Devlet Sırrı Kavramı Ve Hukuk Devleti
Günümüzde pek kullanılmasa da; geçmiş yıllarda sık kullanılan bir ifade vardı: “Hikmet-i Hükümet”. Bir de böyle kısık sesle, sanki kimse duymasın diye söylenirdi. O yıllarda tam olarak ne anlama geldiğini de bilmezdik. Sonra öğrendik ki; “gizli saklı işler, aman kimse duymasın” anlamında kullanılıyormuş. Dolayısıyla her şey bu ifade ile birlikte bir gizlilik örtüsünün arkasına saklanır, gerçek ya da gerçek dışı ne varsa her şey bir “devlet sırrı” gibi algılanırdı.
Bu algılamanın devletçi ve otoriter yönetim anlayışının bir ürünü olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Değişen dünya koşulları ile devletin ne olduğu ya da ne olmadığı hususunun zaman içerisinde daha iyi anlaşılması sonucunda “devlet sırrı” kavramı da sorgulanmaya başlanmıştır.
Üretilen “insan merkezli devlet”, “açık toplum”, “bilgi edinme hakkı” gibi tanıdık kavramlar ile bireyin ilgi ve nüfuz alanı genişlerken, devletin de “sır bilgi/eylem” ya da “devlet sırrı” olarak nitelendirdiği girilemez alanları daralmaya başlamıştır. Bazı ülkeler bu gelişmeye koşut olarak hukuksal düzenlemeler yapmak suretiyle bu aşamayı geride bırakmış, bazı ülkeler ise her konuda olduğu gibi bu konuda da geride kalmış ve bir açmazın içerisine girmişlerdir.
Kuşkusuz, “devlet sırrı” kavramının nasıl anlaşılması gerektiği noktasından yola çıkmamız doğru olacaktır. Bu noktada iki saptama yapmakta yarar bulunmaktadır: Birincisi; yazılı, sözel ya da görsel bilginin ya da eylemin “sır bilgi” ya da “devlet sırrı” olabilmesi bunun niteliği ile ilgili bir husustur. Bu bakımdan bilgi ya da eylemin niteliği önem arz etmektedir. Çünkü ancak niteliği bakımından “sır bilgi/eylem” ya da “devlet sırrı” sayılabilecek bir hususun gizliliği söz konusu olabilecektir. Mevzuatımızdaki tanımlamalar, “sır bilgi/eylem/tesis” ya da “devlet sırrı” tanımlamalarından daha çok “gizli bilgi/belge” tanımlamaları üzerine oturtulmuştur. İkincisi; sır kavramı yaşamın gerekleri bakımından hem kademelenmiş ve hem de çeşitlenmiştir1. Bu nedenle konunun geleceğe yönelik olarak daha kapsamlı ve sistemli bir şekilde ele alınmasında yarar bulunmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalardan sonra mevzuatımızdaki tanımlamalara göz atmak yararlı olacaktır. Mevzuatımızda sınırlı da olsa bu konuda yapılmış hem yasal düzenlemeler ve tanımlamalar ve hem de akademik çalışmalar bulunmaktadır2.
Son yapılan düzenlemelerde dikkat çeken husus; sır kapsamında olan bilginin/eylemin/tesisin korunması anlayışı ile ekonomik faaliyetlerin ve savunma sanayisinin gelişmesi, sivil-asker ortak çalışma alanlarının çoğalması kapsamında nüfuz alanlarının da genişlemiş olması bakımından bilgiye ulaşma gereksinmesi arasındaki dengenin korunması çabasıdır. Bu da doğrudur. Bilginin/eylemin/tesisin sır kapsamında değerlendirilerek bir gizlilik örtüsü arkasında saklanma arzusu, bilimsel gelişmede, ekonomide ve sanayide gelişmenin ve ilerlemenin önüne konulabilecek en büyük engeldir. Buradan çıkartılacak sonuç da; kamu ya da özel kesim yöneticilerinin sır bilgi/eylem/tesis konusunda duyarlı davranmaları ve bu ayrımı/saptamayı doğru yapabilmeleri hususudur3.
Geldiğimiz nokta bakımından, sır kavramını öne sürerek birçok konuyu bir gizlilik örtüsü arkasına saklama gayretinin “Hukuk Devleti” ve “Açık Toplum” anlayışı ile bir arada düşünülemeyeceği hususu göz ardı edilmemelidir. Konu ile ilgili çalışmalar yapıldığını basın ve yayın organlarından öğrenmiş bulunuyoruz. Ancak, iyi niyetli olsa dahi bütün bu çalışmaların ürünü olacak hukuksal düzenlemelerin sonuçlarının devlete ve topluma ne şekilde yansıyacağı önem arz etmektedir.
Devlet Sırrı Kanun Tasarısı, “Devlet Sırrı Olan” ve “Devlet Sırrı Olmayan” ayrımını yapmıştır4. Yapılan tanımlamalarda sır kavramı ile ilgili hükümlerin “demokratik toplum” ve “hukuk devleti” ilkelerine aykırı düşünülemeyeceği hususuna da vurgu yapılmıştır. Burada önemli olan husus, niteliği bakımından nelerin “Devlet Sırrı” kapsamında değerlendirileceğidir. Çeşitli mevzuat hükümleri, doktrin ve Kanun Tasarısı hükümleri birlikte ele alındığı zaman; temin edilen/açıklanan bilgi ya da belgelerin niteliği bakımından; “Devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına, milli güvenliğine zarar verecek önemde olması” ve/veya “Devletin anayasal düzenine, dış ilişkilerine tehlike yaratabilecek önemde olması” gerekmektedir.
Dolayısıyla üç konu bakımından bir “zarar sonucu” ve iki konu bakımından da bir “tehlikeye düşürme sonucu” ortaya çıkmış olmalıdır. Bilgi ve belgelerin nitelikleri bakımından “devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına, milli güvenliğine zarar verecek önemde olması” ve /veya “devletin anayasal düzenine, dış ilişkilerine tehlike yaratabilecek önemde olması” hususunun tefrik edilmesi ise soruşturma ve kovuşturma aşamalarında önem ve öncelik taşıyacak bir tespit konusu olarak öne çıkmıştır.
Diğer yandan “devlet sırrı” kapsamındaki suçlara verilecek cezalar bakımından CMK’da bir alt sınırın öngörülmüş olması nedeniyle de “devlet sırrı” kapsamına giren suçlar ile girmeyen suçlar arasında da bir ayrım yapılmıştır5. Artık doktrinde “devlet sırrı” ve “diğer sır/idari sır” ayrımı yapılmak suretiyle sır kavramı dikine ve yatay olarak kademelendirilmiş ve de çeşitlendirilmiştir6.
Devlet Sırrı Kanun Tasarısı kapsamında yer alan ve konumuzla ilgili olan “kurul”, “süre” ve “belgelerin mahkemeye verilmesi” gibi önem arz eden konuları düzenleyen hükümler üzerinde de durulmasının uygun olacağını düşünüyoruz.
Bilgi ve belgelere “devlet sırrı” niteliği verilmesi “Devlet Sırrı Kurulu” tarafından yerine getirilecektir7. Kurul, Başbakanın ve 4 bakanın kendileri tarafından teşkil edilmektedir ve Başbakanın daveti üzerine toplanmaktadır. Bu madde hükmü büyük olasılıkla dört nedenle tartışma yaratabilecektir: Birincisi; yasama ve yürütme konularında önemli sorumluluklar üstlenmiş bu üst düzey yöneticilerin yoğun çalışmaları arasında niteliği bakımından nelerin “Devlet Sırrı” sayılacağı hususuna zaman ayırmaları mümkün olabilecek midir? Yoksa bu sorumluluk kendileri adına yetkilendirilmiş ikinci kişiler tarafından mı yerine getirilecektir? İkincisi; özellikle teknik konular hakkında takdir yetkisi ne şekilde kullanılabilecektir? Üçüncüsü; soyut tanımlamalardan yola çıkılarak “devlet sırrı” tayini sağlıklı yapılabilecek midir? Dördüncüsü ve en önemlisi de; bir siyasi görüşü temsil eden şahsiyetlerin devlet ile ilgili bir konuda uzun süreli bir erişim yasağı hususunda takdir yetkisi kullanmaları uygun karşılanacak mıdır?
Yukarıdaki bilgilere ek olarak anılan madde, kamu kurum ve kuruluşlarının da kendi konuları ile ilgili belge ve bilgiler hakkında bağlı bulundukları bakanlıklar aracılığıyla kurula başvuruda bulunabileceklerin ifade etmektedir. Bu durumda, hem dikine bir bürokratik kademelenme ortaya çıkmaktadır ve hem de sorumluluk bir noktada toplanmaktadır. Bu husus, dikey değil yatay teşkilatlanmayı ve sorumluluğun yatay ve daha aşağı düzeye devrini öngören modern teşkilat ve çalışma anlayışına da ters düşmektedir.
Süre bakımından ise “Devlet Sırrı”, niteliği göz önünde bulundurularak “süreli devlet sırrı” ve “süresiz devlet sırrı” şeklinde ayrılmaktadır8. Ayrımın yapılmasının doğru olduğu düşünülmektedir. Ancak, 75 yıla uzanan erişim yasaklarının ne şekilde kullanılacağı ve nasıl sonuçlar ortaya çıkaracağı tartışmaya açık hususlardır.
Devlet sırrı niteliği taşıyan ve devlet sırrı niteliği taşımayan belgelerin mahkemeye verilmesi hususunu düzenleyen madde, devlet sırrı niteliği taşıyan belgelerin gerekçe gösterilmek suretiyle verilmeyebileceğine işaret etmektedir9. Aynı şekilde kamu kurum ve kuruluşları da birinci kez talep edildiğinde göndermeyebileceklerdir. Ancak, mahkeme ya da savcılık tarafından ikinci kez talep edilmesi durumunda göndereceklerdir10. Bu durumda, başlangıçta ifade ettiğimiz gibi siyasal gerekçeler ile hareket edilmesi durumunda uygulamada önemli sorunlar yaşanabileceği düşünülmektedir. Bu düzenleme ile yargı makamlarının belgelere erişimi kolay bir şekilde engellenebilecektir ya da geciktirilebilecektir. Bireysel olarak bilgilere erişim ise hiç de kolay olmayacaktır ya da mümkün olamayacaktır.
Yakın geçmişte konumuz ile ilgili iki örnek uygulama bulunmaktadır. Konumuz ile benzerlik arz eden ABD’deki süreç henüz tamamlanmamıştır. Çin Halk Cumhuriyeti’nde (ÇHC) ise benzer bir uygulama yaşama geçmiştir.
ABD’de “Devlet Sırlarını Koruma Yasa Tasarısı” 2008 yılında gündeme taşınmış, 2010 yılında Kongre’de ve Senato’da sunumu yapılmış ve halen komisyonda bekleme aşamasındadır. Bu yasa tasarısını hazırlayan senatör tarafından yapılan konuşmada yasanın hatalı şekilde kullanılmasının ortaya çıkaracağı sorunlara dikkat çekilmiştir11. Bir başka Kongre üyesi ise, bu imtiyazın hatalı kullanılmasının insan haklarının savunulmasında sorun yaratabileceğini ifade etmiştir12. Diğer yandan ABD Adalet Bakanlığı yayımladığı bir müzekkere ile hangi hususların devlet sırrı kapsamında değerlendirileceğine, teşkil edilecek bir kurulun karar vereceğini duyurmuştur13. Anılan yasa bakımından ABD’de, devlet sırlarının korunması anlayışı ile hukuk devleti anlayışının ne şekilde ilintili kılınacağı konusunda kamusal ve siyasal düzlemde henüz bir uzlaşmanın sağlanamadığı düşünülmektedir.
ÇHC’de içeriğinde değişiklikler yapılan “Devlet Sırlarının Korunması Kanunu” 2010 yılı içerisinde yürürlüğe girmiştir14. İncelendiğinde, bu değişikliğin özellikle ticari sırların korunmasına olanak sağlamak için yapıldığı anlaşılmaktadır15. Ancak, değişikliğin çerçevesi bununla da sınırlı değildir. Daha geniş kapsamlı düşünülerek sır kavramının dikine ve yatay şekilde kademelendirilmesi ve çeşitlendirilmesi sağlanmıştır. Burada dikkat çeken husus, değişikliklerin bireysel özgürlüklere gelecek zararın değil devletin ekonomik çıkarlarına gelebilecek zararın önlenmesi amacı ile yapılmış olmasıdır. Bu düzenleme ile bilgisayar ortamındaki bilgi akışının da denetim altına alınması gözetilmiş ve bilgisayar kullanıcılarına da sorumluluk yüklenmiştir. ÇHC, ticari sır kavramının tanımını da çok geniş tutmak suretiyle devletin ve kamu iktisadi teşekküllerinin (KİT) gerektiği zaman faaliyetlere müdahale edebilmelerine olanak sağlamıştır16.
Yazımızı noktalamadan önce “devlet sırrı” kavramının bu üç ülkede ne şekilde tanımlandığına dikkat çekilmesinde yarar olduğunu düşünüyoruz17. Türkiye’de devlet sırrı kavramının demokrasi ve hukuk devleti anlayışının önüne geçemeyeceğine vurgu yapılması önemlidir. ABD’de benzer şekilde sivil özgürlüklerin korunması önem ve öncelik arz etmektedir. ÇHC’de ise devlet sırrı kavramının doğrudan devletin güvenliği ve menfaati ile ilişkilendirilmesi ise dikkat çekmektedir. İnsanlık tarihinin devleti öne çıkaran anlayıştan, bireyi öne çıkaran anlayışa devinimi belki de en güzel şekilde bu yasaların lafzından ve ruhundan anlaşılmaktadır.
Türkiye’de ve ABD’de korunmak istenen yarar “demokrasi ve insan hakları” olarak öne çıkarken, ÇHC’de ise korunmak istenen yarar “devletin güvenliği ve menfaatleri” olmaktadır.
Tarihin insanlığa sunduğu diğer bir ders daha bulunmaktadır: Çok olumlu yasalara sahip olmak kuşkusuz yararlıdır, ancak çok örnek uygulamaları yaşamak daha önceliklidir.
Devlet sırrı kavramı ile hukuk devleti anlayışı arasındaki denge doğru kurulabilmelidir.
Sonuç olarak, dünyadaki gelişmelere baktığımız zaman Türkiye’nin devlet sırrı ya da diğer çeşit sır anlamında yeterli bir mevzuata sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Özellikle ekonominin ve bilişim teknolojisinin hızlı bir şekilde geliştiği ve büyüdüğü bir süreçte hukukun geride kalmaması ve bu gelişme ile koşut şekilde eksikliklerinin giderilmesi kaçınılmazdır. Bu eksikliğin giderilmesi için de çalışmalar başlatılmış, ancak henüz tamamlanamamıştır.
Henüz yasalaşmamış olan tasarının mahzurlarına yukarıda değinilmiştir. “Devlet Sırrı” kavramının her kademede iyi anlaşılması önem arz etmektedir. Kamu ve özel kesim yöneticilerinin duyarlı olmaları gerekmektedir. Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, tarafsız/adil yargı, açık toplum, bilgi edinme hakkı gibi kavramlar yaşadığımız yüzyılın olmazsa olmazlarıdır. Türkiye’nin de kazanımlarıdır ve de varlarıdır.
Devlet sırrını/sırlarını koruma adına bu kazanımlarımızı yok etmemiz gerekmiyor.
Av. Reha Taşkesen
Ankara, 09.03.2012
Hits: 3649