AKP’nin Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısını değiştirme projesinin önü anayasa referandumuyla açıldı. Referandumun ardından yapılan HSYK seçimleriyle Adalet Bakanlığı’na bağlı yeni bir HSYK oluşturuldu. Bu süreçte AKP’nin operasyonuna itiraz eden hukukçular, bir süredir sessiz. Dün ilk bölümünü verdiğimiz değerlendirmelerin bugün ikinci bölümünü yayınlıyoruz. Hukukçular bundan sonra sessiz mi kalacak? Türkiye ve yargı nereye gidiyor? Bundan sonra ne yapılabilir? Turgut Kazan, Gonca Turgutoğlu Demir ve Ömer Faruk Eminağaoğlu bu soruları yanıtladılar.
Av. Turgut KAZAN, Eski İstanbul Barosu Başkanı
“Yargıtay’la Danıştay’ı da siyasal iktidara teslim etmenin yolunu arayacaklar. Gerçek budur.”
Anayasa değişikliğiyle öngörülen HSYK’nın bir bakanlık bürosuna dönüştürüleceğini hep vurguladık. Yıllarca, bakanla müsteşarın varlığı tartışılıyordu. Oysa, bu düzenleme başka bakanlık bürokratlarının da kurula katılmasını sağlayacaktı. Biz, cumhurbaşkanına tanınan 4 kontenjanla, iktidara bağlı bir çoğunluk yaratılacağını ve giderek bütün yargının siyasal iktidar tarafından teslim alınacağını anlatmaya çalıştık. Ama, başarılı olamadık. Yapılan halk oylamasında yeni metin kabul edildi.
Şimdi, söylediklerimizin bir bir gerçekleştiğini görüyoruz. Bakanla müsteşar yetmedi, müsteşar yardımcısı, personel müdürü, Akademi Eğitim Müdürü kurula girdiği gibi, Cumhurbaşkanının yine siyasal iktidara yakın kişileri atamasıyla, dile getirdiğimiz kaygılar kanıtlanmış oldu. Evet, bu HSYK 25.10.2010 günü iş başı yaptı. 190 kişilik kararname taslağı 01.11.2010 günü kurula sunuldu. Ve yeni kurul, 3 günlük inceleme sonucu, çok kapsamlı kararnameyi “inceleyip” bakanlık isteklerini onaylamakla yetindi. Kesinlikle, liyakata göre değil, siyasal iktidarın tercihlerine göre hareket edilmiştir. Yükseltilenlerle, tenzil-i rütbeye uğratılanların sicil numaraları ile doğum yerlerine bakmak, nasıl bir yol izlendiğini gösteriyor.
Atılan ilk adım bir tasfiye girişimidir. Sevmediklerini istifaya zorluyorlar. Ardından, Yargıtay’ı ve Danıştay’ı şekillendirme görevine soyunacaklar. Yani, Yargıtay’la Danıştay’ı da siyasal iktidara teslim etmenin yolunu arayacaklar. Gerçek budur. Tehlike büyüktür. Hep dikkatli olmak ve kısa vadede kamuoyu desteği sağlayarak bu planı bozmak, uzun vadede de, yargı bağımsızlığını gerçekleştirecek, daha demokratik bir anayasa için çalışmak gerekir.
Gonca TURGUTOĞLU DEMİR, Yurtsever Cepheli Hukukçular
“Erzincan Savcısı İlhan Cihaner’in Adana’ya düz savcı olarak atanması bu kurul üyelerinin ne kadar bağımsız ve demokrat olduklarının ve AKP’nin HSYK eliyle kendisine muhalif olanları cezalandırmak için yargıyı bir araç olarak kullanmaya başladığının en yakın ve açık örneğidir.”
12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandum ile gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinden sonra gerçekleştirilen HSYK seçimlerinde Adalet Bakanlığı tarafından desteklenen listede yer alan isimlerin sözde seçimleri kazanması, AKP’nin yürütme ve yasama erkinden sonra yargı erkini de ele geçirdiğinin göstergesidir. Seçimler sırasında YSK tarafından getirilen yasaklar nedeniyle propaganda yapılamazken verilen yemeklerle açıkça Adalet Bakanlığı’nın listesinde yer alan isimlerin kazanabilmesi için çeşitli vaatlerde bulunulduğu ve bu yönde çalışmalar yapıldığı, hatta hakim ve savcıların listedeki isimlere oy vermemeleri halinde tehdit edildikleri iddiaları ortalıkta dolaşmıştır. Yürütülen seçim kampanyası sonucunda çıkan isimler bu iddialarda yadsınamayacak bir doğruluk payını göstermektedir. Yapılan seçim gerçek anlamda bir seçim olmayıp Adalet Bakanlığı tarafından desteklenen listedeki isimlerin HSYK’ya atanması ile sonuçlanmıştır.
Gelinen süreç itibariyle demokratikleşme adı altında yasama ve yürütme erkini elinde toplayan AKP hükümeti yargı erkini de kontrolü altına almıştır. Bu atamalarla yargı doğrudan yürütme erkine bağlanmıştır. Yapılan HSYK seçimlerinde (atamaları ) Bakanlık listesinde yer alan isimlerle artık yargı tamamen yürütme tarafından şekillendirilecektir. Referandum sürecinde HSYK’nın anti demokratik yapısından dem vurup, demokrasi güzellemesi yapanlar AKP’nin HSYK atamaları ile muradının ne olduğunu görmeye başlamışlardır.
AKP hükümeti, 12 Eylül 1980 askeri cuntasının anayasası olan 1982 Anayasının sivilleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi maskesi ile gerçekleştirdiği anayasa değişikliği ile 1982 Anayasının ruhunu korunmuş, ele geçirdiği YÖK dahil işine yarayacak kurumları ortadan kaldırmamış, ancak AKP hükümetinin liberal politikalarına uygun hale getirmiştir. Bu kurumlardan biri olan HSYK’da ise statükocu olarak tanımladığı kadroları tasfiye ederken kendi kadrolarını yerleştirmiş ve böylece bir operasyonun parçası olarak kullanmaya başlamıştır.
Bu sonuca varmak için referandum sonrasındaki HSYK seçimleri sonucunda neredeyse bütün üyeleri değiştirilen, yapılan atamalarla HSYK üyeliğine getirilen isimlere ve öz geçmişlerine bakmak yeterli olacaktır. Ayrıca bu kişiler arasında yer alan adalet bakanlığı bürokratları gibi bakanlığa bağlı olan dolayısıyla yürütmeye karşı bağımsızlıkları mümkün olmayan kişiler bulunmaktadır.
HSYK hakim ve savcıların en üst idari kurumudur. Yargıtay ve Danıştay üyelerini belirleyen, atamaları yapan kuruldur dolayısıyla bu özelliği itibariyle yüksek yargıya da şekil veren bir kurul olması itibariyle yargıyı ele geçirmek için son darbeyi bu kurul eliyle gerçekleştirdikleri açıktır.
Seçim sonrası gerçekleştirilen atamalardan sonra Erzincan Savcısı İlhan Cihaner’in Adana’ya düz savcı olarak atanması bu kurul üyelerinin ne kadar bağımsız ve demokrat olduklarının ve AKP’nin HSYK eliyle kendisine muhalif olanları cezalandırmak için yargıyı bir araç olarak kullanmaya başladığının en yakın ve açık örneğidir.
“Bir direnç hattı, giderek toplumsal zemine dayalı bir örgütlülük yaratmamız gerekmektedir.”
Referandum sonrası yapılan anayasa değişikliği ve beraberinde gelen yasal düzenlemelere HSYK tarafından yapılacak atamalar eklenince hukuksuzluğun, yasal olmakla birlikte hukuki olmayan düzenlemelerin beraberinde getireceği hak kayıplarının artacağı aşikardır. Buna karşı yapılacak en uygun hareket tarzının öncelikli olarak bu olası ihlallere karşı hukuku bir karşı mücadele aracı olarak benimseyerek bu hukuksuzluklara karşı birlikte hareket edeceğimiz bir direnç hattı, giderek toplumsal zemine dayalı bir örgütlülük yaratmamız gerekmektedir.
Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU, Eski YARSAV Başkanı
“Milli Güvenlik Konseyi tarafından 1981 yılında HSYK Yasası kabul edilirken, HSYK’nın yapısı içinde Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürü de yer almıştır. Ancak bir yıl sonra 1982 Anayasası hazırlanırken, darbeciler ‘bu kadarı da fazla oldu’ diyerek Personel Genel Müdürü’ne, HSYK doğal üyeleri arasında yer vermedi.”
Ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası ile, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesinin gerçek anlamda sağlanabilmesi için kurulan Yüksek Hakimler Kurulu, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde hedef alınan kurumlar arasında yer almıştır. İkinci 12 Eylül darbesi 2010 yılında gerçekleştirilirken hedef alınan kurumlar içerisinde yine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) yer almıştır.
2010 Anayasa değişiklikleri sırasında, HSYK’nın birinci 12 Eylül darbesinden kalan yapısının değiştirildiği söylemi öne çekilmiş ise de, yeni yapılandırılan HSYK, yargı bağımsızlığını ve yargıç güvencesini sağlayabilecek bir HSYK olmaktan iyice uzaklaşmıştır.
HSYK kararlarından sadece ihraç kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır. Diğer kararlarına karşı yargı yolu yine kapalı tutulmuştur.
Yeni yapılandırılan HSYK’da kürsüden yargıç ve savcıların temsilinin sağlandığı gerekçesine dayanılmış ise de, kürsüden seçilenlere gerçek anlamda güvenceler hiçbir biçimde sağlanmamıştır.
Yargıç ve savcılara, kendileri hakkında işlem yapacak HSYK’nun oluşumu konusunda oy hakkının tanındığı bu sistemde, yargıç ve savcıların tercihlerini, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısından, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürü’nden, yine Adalet Akademisi Müdürü’nden yana kullanmaları, yargının içinde bulunduğu durumu, yargıç/savcı ile Adalet Bakanlığı ilişkisinin düzeyinin ne duruma geldiğini ortaya koyması yönünden, son derece ilginç ve çarpıcıdır. Bu tablo Türk yargısına asla yakışmayan, olağanüstü dönemleri yansıtan ama adı sivil olan bir tablodur.
Milli Güvenlik Konseyi tarafından 1981 yılında HSYK Yasası kabul edilirken, HSYK’nın yapısı içinde Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürü de yer almıştır. Ancak bir yıl sonra 1982 Anayasası hazırlanırken, darbecilerin “bu kadarı da fazla oldu” diyerek Personel Genel Müdürü’ne, HSYK doğal üyeleri arasında yer vermediği hatırlandığında, otuz yıl sonra yargıç ve savcılara tanınan oy hakkı ile Personel Genel Müdürü’nün HSYK’ya girmiş olması, Türkiye’de yargının, hukukun üstünlüğünden değil, üstünlüğün hukukundan yana açık tavır aldığını ve çok açıkça memurlaştırılma sürecinin tamamlandığını göstermektedir. Hele de HSYK Başkanı olan Adalet Bakanı’nın, Milli Güvenlik Kurulu içinde yer almasının, Kamu Düzeni Müsteşarlığı bünyesindeki istihbari kurulda yer alan Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın da HSYK’nın tek doğal üyesi yapılmasının, HSYK’nın Bakan’ın (Başkan’ın) “yönetiminde”, yani “yönetilen” bir kurul olarak öngörülmesinin, 12 Eylül darbesinden otuz yıl sonra, yargı bağımsızlığı adına yapıldığının ileri sürülüp tüm bunların da, ülkede ve de yargıda genel kabul görmesi, sivil darbe yönetiminin hakimiyet düzeyi dışında hiçbir gerekçe ile açıklanamaz.
Darbe dönemlerinde yargı hep hedefte olmaktadır. Çünkü, bir çok iş ve işlem yargı üzerinden silahsız bir biçimde çok daha rahat gerçekleştirilmektedir. Türkiye, bu dönemde sivil darbe sürecini yaşamakta ise de, bu darbe döneminden, hukuk ve demokrasi yoluyla elbette çıkacaktır. Her aşırı güç, sıkıntıları, acıları, sancıları, kalıcı izleri yarattıkça, kendi sonunu da mutlaka hazırlamaktadır. Bu süreç te hukuk ve demokrasi yoluyla, mutlaka hukukun üstünlüğü ile sonuçlanacaktır.
Yargıyı bekleyen süreç, 12 Martta, 12 Eylülde nasıl bir süreç olmuş ise, bugün de aynı süreçtir. Her dönemde olduğu gibi, gücün yanında, iktidarın yanında yer alan yargı mensupları elbette olacaktır. Memurlaşan yargıç ve savcılar elbette olacaktır. Ancak hukukun üstünlüğü için verilen ve verilecek mücadele mutlaka başarıya ulaşacaktır.
“Yargı, hiçbir zaman mücadele etmeden, olması gereken şeyleri hep hak ettiğini düşünerek bekler durumda konuşlanmıştır.”
Bundan sonra izlenecek yol, bugüne kadar izlenen yoldur. Ancak hem geniş kamuoyu yaratarak, hem tüm sivil, mesleki ve demokratik kitle örgütleri ile birlikte dayanışmaya geçilerek, bu süreçte daha kararlı bir hukuk ve demokrasi mücadelesi yapılmalıdır. Tüm hukuk yolları, sonuna kadar ve tüm demokratik haklar da sonuna kadar kullanılmalıdır.
Cumhuriyetle beraber, aydınlanma projesi kapsamında hukuk devrimi yapıldığında, herkes bu devrimleri altın tepsi içerisinde bulmuştur. 1961 Anayasası ile devrim niteliğinde Yüksek Hakimler Kurulu oluşturulunca bu da altın tepsi içinde sunulmuştur. Yargı, hiçbir zaman mücadele etmeden, olması gereken şeyleri hep hak ettiğini düşünerek bekler durumda konuşlanmıştır. Oysa, kazanımlarını daha da ilerletmesi için, bunların mücadele ile elde edilmesi gerektiği tartışmasızdır. Türkiye’de yargı alanında yapılmayan da işte budur.
“Yargı artık söyleneni değil, hukukun gereğini yapmalı, bedeli her ne ise de bu bedeli ödemeyi de bilmeli, kaçak güreşmemeli”
Yargı her dönemde, çoğunlukla söyleneni yapan olmuştur. 12 Eylül darbe döneminin Adalet Bakanı’nın, dolayısıyla ilk HSYK Başkanı’nın, dönemin Yargıtay Başkanı olduğu hatırlanmalıdır. Yargıdaki bugünkü tablo da hiç farklı değildir. Yargı artık söyleneni değil, hukukun gereğini yapmalı, bedeli her ne ise de bu bedeli ödemeyi de bilmeli, kaçak güreşmemeli, böylece yarınlarda artık benzer sorunlar yaşanmamalıdır.
DÜN SORULARIMIZA YANIT VERENLER: Emine Ülker Tarhan, Av. Başar Yaltı, Av. Gökhan Candoğan
(soL-Haber Merkezi 24.11.2010)