Deniz Feneri davası ile Silivri
davalarını yan yana koyunca ortaya şöyle bir tablo çıkıyor:
Sanki birbirine hiç benzemeyen iki farklı ülkedeki iki farklı dava gibi.
İleride, bu dönem hukukun nasıl işlediği bir araştırma konusu yapılacak olursa, çok çaba harcamaya gerek yok; bu iki dava karşılaştırılsın yeter.
Eğer bu davalardan biri “hukuki” ise ötekine ne ad verilir bilmiyorum.
Artık Türkiye’de hukuk “çoktan seçmeli” hale geldi; her davaya göre ayrı bir çeşidi!
***
Deniz Feneri davasının üç ana ayağı var:
Almanya’daki yargılama, Türkiye’de iddianameyi hazırlayan savcıların başına gelenler, Ankara’daki yargılamama!
Almanya’daki soruşturma 2006 yılında başlatıldı. “Deniz Feneri e.V.” adıyla açılan dava, bu ülkede “yüzyılın bağış yolsuzluğu” olarak anıldı. Nisan 2007’de başlayan dava 1 yıl içinde sonuçlandı. Sanıklardan Mehmet Gürhan 5 yıl 10 ay, Mehmet Taşkan 2 yıl 9 ay, Firdevsi Ermiş 1 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Davanın savcısı Lötz’ün son sözü şu oldu:
“Asıl failler Türkiye’de.”
Böylece davanın Almanya’daki ayağının “başlatılan soruşturma kapsamındaki bölümü” tamamlandı.
Deniz Feneri’nin Türkiye’deki ayağı için soruşturma başlatan savcılar Nadi Türkaslan, Abdülvahap Yaren ve Mehmet Tamöz 8 Eylül 2008’den itibaren 3.5 yıl süreyle görev yaptı. Bu zaman diliminde Deniz Feneri’yle bağlantılı olduğu iddia edilen çeşitli yerlere operasyonlar düzenlendi. Temmuz 2011’de Zekeriya Karaman, Zahid Akman, İsmail Karahan, İzzet Kurum, Ali Solak, Harun Kapuyoldaş, Muzaffer Şafak tutuklandı.
Sen misin tutuklatan!
Soruşturmayı yürüten üç savcı hakkında “evrakta tahrifat” suçlamasıyla soruşturma açıldı, görevden alındılar. Haklarında 11 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. 4 Mayıs’ta yargılama başlayacak.
Üç savcıdan görevi devralan iki savcı Veli Dalgalı ve Hakan Pektaş soruşturmanın seyrini, suç vasfını değiştirdi, “örgüt yok, dolandırıcılık yok, sadece evrakta sahtecilik ve güveni kötüye kullanma var” dedi. Bunlara karşılık gelen suç da yıllar değil, aylarla sınırlı.
Zaten tutuklular, “çok yattıkları” gerekçesiyle 3-4 ay sonra serbest bırakılmıştı.
Üç ayağın seyri bu...
Yargılama sürdüğü, daha doğrusu başlatılmadığı için soruşturma kapsamındaki herkesin şu aşamada masum kabul edilmesi gerekir. Tutuksuz yargılama bizim de her dava için benimsediğimiz bir ilkedir.
Ancak yukarıdaki seyri Silivri ile karşılaştırınca, başta söylediğimiz gibi, “Bu işte bir terslik var” demeden edemiyoruz.
***
Deniz Feneri’nde sanıklara ağır suçlamalar yönelten savcılar hakkında dava açılıyor, Silivri’de sanıkları savunmaya çalışan avukatlar hakkında dava açılıyor.
Deniz Feneri’nde 3-4 ay tutukluluk çok sayılıyor, Silivri’de 3-4 yıl tutukluluk normal sayılıyor.
Deniz Feneri’nde başlangıçta var olduğu iddia edilen “örgüt” dördüncü yılda yok oluyor, Silivri’de varlığı kanıtlanamayan örgüt yıllardır ortaya çıkarılmaya çalışılıyor.
Deniz Feneri’nde soruşturma ilerledikçe dosyalar küçülüyor, Silivri’de her dosyadan 4-5 yeni dosya çıkarılıyor.
Deniz Feneri’nde masumiyet karinesi var, Silivri’de mahkûmiyet karinesi.
Deniz Feneri’nde özgür yargılama esas, Silivri’de tutuklu yargılama.
Ne diyelim?
Türkiye’de yasalar önünde herkes eşittir ama, yasalar herkese eşit uygulanmaz!
(Cumhuriyet)