Metin Feyzioğlu’nun yaklaşımı şudur; Türkiye’nin önünde karanlık bir tablo var. Türkiye son zamanlarda tartışmaya açılan barış süreci sonunda yapılacak bir anayasa ile yeniden şekillendirilecek. Anayasa Türkiye’nin hem mevcut rejiminin değişikliğinin bir zemini olacak, hem demokratikleşmeden uzaklaşmanın, otoriterleşmenin hatta bölünmeye kadar gidecek bir sürecin zemini olacak. Dolayısıyla bu süreç sonunda Türkiye Barolar Birliği çok büyük bir sorumlulukla karşı karşıya kalacak. TBB Türkiye’nin önemli hukuk kurumudur. Dolayısıyla bu hukuk kurumunun anayasanın tartışıldığı bir ortamda takınacağı tutum önemlidir. Şu andaki Barolar Birliği Başkanını hatta yönetimin bir kısmını katarak baktığımızda, sürece ve siyasal iktidara destek vermekte oldukları görülmektedir. Oysa Türkiye’nin içinde bulunduğu sürecin sonu otoriter bir Türkiye’ye doğru gidiyor. Buna karşı durulması gerekir. Bu nedenle de Barolar Birliği yönetimine sağlam ve ciddi bir kadro gelmelidir. Hangi yönden? Cumhuriyetin kazanımlarını koruyan, demokrasiyi geliştiren, insan haklarına saygıyı, hukuk devletini esas alan bir bakış açısına sahip olan, ulusal devleti koruyan, gözeten bir bakış açısı ile yeni süreci okuyabilecek bir anlayışın TBB’ye egemen olması gerekmektedir.

Bildiğiniz gibi biz 14 arkadaş bir bildiri yayınlamıştık. O bildiride, bu süreçte tartışılması gereken konuları 3 başlık altında özetlemiştik. Bu başlıklardan birincisi, Türkiye idi. Cumhuriyet idi. Cumhuriyetin korunması ve demokratikleşmesiyle ilgili kaygılarımızı dile getirmiştik, öncelikle. İkincisi, Türkiye’de bir süreden beri, özellikle 2010 referandumundan sonra yargının aldığı yeni biçime, hukukun nasıl yozlaştığına dikkat çekerek bu konularda Barolar Birliğinin takınacağı tutumun önemine değinmiştik. Özellikle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerinde durulması gerektiğini vurgulamıştık.

Özel yetkili mahkemelerle yargının iktidarın sopası haline getirildiğini belirterek, buna karşı Barolar Birliğinin şimdiye kadar yeterli tepkiyi vermediğini söylemiştik. Bundan sonraki dönemde, bu tepkiyi verebilecek, hukuk devletinden, bağımsız yargıdan yana tutum takınacak, halkın hak arama özgürlüğünü sonuna kadar kullanması için zemin yaratacak bir Barolar Birliğinin, barolarla birlikte bu anlayışa sahip kılınması gerektiğini vurgulamıştık.

Üçüncüsü ise, avukatlarla ilgiliydi. Avukatlar deyince zaten sorun oldukça fazla. Sorun çok. Ama dikkat ederseniz bu süreçte avukatların sorunları da tartışılmadı. Biz sadece başlık olarak, avukatlık çok yıpratıldı, itibar kaybetti, itibarsızlaştırıldı, Özel Yetkili mahkemelerde avukatlara karşı uygun görülen davranışların asla kabul edilemeyecek bir tutum olduğunu dikkate alarak, Barolar Birliğinin burada da yeteri kadar sorumluluk üstlenmediğini, tutum takınmadığını, bir karşı duruş sergilemediğini söylemiştik. İşte bu 3 ana başlık altında ortaya konulan Türkiye profiline uygun bir Barolar Birliğine vurgu yapmıştık. Örneğin, genç avukatların çok büyük sorunları var. Genç avukat deniyor. Bağlı veya işçi avukat deniliyor. Bu konuda ne tür bir çözüm öngörülüyor. Bunlar hiç tartışılmadı. Veya Avukatlık Kanunu o kadar içinden çıkılmaz bir hal aldı ki, örneğin, İstanbul Barosunun karşı karşıya kaldığı durum Avukatlık Kanunun çok iyi kaleme alınmamış olmasından kaynaklanan bir sonuç. Yorum yoluyla baro yönetiminin düştüğü / düşmediği yönünde bir tartışma bile yaşandı. Avukatların, sınav sorunu var. Sürekli zemin kaybeden bir iş bulma sorunu var. Pasta küçülürken avukat sayısının artması gibi daha çok sayıda sorun var. Ayrıca, gelir dağılımı sorunu var avukatlar arasında. Şimdi belirtmediğimiz onlarca mesleki sorun var. Ama bunların hiçbiri bu süreçte tartışılmadı. Sadece filanca başkan adayı seçilirse her şey çok güzel olacak, sihirli bir değnek değmişçesine her şey düzelecekmiş bakış açısıyla, takım taraftarlığı gibi görüşler ortaya çıktı. Doğrusu bu bakış açısının avukat topluluğuna yakıştığını düşünmüyorum. Bu sürecin eleştirilebilecek en önemli yönü bu.

Artı, son zamanlarda içinde bulunduğumuz sürece şöyle bir eleştiri de yöneltilebilir. Özellikle benzer kaygıları taşıdığı öne sürülen iki aday için ki bu adayların kim olduğunu biliyoruz, Biri Sayın Kazım Kolcuoğlu, diğeri Sayın Metin Feyzioğlu’dur. İkisinin niye bir araya gelmediği, gelemediği sorgulanıyor.

Sayın Metin Feyzioğlu’nun 11 Mayısta İstanbul Delegeleriyle yaptığı toplantıda en çok sorulan soru bu idi. Sayın Feyzioğlu önümüzdeki süreçle ilgili bir Türkiye tasarımı ortaya koyduktan sonra söz alan arkadaşlar, ki bunların daha çok Sayın Kazım Kolcuoğlu’na oy vermeyi düşünen arkadaşlar olduğunu tahmin ederek söylüyorum, “Biz bu Türkiye tahliline aynen katılıyoruz.” Dediler. “Altına da imzamızı atarız. Ama niye bir araya gelmiyorsunuz.?” Diye soru sordular. Ama bu soru, o anda Feyzioğlu orada olduğu için ona soruldu. Bilmiyorum, konuşan Sayın Kolcuoğlu olsaydı ona da sorulur muydu? Feyzioğlu yanıt olarak; “Sorunun tek muhatabının kendisi olamayacağını” söyledi ki bence de doğrusu buydu. Soru her iki tarafa da sorulmalı. Feyzioğlu cevabına şöyle devam etti, “Ben adaylık çalışmama çok önceden başladım, şu ana kadar 73 baroyu dolaştım, 350 civarında delege ile yüz yüze görüştüm.” dedi. Seçimlere 2 hafta kalmışken, çok sonradan ortaya çıkmış bir aday yerine kendisine böyle bir sorunun sorulmasının anlamsızlığını çağrıştıran bir yanıt verdi.

Ben, başkan adaylarına, “Niye hala bir araya gelmiyorsunuz?” sorusunu sormamak gerekir diye düşünüyorum. Ben bu sorunun artık zamanının geçtiğini, anlamını yitirdiğini düşünüyorum. Artık soruları başkan adaylarına değil, kendimize sormalıyız. Mademki benzer kaygıları taşıyan iki başkan adayı olduğunu düşünüyorlar ve onların Türkiye analizine katılıyorlar, artık bu soruyu onlara değil kendilerine yöneltmelidirler. Önümüzdeki bu karanlık tablonun sonucunda bir mücadelenin verileceği açık… Böyle bir mücadele hangi başkan adayıyla, hangi kadroyla, daha başarı bir şekilde verilebilir? Her delege bu soruyu vicdani bir sorumluluk çerçevesinde kendisine sormalı ve mümkün olabildiği kadarıyla da taraftarlığından arınarak sorusuna cevap aramalıdır. Bu gerçek bir vicdani sorumluluktur. Çünkü bu sorunun cevabı aranırken filanca baronun üyesi olmanın önemi olmadığını düşünmek zorundayız. Baronun kararına uyuyorum, gerekçesine sığınamayız. Biz delegeler, Baroların değil avukatların temsilcileriyiz. Delegeler kararlarını verirken ebette ki kendi barosunun dünya görüşünden etkileniyorlar, kendisine oy veren avukatların paralel dünya görüşü taşıdığını biliyorlar. Dolayısıyla kendilerini seçen avukatların tercihini dikkate almak zorundadırlar. Ben en önemli vicdani sorumluluğun, tabandaki avukatın tercihinin ne olabileceğinin dikkate alınması sorunu olduğunu değerlendiriyorum. Yoksa biz delege seçildik o yüzden ben ne karar verirsem o karar doğrudur gibi bir yanılsama içerisinde asla olunmamalıdır.

Bu sürecin en önemli eksikliklerinden birisi de (ki ben sadece bu dönemki seçim süreci için söylemiyorum bunu) bütün barolar birliği kongre süreçlerinin, tabandan kopuk, sanki delegeler arası bir yarışmış gibi görünüyor olmasıdır. Oysa barolar birliği seçimlerini, doğrudan avukatların seçeceği bir yönteme dönüştürme konusu tartışmaya açılmalıdır. Hatta Barolar birliği seçimlerinin 4 yılda bir yapılmasının uzun bir süreç olduğu, büyük barolar için 2 yılın da kısa bir süre olduğu tartışmaları var. Seçim süresinin ortalama 3 yıl olması için bir çalışma yapılması sağlanabilir. Tabii tüm bunlar tartışılması gereken konular. Ama bu konular hiç tartışılmadığı gibi, avukat tabanından kopuk, sadece delegeler arası bir işmiş gibi hatta ve hatta bazı yerlerde baroların tüzel kişiliği ile bağlantılı bir kongre yarışıymış gibi gösteriliyor, bu süreç. Bu doğru değil diye düşünüyorum.

13 gün sonra yaşanacak bir kongre var önümüzde. Bu yüzden artık soruları kendimize sormalıyız. Kendi vicdanımıza danışarak, kendimize sormalıyız. Ben vicdan kavramına şöyle bakıyorum: Vicdan kişisel bir şey değildir. Vicdan kamusal bir kavramdır. Örneğin yargıçlar vicdani kanaatlerine göre karar verirler, dendiği zaman, buradaki vicdan kavramı o yargıcın kendi kişisel tercihleri, yaşam biçimiyle bağlantılı bir kavram olamaz. Tam tersine kamusal anlayışın, toplumsal bakışın bir süzgeci olarak, baktığı davada, kendi algılarıyla sorunu nasıl yorumladığının tercihidir, yargıç vicdanı. TBB seçimlerinde de, takım tutar gibi değil, en azından avukat kamuoyunun, hatta bana sorarsanız Türkiye kamuoyunun yaklaşımlarını, hukuk adına üretilmiş değerleri dikkate alarak karar vermelidir her delege. Ama en azından kendisini oraya seçen avukat kamuoyunun bakış açısına göre, anlayışına göre oyunu kullanmak zorundadır. Yani delegenin oyu ipotek altında değildir ve baro yönlendirmelerinin de ipoteği altına olmamalıdır. Bütün barolar için söylüyorum. Ama bakıyorsunuz ki Baro yönetimleriyle iç içe geçmiş bir yapı var. Bunun olmaması gerekir.

Bizde demokrasi, katılımcı bir anlayışla sürdürülmediği için taban, seçimlerden sonra yönetimden kopuyor. Bu nedenle, demokratik bir anlayışın sürdürülmesi çalışmasını delege kendisi bizzat yapmalıdır. Bu gerekçeyle ben baroların aday çıkartamayacaklarını, baroların kendi adaylarının olamayacağını başından beri savunuyorum. Bütün adaylar Türkiye’nin adayıdırlar. Tabii ki aday, şu ya da bu barodandır. Örneğin İstanbul Barosu’ndan Sayın Kazım Kolcuoğlu, İstanbul Barosu’nun adayı değildir. Ya da Ankara Barosu’ndan Sayın Metin Feyzioğlu, Ankara Barosunun adayı değildir. Ancak Sayın Kazım Kolcuoğlu İstanbul Barosu’ndan bir adaydır, yine aynı şekilde Sayın Metin Feyzioğlu Ankara Barosu’ndan bir adaydır. Barolardan birden çok aday da çıkabilir. TBB başkan adayı olmak isteyen bir delege arkadaşımız ortaya çıktığında, “Hayır biz adayımızı seçtik. Sen aday olamazsın.” denmeyeceği için, hiçbir baro aday çıkartamaz. Ancak Baro delegelerinden adaylar çıkabilir. Bu yüzden delege arkadaşlarımızın aday bizim baromuzun adayı diye düşünmemesi gerekiyor. Kendi vicdani kanaatlerini kullanarak oy verirken “bizim barodan” diye bir bakış açısı son derece yanlış ve sakıncalıdır diye düşünüyorum. Ayrıca, delege olma misyonunu yaralayıcı bir tutumdur diye düşünüyorum… Buna dikkat etmek gerekiyor. Bana göre delegeler oyunu kullanırken üç soruyu kendilerine sormalılar;

1) Türkiye ne olacak? Cumhuriyet değerleri nasıl korunacak? Türkiye nereye gidiyor?

2) İçinde bulunduğumuz hukuk sistemini, yargının içinde bulunduğu durumu beğeniyor muyuz, beğenmiyor muyuz?

3) Ve üçüncü en önemli soru ise avukatlık, yani bizzat mesleğin kendisi ne olacak. Meslek nereye gidiyor? İster ekonomik sorunlar olsun, ister meslek itibarı ile ilgili sorunlar olsun, ister avukatlar arası ilişiklerden kaynaklanan sorunlar olsun… O kadar çok sorun var ki. İşte bu üç başlıkta topladığımız sorunlarla ilgili olarak hangi başkan, hangi kadro daha iyi, daha donanımlı bir mücadele verebilir? Ve kazanımlar elde edebilir? Oyumuzu vereceğimiz cevaba göre kullanmalıyız.

Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Peki kadro diyoruz, kadro önemli diyoruz ancak kadrolar belli değil? Neden açıklanmıyor kadrolar?

Zannediyorum Sayın Feyzioğlu’nun kadrosu kısa süre içinde açıklanacak. Bu konuda da şunları söylemek isterim. İki ana fikir çarpışıyor, bu konuda. Örneğin ben, kadroların önceden belli olmasından yanayım. Hangi Başkan, hangi kadro ile seçmen, delege arkadaşlardan oy isteyecekse o kadrosuyla birlikte istemelidir. Tek kişiye tapınma kültüründen uzaklaşmanın yoludur bu. Kadrosuyla öne çıkmayı göze alamayan bir başkan kadrosuna güvenmiyordur. Ama ikinci bir görüş var; “Bu bir seçimdir, seçimde saatler bile, dakikalar bile çok önemlidir.” Kadro belli olursa küsenler olur. Seçime katılmayanlar olur, deniyor. Bu bakış açısının doğru olmadığını, demokratik olmadığını, saydamlık açısından sıkıntılar yarattığını düşünüyorum. Son gece pazarlıkları kadar seçimleri çirkinleştiren hiçbir şey olamaz. Bu nedenle seçim kaybedilse bile kadrosunu önceden açıklayan bir başkan adayı bence en erdemli şekilde davranmış demektir. Pazarlık, seçimi çirkinleştiriyor ve çıkar ilişkisine çeviriyor ve biraz önce bahsettiğimiz ilkesel bazda davranmaktan uzaklaştırıyor, Programatik davranış geri planda kalmış oluyor. Siz yapacaklarınızı kişilere bağlı olarak ertelerseniz veya onlara bağlamış olursanız ilkelerinizden taviz de vermiş olursunuz. Oysa açıkça ne yapacağınızı ve hangi kadro ile nasıl yapacağınızı açıklarsanız, bence her biri tek başına vicdani sorumluluğunu da yerine getirecek deneyimde birer avukat olan delegelerin, erken davranıp kadrosu ve ilkeleriyle birlikte ortaya çıkan başkan adayına sırf bu nedenle de onay vereceğini düşünüyorum. Kaldı ki diyelim ki kadroda yer almamış, umduğu, denetim, disiplin veya yönetim organlarında yer bulamamış olan bir kişi küskünlük gösterip öbür listeye gidecekse de gitsin. Bu tarz ilkesizliklere prim vermemek gerektiğini düşünüyorum.

Ama dediğimiz gibi bir başka açıdan da, “Seçim insanla kazanılıyor. Dolayısıyla biz son dakikaya kadar kadroyu açıklamayı bekletiriz, hesaplar, kitaplar yapılırken, kimsenin kaymasına, küsmesine engel oluruz veya küskünler yaratıp seçime katılma sayısını azaltmamak için bu belirsizlik korunmalıdır.” gibi anlayışlar da var. Saygı duyarım bu fikirlere. Ancak ben bu görüşte değilim. Ben her adayın en azından seçime 1 hafta kala kadrosunu açıklaması gerekir diye düşünüyorum. Bu konudaki görüşlerim baro seçimleri bakımından da hep bu şekilde olmuştur.

Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Siz 3 yıl önce Önce İlke Grubu bölündüğünde Ümit Kocasakal ve sizin de içinde bulunduğunuz ekiple İstanbul Barosu seçimlerini kazandınız. Bu seçimleri kazanmanızda, gerek bölge çalışmalarıyla gerek basın aracılığı ile çok çalışma yaptınız ve bu gruba seçim çalışmalarında destek verdiniz. Seçim çalışmaları boyunca önde olan en önemli isimlerden biri oldunuz. Sonuç olarak seçim çalışmalarınız başarılı bir sonuç verdi. Şimdi görünen o ki siz seçim çalışmalarında oldukça etkilisiniz, Önümüzdeki TBB seçimleri için Başar Yaltı’nın desteğini alan seçimi kazanır demek doğru olur mu?

Av. Başar Yaltı: Sizin bu söylediklerinizi ancak iltifat olarak kabul edebilirim. Teşekkür ederim. Sağ olsunlar delege arkadaşlarımızın bir kısmı ile ortak hareket ediyoruz. Üç yıl önce de benzer davranışı sergiledik ve İstanbul Barosunda yeni bir dönemin önünü açtık. Şimdi TBB bakımından bunu yapmaya gayret ediyoruz. Ama ne yazık ki, önümüzdeki TBB seçimleri bağlamında şu anda bizim baro yönetimiyle ters düştük. İstanbul Barosunun aday çıkartmaması gerektiğini söyledik. Ama engel olamadık, dolayısıyla farklı bir tercihte bulunduk ve Feyzioğlu’nu desteklemeye karar verdik. Seçim sonucunu tek bir kişiye veya bir gruba bağlamamak gerekir. Herkes inanarak çalışırsa seçim kazanılır. Vazgeçmeden çalışmak gerekir diye düşünüyorum. Seçim kazanıldıktan sonra onun zaferini kutlayan çok oluyor. Desteklediğimiz adayın kazanması halinde biz ancak mutlu oluruz.

Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Evet. Ancak ne kadar kişilere indirgemeyelim, kişiselleştirmeyelim desek te seçim sürecini bana öyle geliyor ki siz Metin Feyzioğlu yerine Kazım Kolcuoğlu’nu ya da aynı kanattan bir başka adayı desteklemiş olsaydınız desteklediğiniz başkan adayı için avantaj sağlayacaktınız. Ben Ankara cephesini bilmiyorum. Ancak İstanbul’da sizin kadar başından beri dik bir duruş sergileyerek birçok kişiyi önce karşınıza, zamanla yanınıza alarak Feyzioğlu’na desteğini belli eden ve bir örgütlü çalışma gösteren biri olmadığı görülüyor.

Av. Başar Yaltı: Ortak hareket eden arkadaşlar olarak bir bildiri yayınladık. Ana çerçeve odur. Önceki söyleşilerde Cumhuriyet değerlerine nasıl baktığımızı söylemiştim. Bu süreçte bir eksiklik olarak sol felsefenin çok dile getirilmediğini belitmiş, bu ihtiyacı dile getirmiştim. Bunlara bir daha girmeyeceğim. Bizim farkımız şu. Biz demokrasiye içtenlikle inanan arkadaşlarız. Bizim en önemli özelliğimiz; bir kararı müzakere ederek alıyor oluşumuzdur. Bu çok önemli bir özelliktir. Bizim İstanbul Barosunun karar süreçlerinde eleştirdiğimiz yönü budur. Birçok konuyu tartışmadan, yeteri kadar müzakere etmeden, sadece oylayarak karar haline dönüştürmesidir. Demokrasilerde oy “gerek şarttır” ama “yeter şart” değildir. Demokratik tutum, bir yaşam biçimidir. Karar süreçlerine sürekli katılımı gerektirir. Ayrıca sorumlu davranmayı gerektirir. Bizler ülkeye karşı, mesleğimize karşı, hukuka karşı sorumluluğumuzun gereklerine uygun kararlar alıyoruz. Eğer bir kararı gerektiği kadar müzakere ederek alırsanız, o kararının gücünü artırırsınız. Bizim gücümüz buradan geliyor.

Teşekkürler…


Adaletbiz/Yeşim TURAN

 

Av. Dr. Başar YALTI | Tüm Yazıları
Hits: 2611