NAOM CHOMSKY BİRGÜN'E KONUŞTU:
Batı’nın endişe duyduğu şey demokrasidir!
Boston’daki Massachusetts Institute of Technology, 12 Temmuz 2012 günü, Dr. Noam Chomsky ve Türkiyeli akademisyen ve entellektüellerin tanışma toplantısına ev sahipliği yaptı. Toplantının amacı hem Türkiye'nin sosyo-politik gündemiyle ilgili uluslararası düzeyde farkındalığı artırmak hem de bu amaca yönelik ortak çalışma alanları yaratmaktı. Aralarında, GIT Kuzey Amerika (Türkiye'de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu - gitamerica.blogspot.com) üyesi akademisyenlerin de bulunduğu toplantının ardından Dr. Chomsky'ye Batı’nın Türkiye’ye bakışı, Ortadoğu’ya model olma olgusu ve siyasi tutuklular üzerine sorularımızı yönelttik.
»Bugün itibarıyla yüze yakın gazeteci, bine yakın öğrenci, on bin civarında siyasi tutuklu, yüze yakın sendikacı, elli avukat, birçok entellektüel, akademisyen, seçilmiş dokuz milletvekili içerdeyken ve ceza alan sanatçılar varken Türkiye, Batı tarafından Ortadoğu için model ülke olarak sunuluyor. Siz bu çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?
Bu bir çelişki değil. Batı, diktatörleri her zaman desteklemiştir, hatta Erdoğan'dan daha kötülerini. Mesela Arap Baharı'nı ele alalım. Ordu diktatörlere karşı olana kadar Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa diktatörlerle dosttular. Tunus'ta Fransa ile Bin Ali'yi destekledi, Mısır'da Mübarek'i desteklediler. ABD'nin ve İngiltere'nin en önde gelen müttefiki dünyadaki en aşırı İslamcı, köktenci devlet olan Suudi Arabistan. Batı diktatörlere karşı değildir, tutarlı olarak destekler onları. Batı'nın endişe duyduğu şey demokrasidir, bu bir tehlike arz eder. Dolayısıyla Batı, demokrasi tehlikesini azaltacak ve eski rejimi yeniden inşa edecek şekilde yaptıklarını düzenler. Arap ülkeleri ve Kuzey Afrika devletleri için geçerli olduğu biçimiyle eski rejimi yeniden, yeni isimlerle inşa eder. Dolayısıyla ABD, Mısır'da, mesela, Müslüman Kardeşler'den makul bir şekilde memnun olabilir, onların Şeriat çağrısı yapmalarını çok umursamaz. Onların ilgilendikleri şey neo-liberal politikalar uygulayıp uygulamadıklarıdır ki zaten bunu yapıyorlar. Müslüman Kardeşler ticaret odaklı bir parti, bu da ABD'nin global iktisadi kurallarıyla uyuşuyor. Dolayısıyla öyle ya da böyle kabul edilebilir durumdalar.
Aslında bu örüntüyü görmemek özel bir zekâ gerektiriyor çünkü defalarca tekrar etti. Rutin bir oyun planı var, favori diktatörü zorluklarla karşılaşınca son noktaya kadar desteklersin, eğer desteklemek imkânsız hale geliyorsa, mesela ordu karşı çıkıyorsa veya iş dünyası karşı çıkıyorsa bir yerlere gönderirsin, kurtulmaya çalışırsın sonra da demokrasiye düşkünlüğünü anlatan tutkulu açıklamalar yaparsın, entellektüellerin rolüdür bu, sonra da eski rejimi yeniden inşa edersin. Defalarca yapılmıştır ve bunun birçok sebebi var. Bir tanesini bilmek istiyorsanız Arap kamuoyu yoklamalarına bakabilirsiniz. Batı’nın önde gelen ajanslarının yaptığı birçok kamuoyu yoklaması var. Arap Baharı’ndan önce yapılmış ve Brookings Institute tarafından da yayınlanmış çalışmalar var. Bunlara bakınca Batı’nın neden bu bölgede demokrasiden ürktüğünü kolayca görebilirsiniz. Mesela Mısır’da nüfusun %90’ı ABD ve İsrail’i en büyük tehlike olarak görüyor. Hatta Amerikan politikalarına karşıtlık öyle yüksek ki nüfusun %70’i İran’ın nükleer silah sahibi olmasının bölgeyi daha güvenli kılacağını düşünüyor. Bu tabii ki ABD, İngiltere ve Fransa’nın görmek istemeyeceği bir uygulama. Eğer işler bir demokrasiniz varsa, kamuoyunun düşüncelerini bir şekilde yansıtacaktır. Dolayısıyla demokrasi bütün dünyada ciddi bir tehlikedir, Arap ülkelerinde de. Batı’nın uyguladığı politikalar eski rejimi mümkün olduğunca yeniden, yeni adlarla inşa etmektir. Bu emperyalizmin tarihi kadar eski bir gelenektir.
»Daha önceden çizdiğiniz tabloda AKP'nin bazi icraatlarını olumlayan bir tavır vardı (Amerikan dış politikasına karşı duruş sergilemesi veya İsrail karşıtlığı konularında). Bugün Türkiye’nin sosyo-politik durumuna baktığınız zaman bu algıda bir değişiklik oldu mu?
Benim de beğendiğim bazı uygulamalar oldu. Mesela 2003'te Türkiye'nin ABD buyruğunu kabul etmeyip Irak Savaşı'na taraf olmaması kayda değerdi. Tabii kamuoyu yoklamaları nüfüsun %95'inin savaşa karşı olduğunu gösteriyordu. Dolayısıyla hükümetin bu yönde karar vermesi çok şaşırtıcı değil ama en azından bunu yaptı. Türkiye bunu yapan ender ülkelerden biriydi. Bence bu iyi bir adımdı. İsrail söz konusu olunca da bazı adımların diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Mesela Mavi Marmara konusunu bastıran ve ABD-İsrail ortak baskısına açıktan karşı çıkan bir ülke. Ama bu genel anlamda AKP ile ilgili bir algı değil. Benim de beğendiğim bazı şeyler yaptılar ama beğenmediklerimi de yaptılar.
»Bugüne baktığınız zaman bazı konularda bu algınız değiştiyse buna neyin neden olduğunu düşünüyorsunuz?
Biraz daha geri gideyim, mesela 1990'lar tam bir korku hikâyesiydi. 2000'lerden başlamak üzere bir ilerleme vardı. Yani baskılarda bir azalma, Kürt dışavurumunda daha fazla fırsatlar vardı. İlk defa Diyarbakır'a gittiğim zamanı hatırlıyorum. Güvenlik güçlerinin takibinde ismini vermeyeceğim birkaç Türk entellektüel ve Human Rights Watch'un Türkiye temsilcisiyle birlikteydik. Eğer Kürt bayrağının renklerini çağrıştıran giysiler giyen çocuklar görürlerse bizi başka bir yöne çeviriyorlardı, TV'deki görüntülerden dolayı bu ailelere güvenlik güçlerinden bir tehlike gelmesin diye. Köylerinden çıkarılan ve mağaralarda yaşayan insanlarla karşılaştım. Daha sonra İstanbul'un korkunç varoşlarında çok kötü koşullarda yaşayan Kürt göçmenlerle karşılaştım. O zamanlar durum böyleydi. Son 10 yılda biraz hafifledi, iyileşti ama son birkaç yılda yine tersine dönmeye başladı. Tekrar sert baskılara geri dönülüyor ve Kürt meselesinin barışçıl ve insani çözümün olanağının dibi oyuluyor. Bunu çözmenin yolu baskıyı artırmak, şiddet döngüsünü tırmandırmak değildir.
»İktidarı döneminde Başbakan Erdoğan'ın birçok tartışmalı uygulaması oldu. Beğenmediği için bir heykeli kaldırttı, kadınlara en az 3 çocuk sahibi olmaları gerektiğini söyledi, açıkça ateistleri hedef aldı, kadın ve erkeğin eşit olmadığını söyledi, seçim dönemlerinde milletvekilleri listelerini kendi hazırladı, kendine yakın isimleri kilit noktalara yerleştirdi, birçok gazeteci kendisini ve hükümeti eleştirdiği için işinden oldu. Böylesi bir rejime, hâlâ, demokratik diyebilir miyiz?
Obama rejimine demokratik diyebilir misiniz? Daha önce bahsettiğim, terörist listesine sokulmuş bir gruba şiddet karşıtı tavisyelerde bulunmayı terörizme destek olarak deklare eden uygulamaları başlatıyorsa... Obama yönetimi terörist bir gruba üye olmakla suçlanan insanları suç kesinleşmeksizin kalıcı göz altına alma yetkisini hükümete veren bir kanunu destekledi. Aslında bu biraz ses getirdi ama yalnızca buna maruz kalan Amerikan vatandaşları da olduğu için. Bununla ilgili bir mahkeme vardı ve ben de taraflardan biriydim.
Mahkemelerde bunun çok ileri gittiği ve Amerikan vatandaşlarına yapılamayacağı söyleniyordu. Ama bunu başkalarına yapabilirler, size yapabilirler. Bu demokrasi midir? Demokrasi karışık bir hikâyedir. Mesela seçimleri ele alalım.
ABD'de teknik olarak özgür seçimler var ama Başkanlık veya Kongre sonuçlarını seçim yardımlarına bakarak kolayca tahmin edebilirsiniz. Siyasi uygulamaları, bağışların nerelerde yoğunlaştığına bakarak pekala tahmin edebilirsiniz. Bununla ilgili iyi araştırmalar var. Yüksek oranlarda tahmin ediliyor. Bu demokratik mi, hayır. Ve Kamuoyu bunun farkında. Hükümete karşı tutumlara bakarsanız, Kongre'ye karşı halkın tutumu tarihteki en düşük seviyesinde. Kongre'ye destek abartmasız tek haneli oranda, Başkan'a destek de ondan yüksek değil. Bankalara karşıtlık son derece büyük. Şirketlere karşıtlık son derece yüksek. Kamu politikasıyla kamuoyu arasında büyük bir ayrılık var. Ama bütün bunlara rağmen hâlâ birçok yönden dünyanın en özgür ülkesi. Dolayısıyla açıkladıklarınız Türkiye demokrasisine bir saldırı, bu yüzyılın başlarında gerçekleşiyormuş gibi görünenlerin tersi bir durum. Bir iyileşme vardı, şimdi bir gerileme var, otokratik veya saydıklarınız gibi baskıcı uygulamalara kaydı. Fakat bunlar, ister Türkiye'de, ister burada, isterse başka bir yerde olsun, mücadele edilmesi gerekenler.
»Bir sorum daha olacak. Şu anda Türkiye'de cezaevinde olan siyasi tutuklular için bir mesajınız var mı?
Öncelikle cesaretlerine, doğruluklarına ve baskıya karşı çıkmalarına hayranlık duyuyoruz. Yapmamız gereken, onları hapse zorlayan bu gayrimeşru uygulamaların üstesinden gelmek. Bu da uluslararası bir dayanışmayı, olanları anlamayı ve bilgi sahibi olmayı gerektiriyor.
Mesela İsmail Beşikçi olayı uluslararası bir skandaldır ve onca yıldır da devam ediyor. Kürtlerin haklarını savunmak için tarihsel çalışmalar yapmış ve bu sebeple ömrünün büyük bir bölümünü hapiste geçirmiş bir adam var karşınızda. Bu büyük bir skandaldır, hatta duble skandaldır çünkü kimse kendisini bilmiyor bile. Eğer bir Google taraması yaparsanız göreceksiniz ki Amerikan basını bir, iki kelime dışında neredeyse hiçbir şey yazmamıştır. Beşikçi Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilecek kişidir.
Eylem Delikanlı
(Birgün)