Adalet Bakanı Sadullah Ergin, çeşitli yayın organlarından gazetecilere Silivri Ceza ve Tutukevi’ni veya Zulümhane’yi gezdirdi bir hafta önce. “Böylelikle basın ve kamuoyu Silivri ‘Zulümhane’sinin iç yüzünü öğrendi” demek yanlış olur. Çünkü Silivri’nin iç yüzünü öğrenmek isteyenler bunu birinci elden, yani orada yatanlardan öğrenmek olanağına sahiptirler.
Yalnız Mustafa Balbay’ın yazıları ve kitaplarından ibaret değil kaynaklar, Kuddusi Okkır’ın eşiyle başladı, tüyler ürpertici açıklamalar. Sonra, içeriye düşen aydın yazar sayısı arttıkça eserler de çoğaldı.
Kimi tıp profesörü tutuklularımız Haberal ve Hilmioğlu’nun sağlık durumları ile ilgili haberler, diğer tutukluların sağlık haberleri, Tuncay Özkan’ın Silivri’yi tepeden tırnağa anlatan kitabı, içeride yaşam koşullarının nasıl olduğunu anlatıyordu.
Bilmek isteyenler aldılar okudular, öğrendiler, doğrudan kaynaklara ulaşamayanlar için meslektaşları içeri gireli beri, gönlünün yarısı orada olan namuslu yürekli gazeteciler köşelerini bu konulara ayırdılar.
Bu ara bir de, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım da içeri düşünce, tutukluluk kurumu, tutukluluk süreleri, tutukluların sağlık durumları gibi konular top kafalı toplumun geniş kesimlerinin de gündemine giriverdi.
***
Diyeceğim o ki, Silivri’de ne oluyor, koşullar nedir, tutukluların sağlık denetimleri, günlük yaşamları, çalışma hakları, verilen yemekler vb. ile ilgili bütün konularda bulgu sahibi olmak isteyenlerin bilgileri zaten vardı.
İddialar toplumun tümünü değil de yine de küçümsenmeyecek bir kesimini rahatsız edince, Adalet Bakanı’nın düzenlediği Silivri gezisi yapıldı.
Bu bir bilgilendirme gezisi olamazdı. Çünkü zaten her şey biliniyordu.
Olsa olsa, iddialara yanıt vermeye yönelik, her şeyin kuralına ve usulüne uygun olduğuna medyayı ikna amacını taşıyan bir düzenlemeydi.
Silivri ziyaretine katılan arkadaşımız Utku Çakırözer, konuyu ele alan pazar günkü yazısında şunları yazıyor:
“...Silivri’de kalan 9 bin tutuklu ve hükümlüden üçü halk tarafından seçilmiş milletvekili. Tıpkı Sadullah Ergin gibi. Ziyaret sırasında kendisine ‘kamuoyu Silivri hakkında bilinmeyenlerin pek çoğunu Mustafa Balbay’dan öğrendi. Sağlık koşullarını en iyi bilebilecek olan isim ise Mehmet Haberal. Bu isimler artık milletvekili. Çıktıklarında Meclis’te yan yana oturacaksınız. Neden çektikleri sıkıntıları onların ağzından dinlemiyorsunuz?’ sorusunu yönelttim.”
Utku Çakırözer, 4 saatlik turun tek eksiğinin insanlarla görüşme olduğunu, bu tur sırasında kimseyle görüşemediklerini belirtiyor.
***
Ama ziyaretten sonra yayımlanan kimi yazılarda anlatılanlar dudak uçuklatıcı. Sağlık hizmetlerinin ne kadar yeterli olduğundan yemeklerin lezzetine, boş zamanları değerlendirme olanaklarına kadar her konuda Silivri’nin neredeyse bir cennet olduğunu hiç utanmadan, sıkılmadan yazabildiler “gazeteci!” arkadaşlar.
Hatta kimileri boş koridorlarda bakanla masatenisi bile oynayabildiler.
Bunları yaparken, yazarken, bir tek kişiyle konuşma gereğini dahi duymadılar.
Bir noktayı belirteyim, sözüm yeminli ve şerbetli iktidar yalakalarına değil, heyette onların dışında da kişiler vardı. Hiçbirisi, Utku’nun bakana sorduğu soruyu veya benzerini dile getirmedi. Oysa meslekleri bunu gerektirirdi.
Örneğin ben bunlardan hiç değilse 12 Eylül hapishanelerini tanımış olanlarından, bakana şunları veya benzerlerini söylemelerini beklerdim:
- Sayın Bakan gösterdikleriniz, anlattıklarınız iyi de sizin ve yetkililerin önünde, içerideki tutuklulardan, hiç değilse kamuoyunun da tanıdığı kişilerden isteyenlere durumlarının ne olduğunu soralım. Bakalım ne diyecekler?
Hatta bu isteği desteklemek üzere, yetkililerin ziyaret sırasında anlattıklarıyla çelişen iddiaları dile getirebilirlerdi. Bu da güç değildi. Tuncay Özkan’ın “Hapiste Yatacak Olana Öğütler” kitabında, bu gerçek dışı sunumun bütün cevapları teker teker vardı.
Acaba neden yapmadılar?
Bunları yapmayıp söylenenleri kuzu kuzu dinleyenleri dinleyince insan soruyor:
- Medya bu Silivri olayının acaba neresinde?
(Cumhuriyet)