Görevimizin Başındayız

~ 07.02.2013, İstanbul Barosu ~

GÖREVİMİZİN BAŞINDAYIZ... DAVALAR, BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ! HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE, HUKUK DEVLETİNE, DEMOKRASİYE, SAVUNMAYA, MESLEK ONURUNA, CUMHURİYET DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKMAYA AYNI KARARLILIKLA DEVAM EDECEĞİZ.

GENEL KURULDAN ALDIĞIMIZ BÜYÜK DESTEK VE YETKİ İLE GÖREVİMİZİN BAŞINDAYIZ.

Kamuoyunun malumu olduğu üzere, İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesi ve Konya Barosu Başkanlığının ihbarları üzerine Silivri Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma sonucunda 30.1.2013 tarihli iddianame ile İstanbul Barosu Başkan ve yöneticileri hakkında Yargı Görevi Yapanı Etkilemeye Teşebbüs suçu kapsamında kamu davası açılmıştır. Bu çerçevede, bir takım spekülasyonları da önlemek adına aşağıdaki açıklamanın yapılmasında yarar görülmüştür:

1) Söz konusu dava, özel görevli ve yetkili İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan ve kamuoyunda “Balyoz” davası olarak bilinen 2010/283 E sayılı davanın 06.04.2012 tarihli celsesinde İstanbul Barosu Başkan ve Yönetiminin mahkemeden adil bir yargılama yapılmasını, usul kurallarına uyulmasını ve avukata hakkı olan saygının gösterilmesi talebinde bulunmaları sonucunda açılmıştır.

Aynı celsede duruşma savcısının talebi üzerine mahkemece adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçu kapsamında suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir. Akabinde, Konya Barosu Başkanlığınca da Adalet Bakanlığı’na gönderilen bir açıklamada İstanbul Barosu Başkan ve Yöneticilerinin bu fiilinin görevleri içinde olmadığı, fiilin TCK’nun 288.maddesinde yer alan adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçunu oluşturduğu belirtilmiştir. Bunu suç ihbarı olarak kabul eden Bakanlık ise zaten bu konuda yürütülen bir soruşturmanın bulunduğunu ve fiilin görevle ilgili olmadığını belirterek bu başvuruyu da yürütülmekte olan soruşturma ile birleştirmiştir. Nitekim İddianamede Konya Barosu başkanlığı “İhbar edenler” arasında yer almaktadır. Konya Barosu Başkanlığının bir ilki oluşturan, mesleki dayanışmaya ve etiğe uymayan bu davranışı ile ilgili değerlendirmeyi kamuoyuna ve tarihe bırakmaktayız.

2) Anılan dava, hukuki olmaktan uzak, tamamen gözdağı, sindirme ve yıldırmaya yönelik, maksatlı ve konjonktürel bir davadır. Gerçekten suç duyurusu dahi, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçu kapsamında yapılmışken (TCK 288), 3.yargı paketi ile bu suçun cezasının adli para cezasına dönüştürülmesi üzerine davanın, hiçbir unsurunun mevcut bulunmamasına rağmen 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası öngören yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüs suçundan (TCK 277) açılması ilginç ve dikkat çekicidir. Bunun yanı sıra, Avukatlık Kanununun 58.maddesinin açık hükmüne rağmen izin dahi alınmadan, yasadaki mekanizma çalıştırılmaksızın bu dava açılmıştır.

3) İstanbul Barosu Başkanı ve Yöneticileri, Avukatlık Kanununun 76, 95 ve 97.maddelerinin kendilerine vermiş olduğu hak ve yetkiyi kullanarak, yargılamada savunmaya, avukata yönelik kısıtlamaları, engellemeleri, meslek onuruna yönelik uygulamaları dile getirmek, cübbe bırakmak zorunda kalan meslektaşlarına sahip çıkmak amacıyla duruşmaya giderek dilekçe vermişler ve açıklama yapmışlardır. Nitekim bu hak ve yetki bizzat Mahkeme Başkanının tutanağa da geçen “…Sizin Baro yönetimi olarak buraya gelip kullandığınız hakkı Mahkeme heyeti arzu ederdi ki sanıklar kullansın. Sizin tabi ki Baro yönetim kurulusunuz o niyetle gelmişsiniz. Burada kendi iç denetim mekanizmaları sebebinizle bulunuyorsunuz” şeklindeki sözleri ile, ayrıca açıklamanın yapılmasına izin verip sonuna kadar dikkatle dinlemesi, duruşmanın düzen ve disiplinini bozucu bir davranış olarak görmeyerek CMK 203 ve 205.maddelerde yazılı yetkileri kullanmaması ile de kabul ve tevsik edilmiştir.

4) Gerek açıklamada, gerekse sunulan dilekçede davanın esasına yönelik hiçbir ifade ve talep olmadığı gibi, üç talepte bulunulmuştur ki bunlar; usul kurallarına uygun ve adil bir yargılama yapılması, savunmayı ve onun temsilcisi avukatı şekli bir unsur olarak görmeyerek savunma görevini etkin ve işlevsel bir biçimde yapmasının temini, savunma hakkını kısıtlayan, ortadan kaldıran uygulamalarda bulunulmaması, avukata hakkı olan saygının gösterilmesidir. Bunu talep etmek Baronun Kanundan gelen hak ve yetkisi kapsamındadır. Adil bir yargılama yapılması ve usul kurallarına uyulması talebinin, yargı görevi yapanı engelleme yahut adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs olarak nitelenmesi de ancak mizaha konu olabilecek bir yaklaşımdır.

5) TCK’nun 277.maddesi, görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla lehe veya aleyhe sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi için yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüsü suç saymaktadır. Görüldüğü üzere fiilin belirli bir amaçla (gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya haksızlık oluşturmak) ve bu özel kast altında işlenmesi gerektiği gibi, Ceza Genel Kurulu kararlarında da belirtildiği üzere nüfuz kullanma konumunda olup belirli bir etkileme gücüne sahip, altlık-üstlük ilişkisi içinde olması gerekmektedir.

Baro Başkan ve Yöneticileri bu konumda olmadıkları gibi, tamamen usul ve yargılamaya, avukata yönelik kısıtlamalara ilişkin, üstelik açık duruşmada dile getirdikleri taleplerin bu kapsamda kabulü düşündürücüdür. Baro Başkan ve yöneticilerinin, yargıya “gerekeni söyleme” gibi bir konum ve nüfuz gücü, altlık-üstlük ilişkisi yoktur.

Durum bu kadar açıkken, anılan davanın hukuki olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Bu dava tamamen siyasi bir davadır.

6) Yargının dizayn edilmesinden sonra sıranın avukatlara ve barolara geldiği çeşitli gelişme ve uygulamalarla açıkça görülmektedir. Avukatların soyut iddia ve isnatlarla hukuka aykırı olarak aranmaları, tutuklanmaları gibi bu dava da aynı sürecin bir parçasıdır. Ancak hep ifade ettiğimiz gibi avukatlar, baş eğmeyen, boyun eğmeyen, biat etmeyen, haksızlıklara ve hukuksuzluğa sessiz kalmayan bir tarihsel mirasın onurlu taşıyıcılarıdır. Dolayısıyla aslında yargılanacak olan avukatlık mesleği ve savunmadır. Esasen yargı kendisini yargılayacaktır. 12 Eylül darbesinden sonra askeri dikta rejiminin yargıladığı İstanbul Barosunun o dönemki başkanı Orhan Adli Apayadın’dan sonra ilk kez “ileri demokrasi” de bir baro başkanı ve yöneticileri yargılanacaktır. Bu yargılamanın bir hukuk direnişi olacağı ve bu şekilde tarihe geçeceği, saf hukuk ile “Silivri hukuku” arasındaki mücadeleye sahne olacağı kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğünden yana tüm kesimlerin davayı dikkatle takip edileceğinden, başta İstanbul Barosu mensupları olmak üzere tüm meslektaşlarımızın ve halkımızın duruşma günü Silivri’de olacağından şüphemiz yoktur. Süreç yurt dışındaki tüm hukuk kuruluşları ile de paylaşılacaktır.

7) Hukukun üstünlüğünü, hukuk devletini, savunmayı, meslek onurunu korumak adına gerekirse bedel ödeyemeye hazır olduğumuzu daha önce çeşitli vesilelerle açıklamıştık. Şimdi bu bedeli şeref ve onurumuzla ödemeyi beklemekteyiz. Ancak bilinmelidir ki, bugün olmasa bile yarın bu günlerde hukuku eğip bükerek çiğneyenler de, hukuk önünde bunun bedelini ödeyecekler, hukukun yargısından kurtulsalar dahi, tarihin yargısından kurtulamayacaklardır. Bu tür davalar ve baskılar bizleri, İstanbul Barosu’nu hiçbir şekilde hukukun üstünlüğünü, hukuk devletini, savunmayı, meslek onurunu, Cumhuriyetin temel ilkelerini savunma kararlılığımızı etkileyemez, sindiremez, yıldıramaz. Tüm bunlara daha da kararlılıkla sahip çıkmaya devam edeceğiz.

8) Bu arada bazı basın-yayın organlarında, Avukatlık Kanununa göre Baro Yönetiminin “düştüğü” ne dair iddialarının yer aldığı görülmektedir. Bir “temenni” olarak dile getirilen bu iddia ve belirleme gerçeği yansıtmamaktadır. Şöyleki:

a) Sözü edilen Avukatlık Kanununun 90.maddesi, başlığından da anlaşılacağı şekilde “Seçilme yeterliği ve engelleri” ile ilgilidir.

b) Maddede avukatlığa engel bir suçtan dolayı “son soruşturmanın açılmasına karar verilmesi” nden söz edilmektedir. Bu ifade, Avukatlık Kanununun 58 ve 59.maddeleri kapsamında gelişen bir süreci ifade etmektedir. Nitekim 59.madde bu usulü öngörmektedir. Oysa bu süreç işletilmediği için Baro Başkanı ve yöneticileri hakkında son soruşturmanın açılmasına dair bir karar bulunmamaktadır.

c) Bunun yanı sıra madde, “avukatlığa engel bir suçtan” söz etmek suretiyle aynı Kanunun 5/a maddesine gönderme yapmakta, bu madde ise iki yılı aşkın bir ceza ile yahut sayılan bazı suçlar sebebiyle “mahkûmiyet” şartını aramaktadır. Suçsuzluk karinesinin gereği de budur. Herhalde henüz yargılama dahi başlamadığı halde birileri Baro Başkan ve Yöneticilerini mahkûm etmekte, beraat veya suç vasfının sadece adli para cezası gerektiren TCK 288.madde yönünde değişmesi ihtimalini hiç gözetmemektedir. Oysa müsnet suç maddede yer alan suçlar arasında olmadığı gibi, henüz daha iki yılı aşkın bir mahkûmiyet de söz konusu değildir. Üstelik mahkemenin hukuki niteleme ile bağlı olmadığı düşünülürse mahkûmiyet halinde dahi suç vasfının sadece adli para cezası gerektiren ve 5/a maddesinde yer almayan ve suç duyurusuna konu TCK 288.maddeye dönüşülebileceği de tekrar hatırlanmalıdır.

d) TCK 277.maddenin mevcut halinde dahi öngörülen yaptırım iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası olmakla birlikte, henüz hüküm dahi kurulmadan bir de olası bir mahkumiyet kararının alt sınırın üzerinde, iki yılı aşkın olacağı peşinen söylenemez. Burada lehe olan olasılık yani alt sınırın gözetilmesi gerekir ki bu durumda 5/a maddesine giren bir durum da söz konusu olmayacaktır. Nitekim benzer bir durumda Muğla Merkez İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı vermiş olduğu 09.10.2006 tarih ve 2006/13 sayılı kararında, 90.maddenin 5/a maddesine atıf yaptığını tespit ettiği gibi ilgili maddenin alt sınırının esas alınması gerektiğini açıkça ortaya koymuştur.

e) Nihayet kabule göre dahi, işlendiği iddia olunan fiil tarihinde yürürlükte olan ve lehe konumdaki 277.maddede yargı görevi yapanlara emir vermeyi, baskı yapmayı, nüfuz icra etmeyi suçun maddi unsuru olarak belirlediği gibi, teşebbüsün iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek cezayı altı aydan iki yıla kadar hapis olarak belirlemektedir. Şu halde kabul ve uygulamaya göre dahi üst sınır olarak iki yılı geçmeyecek, dolayısıyla 5/a maddesine girmeyecek bir isnat sebebiyle 90 ve devamı maddelerinin tatbiki mümkün değildir.

f) Bu arada belirtmek gerekir ki, 92.madde tek başına ele alınıp uygulanabilecek bir madde değildir. Gerçekten madde açıkça 90.maddeye atıfta bulunmakta ve belirtilen madde ile ilgili şartların gerçekleşmesini aramaktadır.

9) Kaldı ki, 12 Eylül Darbesinin ardından, o dönemde İstanbul Barosu Başkanı olan Orhan Adli Apaydın hakkında 765 Sayılı TCK’nun 141.maddesinden açılan iki ayrı davanın varlığına rağmen, cuntanın dahi işletmediği bir maddenin, bu dönemde işletilmesi, Genel Kurul iradesinin hiçe sayılması herhalde “ileri demokrasi” nin önemli bir aşamasını oluşturacaktır.

Bu çerçevede daha iddianamenin kabul kararı dahi verilmemişken, Adalet Ve Kalkınma Partisi İstanbul Milletvekili ve İstanbul Barosu üyesi Bülent Turan’ın iddianamenin mahkemece kabul edildiği, Baro Başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin üyeliklerinin düştüğü, yönetim kurulunda olamayacakları, yerlerine yedek üyelerin geleceği, kendi ifadesiyle “Silivri’den başka gündemi olmayan, avukatların dertleri ile dertlenmeyen, mahkemenin, mübaşirin, kâtibin sorunlarına duyarsız kalan baronun ayağına hukuk dolanmıştır” şeklinde açıklamaları, siyasi iktidarın süreçle ne denli yakından “ilgilendiğini” gösterdiği gibi, sürecin ne şekilde geliştiği, ne denli hukuki bir sürecin söz konusu olduğunu da en somut ve açık şekilde ortaya koymakta, başta yargı olmak üzere barolar ve avukatlar bakımından çarpıcı “mesaj” lar içermektedir. Aynı şekilde bu beyanlar, İstanbul Barosu Genel Kuruluna, burada ifadesini bulan avukatların iradesine de açık bir saldırı ve saygısızlıktır. Avukatlar ve Barolar, buna gerekli yanıtı vereceklerdir. Hatırlatalım ki iktidar partisi mensubu olan sayın milletvekili, yargıyı etkileyebilecek konum ve nüfuza, güce sahip bir kişidir.

10) İstanbul Barosu Yönetimi, son İstanbul Barosu Genel Kurulunda aldığı %60 oranında oy ile kanıtlanan büyük bir destek ve güvenle görevinin başındadır. Aynı azim ve kararlılıkla çalışmalarını sürdürmektedir. Herkesin, demokrasinin gereği olarak Genel Kurul iradesine saygı göstereceğine, mücadelenin ancak Genel Kurulda ve sandıkta sürdürülmesi gerekliliği karşısında bu iradeye, demokrasiye ve kanuna aykırı arayışlara tevessül etmeyeceğine inanmak istemekteyiz.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

İstanbul Barosu | Tüm Yazıları
Hits: 30071