Eksikli demokrasimizin parlamentoyu “Hükümet Meclisi”ne dönüştürerek erkler ayrımını “yürütme-yasama” ve yargıya indirmesinin en olumsuz sonucu; denetim işlevinin yargıya devri olmuştur. Asıl mekanında sorunlarını çözemeyen siyaset, çareyi yargıda arayınca siyasi tartışmalar yargı üzerinden yapılır olmuş, bu süreç yargıya siyasallaşma gölgesini düşürmüştür. Aslında siyasallaşan yargı değildir, siyaset kavgasını yargı üzerinden yapmaktadır. Bunu “siyasetin yargısallaşması” olarak adlandırmak daha doğrudur. Çünkü yargı denetiminden memnun olmayan sayısal çoğunluk bu denetimi işlevsiz kılacak düzenlemeleri de yapmıştır. Sonunda siyasetin yargısallaştığını/yargının siyasallaştığını söylemeyen kalmamıştır. Bütün bunlardan sonra hala yargıdan tarafsız, bağımsız, adil ve hızlı olması beklenebilmektedir.
Görüldüğü gibi sorun demokrat olamamak, demokrasiyi özümseyememek ve erkler ayrımını işlevli kılmamaktır.
Bu konumdaki yargının sorunlarına çözüm aranırken görmezden gelinen, hukuk eğitim ve öğretiminin yetersizlikleri ile bunun yargı mensuplarının; hakim, savcı ve avukatların niteliklerine etkileridir. Bağımsızlık ancak bilgisizlikten ve keyfilikten arınmış, iyi eğitimli uygulayıcılar eliyle gerçekleşebilir. Mecelle’nin “Hâkim, hakîm, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metîn olmalıdır.” tanımı tüm zamanlar için geçerlidir. Vatandaşların başvurduklarında haklarının tanınacağı mahkemelerin varlığına inanıp güvenmeleri devlet olgusunu ayakta tutar. Bu güveni sağlayacak olanlar ise sadece nitelikli hukukçulardır. Adil yargılanma hakkı da ancak nitelikli yargılama ile hayatiyet kazanır. Nitelikli yargılamayı içermeyen bir sürecin sonunda adaletin gerçekleşmesini beklemek ne kadar gerçekçidir?
Bu nedenle adil yargılanma hakkını “Nitelikli Yargılanma Hakkı” ile birlikte düşünerek, bireylerin nitelikli hukukçular tarafından yargılanma isteklerini içeren bir insan hakkı boyutunda kabul edip tanımak gerekir. Bu anlayışa ulaşılabildiğinde zaten yargı reformunda büyük yol alınmış olacaktır. Bu nedenle “hızlı” yargı gibi tehlikeli bir saplantının peşinden koşmak yerine niteliği yükseltmenin takipçisi olmak gerekir.
Nitelik nasıl yükseltilecektir?
Yargıya olan güvensizliğin sadece nicelik eksikliğinden kaynaklandığı saplantısı ile “boş” hukuk fakülteleri açarak mezun sayısını çoğaltıp bunların hemen hepsini avukat, tartışmalı sınavları aşabilen birazını da hakim/savcı olarak tam yetki ile ülkenin dört bir tarafına dağıtmanın niteliği yükseltmediği bellidir. Deneme yanılma metodu ile adalete ancak bu kadar ulaşılabilir. Yargı, deneyimsizlerin hata yaparak deneyim kazanmalarına olanak tanınabilecek bir alan olamaz. “Zira, yeterli niteliklere sahip olmayan hâkimlerin (ve savcıların) yapacağı ceza muhakemesi ya da medeni usul hukuku işlemleri “gerçek” bir yargılama değil, adalet dağıtımı görünüşü altında haksızlığın bizatihi devlet eliyle yapıldığı “şekli” bir yargılama biçimine dönüşebilecektir. Ya da başka bir ifade ile söylemek gerekirse, düşük nitelikteki hâkim (ve savcıların) yaptıkları her türlü muhakeme işleminin temelinde bir “meşruiyet” sorunu da ortaya çıkacaktır. Çünkü, meşruiyetin kaynağı, sadece devlet aygıtı tarafından yargılama veya iddia makamlarına hâkim ya da savcı olarak atanmış olmak da değil; ayrıca kamu vicdanında bu kişilerin adaleti gereğince tesis edecek mesleki ve kişisel özelliklere sahip olduklarına dair bir inancın sürekliliğinde var olmaktadır.”(*)
Yargıda niteliği yükseltebilmenin öncelikli koşulu; görev yapan tüm hukukçular olarak bu olumsuz ortalamayı kabul edip düzeltilmesi için kendimizden başlayarak özveri ile değişimin gereğini yapmamız, siyasetin de yargıyı kullanmaktan vazgeçmesidir.10.3.2012
(*)Türkiye Cumhuriyeti Yargı Sisteminin Temel Sorunu“ Hâkim (& Savcı) Niteliği” ve Bu Hususta Eklektik Bir Çözüm Önerisi /Yrd. Doç. Dr. Serhat Sinan KOCAOĞLU/ 2011/ 3 Ankara Barosu Dergisi HAKEMLİ