Bizler farkında olmasak ta, varlıklarımız ‘ötekilerini’ yaşar…
Sosyal maceralarımız çoğaltır tekilimizi ve budar da; azaltır, söndürür; tek tipe sokar.
Ötekiyle ‘benzeş kimlikler’ dışında hayatlara tutunamayız…
Kendini sosyal yolculuk içinde aramak zorundadır tekil varlıklar...
Duyguları, sezgi ve içgüdülerini; deneyimlerini sosyal algı bütünlüğü üzerinde şekillendirip, sürdürebilirler ancak. Buna yaşam denir!
Yabancı olduğu değerlerini toplumsal dolaşıma sokarken; sosyal baskılar belirleyici olur; bedenler ve içgüdülere tanım ve sınır koyar.
Öznesini keşfederek tadını çıkarmaktan vaz geçer; kalıplaşarak büyür ve ergin olur canlı. Bu zorunludur.
‘Benzeşmeli yarışı’ ciddiye almayın demedim… Yoksa dese miydim… Sosyal macera deneyimi, yapay ölçümlü raflarda ayrışır, uzlaşır, tekil yaşamlara ve yaşarken ölümlere yatırır üyelerini.
Sosyal nesnemiz
Kurallara boyun eğerek dengeler kurmaya savaşmak; uzlaşmak, barışmak kaçınılmaz! Sosyal farklarda haz verici şeyler ile iç titreten ölümcül korkular; kitleselleşen sosyal hallerimizin arasında kaybolurlar. Ötekiyle; ‘benlerimiz, egolarımız’ dans ederek savrulur kitleselleşirken, sosyal, siyasal, kültürel ortam üzerlerinde belirleyici olur...
Öteki çocuktur, taciz edilir. Eşcinseldir, dinsizdir, ulusu olmaz, sınıf bilmezdir, zamanla işi yoktur. Öteki süreçler ve şimdinin yolcusudur. Oysa hayatın söz birliği tek sesli yürür, yaşam, kendi akışının hız rutinlerinde duraklara uğrayacak vakti yoktur; hep yol tutar. Yolcular; ürkek, yalnız ve korkaktırlar. Düşünceleriyle kontrol edilirler; itaatkar ve zararsız olurlar. Ayak altında karıncalar gibidirler ‘ey halkım’... Örgütlenmeleri yasal çembere alınır.
Yanılsamalar
Sömürge tipi kutsanmış; ‘değişim değerleri, pazar kurumları, hiyerarşi içinde masum beklentilerimiz yere sıkı basar. ‘Beklentiler’ bizi ayakta tutar; can verir... Belki de canımızı alan o dur! Hayatın sesleri ve kavram balçığı sağır edicidir, duygularımız bu ortamda çalışmaz, iş görmezler. ‘Yaşar gibi yapan’ toplumsal kalıplardan besleniriz. Rekabet, başarı, yarış, hız, sömürü, adalet, örgütlenme, hak, ahlak, hayal ve umut limanlarda demirlemiş; suçunu bilmeyen, çözüm üretemeyen mahkumlarız… Küçük yaşamlar içine tasarlanmış, ‘suçlu tipleriz’. Özne olmaktan ne kadar uzağız. Akıl değerlerimiz yoldan çıkmış mı. Bu itaatli hayat dışında nerede, nasıl ve ne kadar özgür olabiliriz. Bu düşünme sistemi çalışma tipi içinde ve kapsama alanında bu mümkün olabilir mi…
Varoluşun toplumsal desteği, güveni ve gücü içinde pozitif duygular hissetmek; aydınlık hayal kurmak canlı olmak için gereklidir. Oysa varlıklarımız başka ellerde ve savruluyor.
Yabancı sosyal itibar ve rütbeler içindeki sığınaklarda fiziki çözülüşümüzü bekliyoruz.
Ya insan ya sömürgeci
Korkular üzerinden ‘terörize ediliyor’ hayatlar. Demokrasiler, legal ‘korku’ üzerinden ötekileştirdikleri, çatıştırdıkları karşı oyları toplayabilirler. Bölgesel etnik çatışma ve savaşlara hapsediliyor ve katlediliyor halklar. Uluslararası siyaset, mafya çeteleri gibi çalışıyor. Kanlı proje; demokrasi, insan hakları söylemleri ile şimdi; toplum psikolojilerini çökertmeye çabalıyor, istiyor. Haklı oldukları, ellerinde biçimlenecek; yeni dünya sömürü egemenliğini yeniler, düzenlerken; ekonomik, kültürel, siyasi, sosyal ‘legal güç’ kullanmak istemeleri ve halklardan bunu engelleyecek bir direniş görmemeleridir. Ortadoğu’da, Türkiye’de; etnik parçalanmalarla ötekileştirilmiş çatışan bombalara dönüştürülmek istendiğimiz görülmektedir.
Varoluş değerlerimizi yönetebileceğimiz ortam hakkı; öteki olan tüm değerleri savunmakla elde edilebilir… Öteki özgür olduğu kadar özgür olabilirim!..