Avukatlara yönelik saldırı, özünde toplumun adalet arama hakkını gasp etmektir.
Nasıl ki, gazetecilerin susturulması
toplumun haber alma hakkını kısıtlamak anlamına geliyorsa, avukatların tutuklanması, bürolarının kural tanımaksızın yasadışı yöntemlerle basılması da savunmanın savunmasız bırakılmasıdır.
Yargı üç ana ayak üzerine oturuyor; iddia, savunma, hüküm.
Hükmü veren hâkimlerle iddiayı ortaya atan savcılar neredeyse iç içe mesai yapıyorlar. Oysa iddianameyi hazırlayan savcı ile savunmayı yapacak olan avukatın, hâkim karşısında eşit statüde olması gerekir. Gerçek hukuk devletinde uygulama bu yönde. Avukatlar, Türkiye’deki düzenlemenin de böyle olması için çaba harcarken, son uygulamalarla daha olumsuz koşullara sürükleniyorlar. Yazmaya elimiz varmıyor ama, neredeyse sanıklarla eşit tutulur hale getirilecekler. Bu, olağanüstü dönemlerin uygulamasıdır.
***
Yürürlükteki yasaya göre bir avukatın evinde ya da işyerinde arama yapılacaksa, mutlaka bir cumhuriyet savcısının ve baro yetkilisinin hazır olması gerekir. Polis, onlar gelmeden hiçbir işlem yapamaz.
Son operasyonlarda tutuklanan avukatların ev ve büroları sabaha karşı, sözünü ettiğimiz koşullar yerine getirilmeden basıldı.
Yapılan işleme arama denemez. Baskın ya da daha ağır sözcüklerle ifade edilebilir.
Medyaya yansıyan haberlere göre terör örgütüne operasyon çerçevesinde tutuklanan avukatların hiçbirine yönelik “silahlı terör faaliyeti” suçlaması yok. Kuryelik yaptıkları, bilgi alışverişi sağladıkları, kimi bilgileri yurtdışına servis ettikleri iddia ediliyor.
Bu suçlamalar öylesine soyut ve yoruma açık ki, bunu yol haline getirdiğinizde her meslekten terör faaliyeti üretebilirsiiz.
Zaten olan da bu.
Silivri’deki davalarda da pek çok avukat yargılanıyor. Kimi avukatlar tutuklanınca avukat tutmuşlar. Tuttukları avukat da tutuklanmış.
***
Avukatlar niçin susturulmak isteniyor?
Çünkü, yargının bütün ayakları çökertildi, geriye bir tek avukatlar ve onların örgütlü gücü barolar kaldı.
Eskiden yargı dilinde şöyle bir tanım vardı:
“Bu dosya Yargıtay’dan döner.”
Bugün artık öyle değil. Hatta tam tersi bir durum söz konusu. Yerel mahkemeler de bu gerçeği dikkate alarak karar veriyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da bu yapının parçası haline geldi.
Bu gidişe en azından itiraz edebilecek başlıca yargısal güç, savunma.
Silivri yargılamaları örneğinde gördüğümüz gibi, avukatların hâkim ve savcıları zor durumda bırakacak bir istemleri yok.
Vurgu yaptıkları tek konu şu:
Yürürlükteki yasalar uygulansın!
Evet, avukatlar bunun için çırpınıyor.
Artık Türkiye, hukuk devleti olmak bir yana, kanun devleti bile değil.
İşte böyle bir ortamda avukatlar tutuklanıyor.
Hükümetin bu tür durumlarda şöyle açıklamalar yaptığına tanık oluyoruz:
“Efendim, hiçbir mesleğin suç işleme ayrıcalığı olamaz.”
Elbette olamaz. Ancak burada durum farklı; avukatlık faaliyetlerinden suç üretiliyor. Aslında tutuklanan avukatlar değil, avukatlık.
Bu gidişle yargı teröründen payını almayan meslek grubu kalmayacak.
Bu ortamda baroların mesleklerini koruma gücü, aynı zamanda toplumun hak aramaya yönelik umutlarını da artıracak.
27 Ocak 2013 - Cumhuriyet