Bugün Resmi Gazete'de, Afet yasasının uygulama yönetmeliği yayımlandı. Yönetmeliği soL'a değerlendiren Devlet Denetleme Kurulu eski üyesi Kadir Sev, Anyasaya aykırı yasanın yönetmelik eliyle düzeltilmeye çalışıldığını söyledi.
Bugünkü Resmi Gazetede, kamuoyunda Afet Yasası olarak adlandırılan 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında” Yasanın uygulama Yönetmeliği yayımlandı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, geçtiğimi yıl çıkarılan KHK’lerle öylesine olağanüstü yetkilerle donatılmıştı ki TMMOB bu durumu şu sözlerle açıklamıştı; “Ülkenin tapusu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verildi”.
Bakanlığa verilen yetkiler yeterli görülmemiş olacak ki; Afet Yasası ile yetkileri daha bir pekiştirildi.
Bakanlığın ve Onun ayrılmaz parçası olan TOKİ’nin artık kamu hukukunda özel bir önemi var. Bunu 6306 sayılı Afet Yasasının 2. maddesinde İdare’den ayrı tanımlanmış olmasından anlıyoruz. Yasaya göre İdare yalnızca belediyelerden oluşuyor. Yasanın maddelerinde İdareden ayrı tutulması için verilen özeni görüyorsunuz; “Bakanlık, TOKİ ya da İdarece” gibi sözcüklerle çok sık karşılaşıyorsunuz.
Oysa neyin “İdare” olduğu Yasalarla değil Anayasa ile belirlenir. Yasada, Bakanlığın ve TOKİ’nin İdare kavramından ayrı tanımlanması, AKP’nin bilinçaltındaki niyetlerinin dışavurumu olarak önem taşıyor: Bunu bir itiraf olarak görmeliyiz.
Aynı mantığın uygulama Yönetmeliğinde de sürdürüldüğünü görüyoruz.
Yönetmeliğin çok acele hazırlandığı, son bir kontrolden bile geçirilmeksizin yayımlandığı anlaşılıyor. Sözgelişi Üçüncü Maddesinin (b) bendinde aynen şu sözcükler yer alıyor; “İdare: Bakanlığı, belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeleri,……” Yönetmelikte düzeltmeler yapıldığı ve “Bakanlık” sözcüğünün düzeltme sırasında çıkarılmasının unutulduğu anlaşılıyor. Ancak hakkını yemeyelim: TOKİ Yönetmelikte İdare kapsamında tanımlanmış ve böylelikle Anayasaya aykırı bir düzenleme Yönetmelikle düzeltilmeye çalışılmış.
Yönetmelikler, Yasanın açıkça yetki verdiği konularda düzenleme yapmak amacıyla çıkarılır ve yetkisini Yasanın hangi maddelerinden aldığı açıkça belirtilir. Yönetmeliğin 2. maddesinde 6306 sayılı Yasanın 3, 6 ve 8 inci maddelerine dayanılarak çıkarıldığı belirtiliyor. Oysa Yasanın 6. Maddesinde Yönetmelik çıkarılacağına ilişkin bir kural yok. Böyle bir kuralın olmayışı, 8. madde imdadına yetiştiği için, yönetmeliği yasal dayanaktan yoksun bırakmıyor ama bir savrukluk göstergesi olarak yine de söz edilmesi gerekiyor.
Yönetmeliğin 6. Maddesi, riskli yapıların belirlenmesine ilişkin kurallar içeriyor. Maddede, riskli alanlara ilişkin tespit yapıldıktan sonra Tapu Müdürlüğü ile Bakanlığa bilgi verileceği öngörülmüş. Ama hak sahiplerine bildirilmesi unutulmuş. Neyse ki, Yasanın 3. maddesinde hak sahiplerine de bildirileceği düzenlendiği için bu konuda bir boşluk doğmuyor.
Yönetmeliğin 8. maddesinde riskli yapı tespitine yapılacak itirazları değerlendirecek teknik kurulun oluşturulma yöntemine ilişkin kurallar getirilmiş. Aslında teknik kurulun 7 kişiden oluşacağı, bunların 4’ünün Üniversitelerce ilgili disiplin alanındaki öğretim üyeleri arasından, 3’ünün ise Bakanlık çalışanlarından oluşacağı, Üniversitelerce görevlendirilecek öğretim üyelerinin inşaat, jeofizik ve jeoloji mühendisliği alanlarından Rektörce seçileceği Yasanın 3.maddesinde belirtiliyor. Uygulama yönetmeliğinden bunu ayrıntılandırması beklenir. Oysa hangi üniversitelerden ve ne gibi ilkeler doğrultusunda seçileceğine ilişkin bir kural yönetmelikte yer almıyor. Üstelik Bakanlıkça seçilecek üç kişiden yalnızca ikisinin inşaat mühendisi olması yeterli sayılıyor. Sözgelişi, bir üyenin işletmecilik alanında eğitim görmüş olması, Yönetmeliğe aykırılık oluşturmuyor. İtirazların, işlemi gerçekleştiren Kurumca seçilmiş kurullar eliyle değerlendirilmesi, itirazın sözcük anlamıyla ne denli bağdaştığının da ayrıca sorgulanması gerekiyor.
Kadir Sev (soL)