Hangi kriz?

~ 11.09.2012, Aydemir GÜLER ~

Kriz dediğiniz olgunun çok farklı türleri olabiliyor. Kriz tekboyutlu, örneğin yalnızca ekonomik alanla sınırlı kalabilir. O durumda siyasi iktidar kitlelere, onları bir biçimde düzene bağlayıcı mekanizmalar sunuyor, gerici ideolojilerin, zekat dağıtımının gazına basıyor.

Kriz sadece dışardan geliyorsa, kısa olmayan bir süre haberler perdelenebiliyor.

Sorun tek başına Kürt sorunuysa milliyetçilik panzehir olarak yardıma koşuyor.

Kriz geçmiş dönemden bakiye olabiliyor.

Kriz yönetim kademelerine yayılmış imamların çok sık düştükleri dramatik hatalardan, beceriksizliklerden, vurdumduymazlıklardan kaynaklanabiliyor.

Ya da, kriz denen olgu, içine bile isteye girilmiş bir sürecin, ondan ayrılması imkansız özelliklerinin ürünü olabiliyor. İşte karşınızda bu tür bir dert varsa, yönetenler genellikle iflah olmuyor.

Örnekler üstünden gidelim.

Suriye çıkmazı rastlantısal, tek boyutlu bir sorun değil Ankara için. Başbakanın birkaç gün önce topu ABD'da başkanlık seçimleri öncesinde yaşanan kararsızlığa attığını görünce ben fikrimi düzeltme ihtiyacı duydum. Başkanlık seçimine çeyrek kala çok radikal işler yapılamayacağı, bir sürü şeyin boşta kalabileceği doğru. Ben de buraya kadarı için Erdoğan gibi düşünüyorum. Ama Erdoğan'ın bu boyutu bu kadar rahat dile getirmesine baktığımda, bu gerçeğin başka ve daha temel bir gerçeğin üstünü örtmeye yaramış olabileceğini düşünmeden edemiyorum.

“Başkanın kararsızlığının” üstünü örttüğü gerçek Yeni-Osmanlıcılığın emperyalist-kapitalist sistemin karar alıcıları açısından tutmadığıdır. Erdoğan'ın “Büyük Türkiye” söylemi Demirel'inkinden daha sağlam çıkmadı!

Tutmayan şu ki; İslamcı ve yayılmacı bir Türkiye'nin Batı'nın aktif taşeronu tanımıyla bile olsa “büyümesi”, inisiyatif alanını alabildiğine genişletmesi, ancak emperyalizmin stratejik bir kararı varsa gerçekleşebilirdi. Örneğin tek başına ABD'nin teşvikiyle sınırlı kalınsa, Almanya yine tek başına işi sabote ediverirdi. Türkiye dünyanın neredeyse bütün büyük güçlerine bağımlıdır çünkü...

Sonra, Yeni-Osmanlı modeli İsrail'in bölgesel konumuna alternatif olmamakla birlikte, bu konumun yetersizliği iddiasını barındırır. Bu iddianın İsrail'in emperyalist-kapitalist sistem içinde zeminini, ister istemez zayıflatacağı açıktır. Bununla bağlantılı olarak İsrail'in "one minute"ün acısını daha fazla çıkartmaya ihtiyaç duyduğu da düşünülebilir...

Bu koşullarda Türkiye emperyalistler tarafından Suriye üstünden önü açılacak yeni bölge gücü olarak tasarlanmamış, onun yerine Suriye'yi destabilize etme operasyonunun üssü haline getirilmiş, zaten çok iştahlı AKP arkadan itilmiş, bütün yük de Ankara'ya bindirilmiştir. Buna göre, kimin ne kazanıp ne kaybedeceği geleceğin sorusudur. Ama bu tür bir ertelemecilik AKP açısından kabus anlamına gelir. Türkiye “hemen şimdi” büyük güç haline geldiğini içeriye ve dışarıya tüm açıklığıyla göstermezse, işler sarpa saracak.

Kriz kavramına dönersek, işte bu tamamiyle, Türkiye'nin Yeni-Osmanlıcı yola girmesinden kaynaklanan bir kriz dinamiğidir. Bu yoldan çıkmaksızın deva bulunmaz. Mevcut iktidarın bu yoldan çıkmasıysa ölümdür!

Aslolan budur. Bu temel üstüne bir dizi rastlantısal kriz biner. Afyon patlaması, Suriye savaşına malzeme tedariki için yaşanan telaştan kaynaklanmış olabilir. Bu ve benzerleri tek tek rastlantıdır. Çoğalmaları, sıklaşmaları ise kaçınılmazdır.

Türkiye ekonomide atak olmak zorundadır. 2008'den beri krizle kaybedilen alanın geri alınması gerekiyor. Hangi sektörün seçildiğini artık hepimiz biliyoruz: İnşaat! Buna enerjinin eşlik etmesinin arzulandığını da...

Türkiye daha fazla ev yapmak, yapabilmek için daha hızlı yıkmak ihtiyacında. Çemberin tamamlanabilmesi için kentlerin daha fazla ve daha fazla büyümesi gerek. Bunun iki doğrudan sonucu oluyor. AKP iktidarının en önemli toplumsal ayağını, rant dağıtma mekanizmasını vb oluşturan belediye yönetimleri çöküyor. Ankara kendi belediyelerinin ayağına, koluna kurşun sıkıp duruyor. İkincisi de inşaat sektörü kaçınılmaz bir patlamaya gidiyor. Herhangi bir gelir artışının inşaattaki büyümeyi massetmesi mümkün olmayacak.

Noktaları birleştirmek zor değil: Suriye Fatihinin ülkesindeki büyük kentleri petrol şeyhlerinin satın almaları, bunlar açısından iyi yatırım olur doğrusu. Ama bu koşullardan ilki yoksa, diğer sonuç da gerçekleşmeyecek!

Bu kriz yolu da, AKP'nin içinden çıkabileceği türden değil. Dönülebilecek bir yol yok...

Ben Kürt sorununun da karakter değiştirdiğini ve bu yola girdiğini düşünüyorum. Türkiye kapitalizminin ulusal sorunu çözemeyeceğini söyleyen genelgeçer tez, İkinci Cumhuriyete içkin bir anlamla bütünleşti. AKP tam da sınırları önemsizleşmiş bir Türkiye ve Ortadoğu'da, İslam kardeşliği çimentosuyla dolu bir burjuva çözüme giderken, yani bu yol nedeniyle, elindeki herşey patlamaya başladı.

Sınırların önemsizliğinin bir neoliberal, emperyalist aldatmaca olduğunu herkes biliyor, önemsizleşen sınır varsa orada ulusalcılıklar önem kazanıyor. İslam sınıfsal, siyasal, ideolojik açılardan bu kadar karmaşıklaşmış toplumları birleştirmeye kesinlikle yetmiyor.

Ama AKP'nin Kürt sorununda söyleyebileceği başka bir şey de bulunmuyor! Ankara neoliberal, emperyalizmle büsbütün uyumlu, islamcı ve burjuva Kürtlerin, yani kendi Kürtlerinin ortaya çıkabilmesi için diğerlerini yok etmeye, sindirmeye uğraşıyor. AKP başka türlüsünü bilmiyor. Bu arada, böyle bir telaş zemininin üstünde Beytüşşebap'taki bayrak vakaları gibi kazalar, kaçınılmaz olarak ekleniyor.

Listeyi uzatabiliriz. Krizin bu türü yönetilemez. Başbakan bağırsa da çağırsa da olmaz.

(SolHaber)

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 1600