Ortadoğu dikiş tutmuyor. Kanlı Bahar'ın ilk yayılma hızı çok etkileyiciydi.
Peki dalga geri çekildikten sonra geriye ne kaldı?
Tunus ve Mısır'da “uyumlu İslam” iktidarları, Libya'da kaos, Suriye'de terör yoluyla destabilizasyon. Bahreyn ve Yemen'de ise yangınların üstüne toprak atıldı.
Vaat edilen bir toplumsal-siyasal doku değişikliğiydi. Libya sadece emperyalistlerin Ortadoğu'ya doğrudan askeri müdahalelerinin yeni kapısı oldu. Ona “bahar” demagojisiyle ilgisi olmayan Mali eklendi sonradan.
Değişim kapsamına sokulabilecek iki ülke var. Mısır'da İhvan iktidarının ve dinci Anayasanın meşruiyeti gölgelenmiş durumda. Tunus'ta gerici cephenin siyasal üstünlüğünü terörle sürdürme politikası elinde patladı. Solcu lider, Şükrü Beleyid'in katledilmesi yeni siyasal krizi tetikledi.
Suriye iki yıl direndi şeriatçı çetelere, Batı beslemesi muhaliflere. Emperyalizm ve gericilik karşı-devrim için büyük paraları ve insan kaynaklarını harekete geçirdi. Ama 2013 başı itibariyle üstünlük gözle görülür biçimde Baas'ın lehine döndü. İktidarın silaha silahla yanıt verip çeteleri püskürtmek, muhalefeti bölüp bir bölümünü sistemin içine çekmek, herkesin ağzını kapayacak reformlarla seçime gidip kendini yenilemek yönündeki stratejisi işliyor. Devam ettirilebilirse bu başarı Filistin'in Suriye'den kopartılmasını önleyecek, Lübnan'ın destabilize edilmesine karşı bir rüzgar estirecek, bir dizi dengeyi etkileyecek...
Mısır ve Tunus'ta ilk aşamada emperyalist-İslamcı hegemonyanın altında kalan yığın hareketlerinin, bu tuzağa yeniden düşürülmemelerinin garantisi yok elbette. Böyle bir garanti olsa olsa güçlü bir sosyalist sınıf örgütlülüğü olabilir. Ancak yine de aynı filmin ikinci kez vizyona girmesi ilkinden daha zor olacaktır.
Kriz Müslüman Kardeşler iktidarına odaklanıyor. Dinci gericilikle ittifaktan muhalefete kayan uzlaşmacı liberal hareketlerin İhvan'ın yerini dolduracak kadar güçlenmeleri, kalıcı bir yapı oluşturmaları kolay değil. “İktidar meşruiyeti” yara alan gericilik en örgütlü güç olmaya devam ediyor. Sokaklar sola çekiyor, ama siyasal öngörülerin örgütlülük faktörünü ihmal ederek yapılması yanılgıya götürür.
Bu karışık bir denklem. Kesin olan şu: Dünya krizinin oynattığı dengeleri kendine yontan karşı-devrim yeni bir statü yaratamadı ve karşımıza farklı bir kriz konjonktürü çıktı. İslam-emperyalizm izdivacını bir bölge modeli haline getirme ve Suriye-İran hattını kuşatıp kırma politikası sonuç vermedi. Türkiye'de de AKP'nin bir normalizasyona yönelmesini bu fona yerleştirip düşünmekte yarar var.
ABD emperyalizminin bir temel stratejiyle hareket ettiği açık. Ancak strateji tek bir model anlamına gelmez. Bugünkü kırılmanın emperyalizmi çaresiz bıraktığını düşünmek, emperyalizmi hafife almak, hiç tanımamak olacaktır.
Hiçbir şeyi hafife almayalım ve gelişmelerin sınıf mücadelelerince belirleneceğini bilelim. Stratejilerin bir araç olarak rol oynadığı sınıf mücadeleleri...
* * *
“Arap Baharı” bölge halklarını ve dünya kamuoyunu gerici tasarıma angaje etmek için geliştirilen bir kampanyaydı. Ortadoğu solunu ağır biçimde etkiledi. Sürecin başından itibaren yeni bir cephe açma perspektifiyle hareket etmesi durumunda solun donanımı şimdi farklı olabilirdi. Oysa sol, genel olarak, emperyalist tasarıma ve onun ideolojik kampanyasına eklemlenme, bu alanı içerden dönüştürme niyetiyle hareket etmiştir. Altından emperyalist ve gerici tahkimat çıkan süreci devrim olarak adlandırıp içinde pozitif bir konum almak ağır bir yanlış olmuştur.
Böyle bir sol yakın geleceğe ilişkin daha umutlu konuşmamızı zorlaştırır.
İki yıllık deneyim Ortadoğu'da halk kitlelerinin katılımında bir eksiklik olmadığını gösterdi. Bu coğrafyada kitlelerin alanlarda direnebileceğini düşünememek, kadınların sokaklara dökülmesine şaşırmak, açık söyleyeyim, bir tür oryantalizmi, Batılı kibrini yansıtır. Sorun burda değildi ve değil.
Ortadoğu'da yine halk faktörü anlamında demokrasi ve bunun takipçiliği anlamında demokrasicilik eksiği yoktur.
Sorun devrimci örgütlülüktü, öncülükteydi. Eksik olan Leninizmdir.
Ayaklanma günlerinde öncülüğe işaret edenleri halkın potansiyelini görmezden gelmekle suçlamak boş bir demagojidir. Bir de, “doğru devrimci siyasetin kitlelerin kendiliğindenliğinin ürünü olacağı” yolunda bir yeni solcu teori vardır. Siyasetsizliğe, dahası örgüt düşmanlığına örtü niyetine kullanılır.
Bu söylediklerimde anlaşılmayacak bir şey olduğunu zannetmiyorum. Ama solda işine gelmeyenler var.
Bunlardan biri geçenlerde, bana hitaben “yedirirler adama” demiş.
Belli ki Özgürlük Dünyası veya EMEP “hayatın içinde olmak” ifadesini bayağı yanlış anlamışlar. Neyse bu önemli değil, nasılsa bu düzeysizlikle ilgilenmeyeceğim.
Konu benim bu köşedeki bir yazımda bir kez daha EMEP'in “Arap Baharı” yanılgısına değinmiş olmam. Kabaca şöyle: EMEP süreci bir devrim olarak algıladığı ve olumladığı için, Libya'da silahlı muhalefetin ortaya çıkmasından da heyecan duymuş ve iyimserliğe kapılmıştı.
Süreci olumlarsanız, olacağı budur.
Süreci olumsuzlamış olanlar ise, kolaylıkla aynı silahlı muhalefetin El Kaide bağlantılarını ve emperyalizm tarafından nasıl beslendiğini görmüşlerdi.
Eleştirmenim buna isyan etmiş, ispata davet etmiş, ispat etmeyenin... diye devam edecek neredeyse!
Ama adresi şaşırmış...
22 Şubat 2011 tarihli Evrensel gazetesine ulaşmak o kadar zor mu?
“Arap Aleminde her bir ayaklanma Ortadoğu ve dünya halklarına yeni bir tecrübe edindirmektedir. Libyalı isyancılar da Tunus ve Mısır’da eksik olan halkın silahlanması meselesini gündeme getirmiştir.”
İyisi mi, ben Kadir Yalçın'la Kamil Tekinsürek'in arasından çıkayım. Kim kime hangi sıfatı uygun görüyorsa, aralarında karar versinler.
Demek ki, yazmadan önce okumak lazımmış.
Bir de; yazmak ve polemik yapmak içi alınganlık iyi bir motivasyon değildir. Örneğin ÖD yazarı benim AB ve Irak Kürdistanı'yla ilgili solda düşülen hatalara değinmemden alınıvermiş. Böyle yapmamak gerekir. Sonra, “yarası varmış” derler.
(SolHaber)