Paket paket adalet!

~ 15.04.2013, Mehmet Y. YILMAZ ~

4. Yargı Paketi adı verilen düzenlemelerin TBMM’de kabul edilmesinin hemen ardından Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 5. ve 6. Yargı paketlerinin de hazırlanmakta olduğunu açıkladı.
 

Babacan’ın şu konuya yaptığı özel vurguya da dikkatinizi çekmek isterim: Mahkemelerimiz dünya standartlarında adalet dağıtacak!
Dördüncü paketin uzun süren bir hazırlık döneminin ürünü olduğu belirtiliyor. Adalet Bakanlığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını incelemiş, Türkiye’nin “davalık olmaması için” gerekenleri tespit etmiş vs.
Bir yandan da “mahkemelerimizin dünya standartlarında adalet dağıtması için” beşinci ve altıncı paketler de hazırlanıyormuş.
Kimsenin moralini bozmak istemem ama bana öyle geliyor ki bugüne kadar ne olduysa, bundan sonra da öyle olmaya devam edecek.
Türkiye yargısının temel sorunu, mahkemelerin ellerindeki kanunları özgürlükleri geliştirmek için değil tam tersine kısıtlamak için kullanma geleneğine sahip olmasıdır.
Bizde yargı, gerçek adaleti bulmaya uğraşmaz. Devleti korumaya çalışır. Kendisine böyle bir misyon biçmiştir ve her dönemin özelliğine göre kendini konumlamayı da iyi bilir.
Ne kadar “paket” geçerse geçsin eski alışkanlıkların düzeltilmesi kolay değil.
Çünkü “genel güvenliği tehlikeye sokmak” gibi her yöne çekilebilecek ifadelerle bir mitinge katıldığınız için “örgüt üyesi gibi” yargılanabilirsiniz.
Ve önümüzdeki dönemde yargının bunu sıkça kullanacağını da göreceğiz.
Sadece bazı gösterilere katıldıkları için “örgüt üyesiymiş gibi” yıllarca tutuklu olarak yargılanan öğrencileri unutmayalım.
Şöhretli sanık sayısı fazla olduğu için kamuoyunun büyük bölümü Ergenekon ve Balyoz davalarının görülmesi sırasındaki adaletsizliklerin farkında belki ama unutmayın ki aynı adaletsizlikler Türkiye’nin dört bir tarafında her gün yaşanabiliyor ve o sanıkları kimse tanımadığı için bunlar gündeme bile gelmiyor.
Arka arkaya yargı paketleri hazırlamak, bunları yasalaştırmak elbette önemli bir şey, küçümsemiyorum ama bunun bütün sisteme hâkim olan zihniyeti bir günde değiştirmeyeceğini bilelim, hayal kırıklıkları yaşamayalım.

Sorulamayan sorular

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, başkanlık sisteminden giderek umudunu kesiyor gibi görünüyor.
Onun için şimdi yarım ağızla da olsa yarı başkanlık sisteminden dem vuruyor. Cumhurbaşkanının partili olması konusuna da deyim yerindeyse “abanıyor”!
Başbakan’ın esasen herhangi bir anayasal sistemi kafasına taktığını zannetmiyorum, onun böyle bir derdi yok.
O sadece şunu istiyor: Bir tek adam yönetimi oluşturmak, onun da başında olmak.
Bunun için sistem öyle olmuş, böyle olmuş fark etmiyor. Bu amaca kilitlenmiş, o hedefe varmaya çabalıyor.
Moğolistan gezisinde şöyle demiş:
“Benim partili cumhurbaşkanı düşüncem şunu getiriyor: Şu anda başkanlık sistemine, yarı başkanlık sistemine baktığınızda hepsinin partili olduğunu görürsünüz. Obama, Hollande partilidir. Bunları ayıramazsınız. Almanya’ya gidin Merkel partilidir. Gelişmiş ülkeleri kastediyorum. Şimdi Türkiye gelişmekte olan bir ülke. Böyle bir ülkede başkanlık sistemi endişelere sevk ediyorsa o zaman partili cumhurbaşkanlığı sistemine veya yarı başkanlık sistemiyle de bu adımlar atılabilir. Kastım benim bu sistemle bir defa bürokratik oligarşiyi yıkmak ve çok daha hızla ve seri olarak karar mekanizmalarını çalıştırmak”.
Merkel’in “partili cumhurbaşkanı olmadığı” gerçeğini bir yana bırakmak isterdim, dili sürçmüştür diye düşünmek isterdim ama değil.
Obama, Hollande, Merkel gibi örnekleri konuşmanın içine sıkıştırıyor ki kendi hayalini süsleyen otoriter rejime bir meşruiyet kazandırsın.
Tabii geziye katılan gazeteci arkadaşlarımız bu sözlerin üzerine sormaları gereken bazı soruları soramamışlar.
Onları anlayabiliyorum. Çünkü biliyorlar ki Başbakan’ı öfkelendirmek, ne zaman biteceği belli olmayacak şekilde cezalandırılmayı da beraberinde getirir, işlerini yapamaz hale gelebilirler.
Ziyanı yok. Onların yerine ben buradan sormuş olayım:
Obama, Hollande örneklerini veriyorsunuz. O zaman neden “Türk tipi başkanlık sistemi” diye bir şey icat ettiniz? Neden yargıyı, yürütmeyi ve yasamayı bir tek adamın emrine sokuyorsunuz?
Sizin önerdiğiniz sistemi ile ABD ya da Fransa’daki sistemler arasında parlamentoların seçimi açısından ne gibi farklar var? Neden seçim sisteminde de onların yolunu izlemiyorsunuz?
Neden yüksek yargının büyük bölümünü başkan seçsin istiyorsunuz, aynı seçim ABD ya da Fransa’da nasıl yapılıyor?

GDO ‘bulaşması’ ne demek?

MERSİN gümrüğünde ele geçirilen ve GDO olduğu iddia edilen pirinçler ile ilgili haberlerde dikkatimi şu çekiyor: Pirinçlerin kabuğuna GDO bulaşmış!
GDO diye yazdığımız kısaltmanın açık hali şu: Genetiği Değiştirilmiş Organizma.
Bir canlı hücrenin gen diziliminin değiştirilerek kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması! Bu yolla elde edilen canlı organizmaya bu isim veriliyor.
Yani öyle “bulaşacak” bir durum yok gibi görünüyor.
“Buna değmiş, buna değmemiş” diye açıklamak GDO’nun tanımı gereği mümkün değil.
Sonuç olarak bu bir tarım ilacı değil, saklanma ortamında üreyebilecek bir bakteri vs. değil.
Şu sorunun yanıtını neden açıklıkla ortaya koymuyorlar: Söz konusu pirinçlerin genetiği değiştirilmiş mi, değiştirilmemiş mi?

(Hürriyet)

Mehmet Y. YILMAZ | Tüm Yazıları
Hits: 1607