Yargının en önemli sorunlarından birisinin uzayan davalar olduğunu, bu durumun adil yargılanma hakkının çiğnenmesi anlamına geldiğini bilir ve söyleriz.
Bu habere konu edilen olay gibi beklide yüzlercesi, çok sayıda avukatın başından geçmiştir. Ama böylesi bir durumu kabullenmek, kanıksamak, görmezden gelmek mümkün mü? Habere konu sorunu örnek olması bakımından kamuoyunun ve ilgililerin gündemine getirmeyi görev saydık.
Ölçümlere göre Yargıtay ile Ankara Adliyesi arasında ortalama bir km mesafe bulunmaktadır.
Ekli mahkeme “duruşma hazırlık zaptı” ndan da görüleceği gibi, TUTUKLU bir işe ait dava dosyası Yargıtay tarafından bozulduktan sonra (bozma tarihi 16.10.2009 dur) asıl mahkemesi olan Ankara 8. Ağır Ceza Mahkemesine tam 41 gün sonra (Duruşma hazırlık tutanak tarihi 26.11.2009 dur) ulaşmıştır.
Yargıtay bozma kararından sonra dosyanın 3-5 gün sonra postaya verildiğini, Mahkemesinin gelen dosya için birkaç gün sonra tutanak düzenlediğini varsayalım.
Bu durumda dahi 30-35 günlük bir süre kalmaktadır ki, dosyanın bu kadar uzun sürenin sonunda mahkemesine ulaşmasının kabulü mümkün değildir. Üstelik hakkında bozma kararı verilen dosya, tutuklu bir kişi ile ilgilidir.
Mahkeme tutanağına göre, CMK da öngörülen 30 günlük süre geçtikten sonra, 41. Gün tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Yargıtay da görüşme sırası beklenirken geçen ve aylar süren zaman dilimi içinde de yargıç güvencesinden yoksun kalınmıştır.
ŞİMDİ SORUYORUZ, SORUMLU KİM?
ADALET BAKANLIĞI MI?
POSTA İDARESİ Mİ?
YARGITAY MI?
ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI MI?
HEPSİ Mİ?