İZBAN tanıtım filmi ve Şevval Sam Konseri ile ilgili düzenlenen raporlarda, bilirkişiler bu alımların – bunlara ihale diyemeyeceğimiz için yasal olarak ihale kavramını kullanmıyorum; alım diyoruz – usule uygun şekilde gerçekleştirilmediği yönünde rapor verdiler. Bu raporun içeriği özetle şöyle: Şevval Sam Konseri’nin ihale yapılarak gerçekleştirilmesi gerektiği ve ihale yapılmadan Kamu İhale Kanunu’nun 22/B maddesine göre doğrudan alım yapılmasının yasa ve usule uygun olmadığı belirtiliyor. İZBAN tanıtım filmi ile ilgili olarak, belli alımlarla ilgili ihale yapmadan, doğrudan alım yapılabileceğine ilişkin İZENERJİ Şirketi’nin Kamu İhale Kurumu’ndan Kamu İhale Kanunu’nun 3. maddesinin “G” bendine göre aldığı bir Muafiyet Belgesi vardı. Dolayısıyla, ENERJİ Şirketi bu Muafiyet Belgesi’ndeki yetkilerini kullanarak, yani Kamu İhale Kanunu’nu 3/G maddesine göre İZBAN tanıtım filmini yaptırmış, yani bu alımı yapmıştı. Bilirkişi bunu ayrı bir rapor olarak düzenledi. Bilirkişi, İzban tanıtım filmi ile ilgili olarak da, “ihale yapılması gerektiğini, Kamu İhale Kanunu’nun 3/G maddesine göre alım yapılamayacağı, dolayısıyla ihale yapılmadan bu alımın yapılmış olması sebebiyle yine Kamu İhale Kanunu’nda belirtilen usullere aykırı işlem yapıldığı” yönünde bir rapor verdi. Bu anlatılanlar tamamen Kamu İhale Kanunu’na göre bir alımın ne şekilde yapılacağı tartışmasından ibaret bir durumdur.
Bu iki olay – yani Şevval Sam Konseri ve İZBAN tanıtım filmi – ile ilgili olarak bilirkişi raporlarında belirtilenler, usulle ilgili bir tartışmadan ibaret. Ama burada suçla tutuklamayı gerektiren bir olayla karşı karşıya olduğumuz için, bilirkişinin ve savcının şunu da söylemesi gerekiyordu: “Siz Şevval Sam Konseri’ni ihale yapmadan alım yaptınız, fakat bu alımı yaparken, kendinize şu çıkarı sağladınız ve başka bir kişiye de şu çıkarı sağlayarak, bilerek ve kasten yani çıkar sağlamak, bu işlemi usulsüz olarak yaptınız”. Bunu söyleseydi, evet, o zaman suçlanması gibi bir durumla, yani ihaleye fesat karıştırma ve benzeri şeylerle suçlanması gibi bir durumla karşı karşıya kalabilirdi teknik olarak. Ama Ali Sabuktay’ın emniyet sorgusunda da, savcılık sorgusunda da, bilirkişi raporlarında da alımların bu şekilde yapılarak kendisine veya bir başkasına çıkar sağladığına dair bir iddia yok. Bir soru da yok, suçlama da yok.
Böyle bir iddiada bulunmuyorsanız, bu iddiayı ortaya koymuyorsanız, ortada tek bir durum var: Efendim, “o usule göre yapmanız gerekirken bu usule göre yapmışsınız”. Olabilir. Şimdi, bir kamu görevlisi yapması gereken bir işi teknik olarak A şeklinde yapması gerekirken B şeklinde yapmışsa, bunda da idari anlamda bir kusuru varsa, yani bunu bilmesi gerektiği halde eksik şekilde yapmışsa, burada ne olur? ‘Görevi İhmal Suçu’ olur. Belediye sisteminde Sayıştay denetimi yapılır. Sayıştay denetiminde neticede raporlar verilir; denir ki “Bu yanlış bir usulle yapılmıştır”. Bu yanlış usulden doğan bir kamu zararı varsa bu kamu zararının giderilmesi için Sayıştay raporu ilama bağlandığında, bu kamu zararı, zararı meydana getiren sorumlu kimse ona ödettirilir. Bütün sistem bu, böyle yürür, her yerde böyle yürüyor. Halen de böyle yürümekte. Ama burada enteresan bir şekilde, idari denetimle halledilebilecek bir mesele yüzünden çok ağır bir çete suçuymuş gibi bu kapsama alınarak soruşturulmak ve sorgulanmak durumunda kaldı Ali Sabuktay.
Yukarıda söylediklerimi, başından itibaren operasyonda gözaltına alınanlardan ifadelerine benim katıldığım kişiler için de söyledim. Örneğin Aziz Kocaoğlu’nun ifadesine de katıldım ve o zaman da bunları açıkça savcıya ifade ederek kayda geçirttim. Söylediğimiz şu: “İfadeyi tamamladınız, bütün soruları sordunuz, her şey bitti. Şimdiye kadar bize bir çıkar elde edildiğine dair bir soru sormadınız, böyle bir iddiada da bulunmuyorsunuz. Bir örgütün varlığından bahsediyorsunuz, bu örgütün ne şekilde bir araya geldiğini, ne şekilde oluştuğunu ve 250. maddede belirtilen tanımdaki eylemleri yapıp yapmadığını da sormuyorsunuz. Bize ‘çıkar elde ettiniz’, ‘birilerine çıkar temin ettiniz’ demiyorsunuz, ama buna rağmen ihaleye fesat karıştırmakla suçluyorsunuz. İhaleye fesat karıştırmakla suçlamak için çıkar elde edilmesi tek başına bir şart değil, ama özel yetkili mahkemede veya özel yetkili savcılıkta soruşturulmak için bu şart. Yalnızca 250. maddede tanımlanan suç tipleri özel yetkili savcılık veya özel yetkili mahkemeler tarafından soruşturulur.”
Soru – İzmir Büyükşehir Belediyesi operasyonu Özel Yetkili Savcılık tarafından yürütülüyor ve dava da Özel Yetkili Mahkeme’de görülecek. Davanın özgün tarafı da bu oluyor herhalde. Diğer belediye soruşturmalarından çok ayrı bir biçimde Özel Yetkili Mahkeme ile karşı karşıya kaldı belediye bürokratları.
Ercan Demir – Esas problem bu.
Soru – Nasıl bir problem bu?
Ercan Demir – Bütün kamu kurumlarında ve belediyelerde yürütülen işlemlerle, yapılan alımlarla ilgili usulsüzlük, suç teşkil edecek durumlar ortaya çıkabilir. Olmaz diye bir şey yok. Eğer bir suç şüphesi varsa, eğer usule aykırı bir işlem tespiti yapılmışsa, bunun bir idari soruşturması yapılır. Suç teşkil edecekse ne yapılır? Mesela büyükşehir ne yapıyor? büyükşehirin iç denetimiyle ilgili kendi teftiş kurulları var, müfettişleri var. Oradaki müfettişler, herhangi bir işlemle ilgili rapor tanzim ettiklerinde, ‘burada şu usulsüzlük yapılmış, yanlış yapılmış’ dediklerinde, rapor büyükşehir belediye başkanına gidiyor. Büyükşehir Belediye Başkanı’nın üst yazısıyla savcılığa bildiriliyor. Yürüyen prosedür bu. Fakat buradaki fark şu: Bütün bu olan bitenin yani İzmir Büyükşehir Belediyesi sanki bir suç örgütüymüş, dolayısıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan her türlü işlem bu suç örgütünün, örgütlü çalışması kapsamında yapılmış gibi değerlendirilip, Özel Yetkili Savcılık tarafından Büyükşehir Belediyesi’nin bir bütün olarak denetlenmesi gibi tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Mayıs ayından beri 80 bilirkişi denetçisi Büyükşehir Belediyesi’ne çöreklenmiş, ‘Getirin bütün dosyaları’ diyor ve denetim yapıyor. Zaten Büyükşehir Belediyesi denetleniyor, İçişleri Bakanlığı denetliyor, Sayıştay denetliyor. Bunlar yetmiyor, bir de Özel Yetkili Savcılık’ın görevlendirdiği bilirkişiler tarafından denetleniyor. Bütün dosyalar inceleniyor, bütün dosyalarla ilgili raporlar düzenleniyor. Özel Yetkili Savcılık’ın görevlendirdiği bilirkişi, Örneğin İZSU’nun yaptığı bir tesisle ilgili keşif yapıyor. İnşaat mühendisi olan tek bir şahıs, İZSU görevlilerinin, mühendislerinin hepsini topluyor, yapılan bu tesise gidiyor, bu tesiste atık su tahliyesini sağlayan boruların şartnameye göre yeterli derinlikte gömülüp gömülmediğini tespit etmek için kazı yaptırıyor. Diyormuş ki ‘bu şartnameye göre boruların 6 metre derinlikte bir çukura gömülmesi gerekiyor. Şartnameye göre bu böyle. Kazın bakalım gerçekten 6 metre gömülmüş mü gömülmemiş mi.’ Çünkü o derinliğe göre para tahakkuk ediyor ya. Kazmışlar, çoğu yerlerde 8 metre – 9 metre derinlikte olduğunu görmüş. Müteahhit, 8 – 9 metreye gömmüş o, 2-3 metrenin de parasını isteyememiş. Çünkü, ‘şartname böyle sana 6 metrenin parasını veririz, niye 8 metre kazdın’ demiş İZSU yetkilileri ve vermemişler parasını. Buradaki enteresan nokta şu: Soruşturmayı yürüten Özel Yetkili Savcı, bilirkişi görevlendiriyor, o gidiyor kazı yaptırıyor, borular kaç metreye gömülmüş, falan gibi.
Soru – Deli gömleği gibi bir şey sanki. Yargı alanını genişletiyor değil mi?
Ercan Demir – Tüm alana girmiş durumda. Şimdi siz borunun kaç metre derinliğe gömüldüğünü niye araştırırsınız? Orada örgütlü suç işlendiğine dair delil vardır, siz o deliller üzerinden gidersiniz. Borunun derinliğiyle Özel Yetkili Savcı’nın yürüttüğü soruşturmanın ne alakası var?
Soru – Önce bir suç örgütü olması lazım değil mi?
Ercan Demir – Tabii.
Soru – Suç olması lazım, suç örgütü olması lazım. Suçun ve suç örgütünün tanımı, vesaire…
Ercan Demir – Bizim kanunumuzda, 1982 Anayasası’yla Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruldu. Devlet Güvenlik Mahkemeleri 1980 öncesinde de vardı, hatırlayanlar vardır. Fakat o dönemde anayasal bir kurum değildi Devlet Güvenlik Mahkemeleri. Bir yasayla kurulmuştu. 70’li yıllarda kurulan bu Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne karşı çok ciddi toplumsal muhalefet gerçekleştirildi. Sendikaların, DİSK’in öncülüğünde çok ciddi bir muhalefet gerçekleşti. O dönemde ana muhalefet partisi anayasaya aykırılık iddiasıyla başvurmuştu ve Anayasa Mahkemesi, “Anayasada böyle bir mahkemenin kurulmasının zemini yoktur” diyerek Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapatılması kararını vermişti. 82 Anayasası’nda, yani darbecilerin gerçekleştirdiği anayasada Devlet Güvenlik Mahkemeleri önceki deneyimden yola çıkılarak, anayasal bir kurum olarak, anayasaya kondu. Dolayısıyla kimse ‘anayasaya aykırılık’ iddiasında bulunamaz hale geldi. Sonraki süreçte de bilindiği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla önce askeri üye çıkarıldı Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden, daha sonra da 2005 yılında yürürlüğe giren yeni ceza kanunuyla anayasadan da çıkarıldı Devlet Güvenlik Mahkemesi. Aynı zamanda, bazı suçları yargılamakla özel görevli Özel Yetkili mahkemeler ve savcılıklar kurulması, Ceza Usul Kanunu’nda 250. maddeyle tanımlandı. Bu 250. madde diyor ki, “şu, şu, şu tipteki suçların soruşturmasının ve yargılamasının bu maddeye göre kurulmuş Ağır Ceza Mahkemeleri ve savcılıklar yürütür” diyor. Hangi tip suçlar olduğunu da saymış orda. Diyor ki, “Birincisi, örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen uyuşturucu ticareti vb. suçlar. İkinci suç tipi, çıkar elde etmek için kurulan cebir, tehdit gibi eylemler kullanarak suç işleyen örgütleri bu mahkemeler yargılar, bu savcılar soruşturur. Üçüncüsü, örgütlü bir şekilde yürütülen terör eylemleri. Terörle Mücadele Kanunu’na (TMK) göre tanımlanmış suç tiplerini soruşturmak ve yargılamak bu mahkemelerin görevi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde terör suçlaması yok. Uyuşturucu kaçakçılığı suçlaması yok. Geriye ne kalıyor? Savcının, yürüttüğü soruşturmadaki dayanağı 250. maddenin B fıkrası. B fıkrası diyor ki, “Ortada çıkar amacıyla üç veya daha fazla kişinin bir araya gelip kurduğu, yöntemlerinin de cebir ve tehdit yöntemi olduğu bir örgüt varsa, özel yetkili mahkemeler görevlidir.” Yani çıkar elde etmek için kurulmuş bir örgüt olması yetmez; ayrıca cebir, tehdit yöntemi uygulanıyor olması gerekir. Yani, bir dolandırıcılık şebekesi. Dolandırıcılık şebekesi, üç ve daha fazla kişiden oluşan bir örgüttür. Ama hiçbir cebir ve tehdit eylemi söz konusu olmadığı için onlar Özel Yetkili Mahkemede değil, genel mahkemeler tarafından soruşturulur. 250 B, “cebir ve tehdit yöntemleri kullanılarak örgütlü faaliyet gösteriliyorsa, o zaman Özel Yetkili Mahkeme’ye girer” diyor. Biz bu Büyükşehir operasyonunda cebir ve tehdidin nerede olduğunu hâlâ bilmiyoruz; bulamadık bir türlü.
Soru – Basında da bu yönde hiçbir yorum ve değerlendirme çıkmadı?
Ercan Demir – Basında da çıkmadı, biz de, dosyada kısıtlama kararı olduğu için o cebir ve tehdidin nereden çıkarılıp, nereye monte edileceğini bilmiyoruz. Ama şimdiye kadar ifadeleri alınan, savunmaları alınan kişilere sorulan sorulardan yola çıkarak biz nelerle suçlanmak gibi bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz. Şimdiye kadar kimseye cebir ve tehditle ilgili bir şey sorulmadı. Cebir ve tehdidi geçtik, çıkar da sorulmadı. İddia etmediğiniz, sorusunu dahi sormadığınız birtakım suçları bize nasıl yönelteceksiniz? Oraya nasıl monte edeceksiniz? Bu kısımları dava aşamasında göreceğiz. Cebir ve tehdit unsurları göstermek için çok zorlama şeyler yapılmaya çalışılacağını düşünüyorum. Çok muhteşem yetenekler de görebiliriz, çok tuhaf şeyler de görebiliriz. Bu trajikomik bir durum. Davada enteresan şekillerin olacağını şimdiden öngörebiliyorum.
Soru – Belediye’de bir örgütlü yapı var, ama o zaten belediyenin kendisi; doğal olarak belli bir uyum içinde çalışan yasal bir kamu örgütü.
Ercan Demir –Bu örgütün 1 numarası– yani teknik olarak baktığımızda, savcının bakışıyla1numarası – Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu; 2 numarası eski genel Sekreter Ersu Hızır; 3 numara veya ikinci 2 numara Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri, şu an kendisi tutuklu olan Pervin Şenel Genç; devam edersek 4 numara X daire başkanı, 5 numara Genel Sekreter Yardımcısı. Örgüt iddiasında sözü geçen yapıyı böyle sıraladığımızda durum ortada. Yasalara göre oluşturulmuş bir kurumsal yapı, sanki böyle değil de suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt olarak algılanıyor ve sunuluyor.
Soru – Belki delil toplama süreci ile alakalı sorunlar gündeme gelecek tekrar; telefon dinleme kayıtlarının yorumlanması belki gündeme gelecek. Maalesef böyle şeyleri hayal etmek durumunda kalıyoruz.
Ercan Demir – Bakın, örneğin bu ortamda bir toplantı yapıyorsunuz. Bir kurumu yönetiyorsunuz ve değişik birimlerdeki insanlarla herhangi bir işi yürütmek için toplantı yapıyorsunuz. Bu tür toplantıların yapıldığı herhangi bir yere toplantıdakileri haberdar etmeksizin götürün, ses kayıt cihazını koyun. Sonra bu kaydettiğiniz konuşmaların dökümünü yapın. Biz burada konuşurken böyle algılanmayabilir. Ama şu anda konuştuklarımız dahi, burada bir saattir görüştüklerimizi, bizim haberimizin dışında kaydetseniz ve onun dökümünü çıkarsanız, hele hele bu dökümü bir de bütünlüklü değil de ‘buralarında suç görüyorum, o yüzden buralarını çıkarıyorum’ diye çıkarsanız, sonra da bunu götürüp herhangi bir kişiye okutsanız, “burada kesin kuşkulu bir durum var” derler.
Soru – Peki bunlar tartışılmıyor mu? Yasadışı dinlenmiş olmuyor mu?
Ercan Demir – Hayır. Mahkeme kararıyla dinlemişler. Yasadışı dinlemeyi zaten kanıt olarak öne süremez.
Soru – Ortam dinlemesi de mahkeme kararıyla mı?
Ercan Demir – Tabii.
Soru – Bilirkişilerle ilgili değerlendirme yapmanız mümkün mü?
Ercan Demir – Savcılığın soruşturma aşamasında görevlendirdiği bilirkişilerin, hemen hemen tamamı; özellikle Ali Sabuktay'ın olayıyla ilgili rapor veren bilirkişiler maliye memuru. Şu anda Maliye Bakanlığı'na bağlı olarak çalışan, devlet memuru konumunda olan kişiler. Bu soruşturma tam seçim dönemine rastlamıştı; Mayıs ayında seçimin hemen öncesiydi. Bu soruşturmayla ilgili olarak hemen tüm toplumda “bu operasyon siyasidir” kaygısı, algısı, tartışması vardı. Yani operasyonun siyasi olup olmaması, hukukçuların bunun siyasi olduğunu söyleyip söylememesi ayrı bir durum, ama böyle bir algının varlığından bahsediyorum, toplumda böyle bir algı var. Nitekim hükümet yetkilileri de bu soruşturmayı destekler mahiyette açıklamalarda bulundular. Toplumda böyle bir algı varken, siz muhalif partinin en yüksek düzeydeki kamu görevlisini soruşturuyorsunuz, öyle değil mi? İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, ana muhalefet partisinin en üst düzeydeki kamu görevlisi şu anda. Ana muhalefet partisinin daha üst düzeyde bir kamu görevlisi yok, bütün Türkiye'de bir tek o var şimdi. Şimdi bu kişiyle veya bu kurumla ilgili yaptığınız soruşturma siyasi bir soruşturma olarak algılanıyor; dolayısıyla siz hükümete doğrudan bağlı, hükümete bağlı olan, hükümet ajanı olan, Avrupa hukukuna uygun olarak söylüyorum, hükümet ajanı konumunda olan bir memur eliyle bir rapor alıp bu rapora göre suçlama yapıyorsunuz. Şimdi burada şu sorun var: Bilirkişiler bağımsız, tarafsız değil, bilirkişilerin hükümete bağımlı olması nedeniyle, suçlananlar “Bize bu suçlamaları yönelten hükümettir” diyorlar. Öyle değil mi? Böyle düşünen insanların suçlanmasıyla ilgili teknik raporları hükümetle bağı olmayan, hükümetten etkilenerek rapor düzenleyeceği kuşkusu olmayan kişilere yaptırmanız gerekir.
Ayrıca, bilirkişiler ehil de değildir. Malum maliye memuru...
Örneğin, Şevval Sam konserinde “22/b'ye göre değil de şöyle yapmanız gerekir” diyorlar... Bizim en sevdiğimiz sorulardan biri Şevval Sam konseri sorusuydu örneğin. Hatta ifade başladıktan sonra biraz sıkıldığımızda Şevval Sam konserini sormayacak mısınız diyorduk. Çünkü o soruyu sorunca biz de soruyorduk: “Nasıl yapacağızı söyleyin” diyorduk. İhale yapacağız demek kolay. Nasıl yapacağımızı söyleyin. Göster yolunu yapalım. O nedenle bizim için en eğlenceli konulardan biriydi. Bilirkişi rapor düzenlemiş. İhaleyle ilgili rapor düzenlemiş. Bu işin pratik prosedürünü bilmediği için ihale yapmak gerektiğini yazmış. Şevval Sam konseriyle ilgili rapor, bizim için en renkli en eğlenceli konulardan biriydi.
Şevval Sam konseri aslında kamuoyunda çıktı, biliniyor, ama aslında İZBAN tanıtım filmiyle ilgili verilen rapor çok daha muhteşem bir rapor; çok etkileyici bir rapor. İZBAN tanıtım filmiyle ilgili bilirkişi, “bunlar bu filmi 800 bin TL’ye yaptırmışlar, ama ben araştırdım” diyor. Bu arkadaş maliye hesap uzmanı. “Bu işi yapan 5 firmadan e-posta yoluyla teklif aldım, bu filmi siz kaç liraya yaparsınız diye teklif aldım, a firması 77 bin, b firması şu fiyata c firması şu fiyata yaparım” dedi diyor. En baştaki firma 77 bin, en sondaki firma 770 bin teklif vermiş.
Soru- Bu kadar fark nasıl olabiliyor?
Ercan Demir- Önce bir düşün bakalım; 77 binle 777 bin arasındaki farkın nereden geldiğini bir hesapla.
Arkadaşımız, bu tekliflere göre ben değerlendirme yaptım, bu filmin 400.000 liraya yapılabileceği kanaatine yapılabileceği vardım diyor. Bilirkişi 400 bini nasıl buldu diye düşündüm, aritmetik ortalama mı aldı diye düşündüm, ama herhalde onu yapmamıştır herhalde dedim.
Rakamları topladım ve 5’e böldüm, 412 TL buldum. 12 bini de silmiş, düz hesap olsun diye... 77 bin fiyat nasıl veriliyor? Böyle bir bilirkişi raporuyla tutuklanıyorsun, olacak iş değil.
Şimdi sen maliye hesap uzmanısın. Bir reklam, bir tanıtım filmi nasıl yapılır?. Mesela İZBAN tanıtım filminde helikopter çekimleri var. Pekiyi helikopter çekimleri olduğuna göre, bu adam 77 bin rakamını nasıl veriyor? Belli ki bilirkişi sadece şunu sormuş: “5 dakikalık bir filmi kaça yaparsın?” Böyle bir değerlendirme olur mu? Filmle ilgili olarak telif hakkı konusu var. Bir filmi örneğin İbrahim Tatlıses de çeker, Oscar ödüllü bir yönetmen de çeker. Oscar ödüllü bir yönetmenle bizim klasik arabesk filmleri yöneten bir yönetmeni aynı biçimde değerlendirebilir misin? Helikopter çekimiyle Kadifekale’nin yüksek bir tepesine çıkılıp yapılacak çekim aynı mıdır? Stüdyo koşulları aynı mıdır? Seslendirme aynı mıdır? Müzik aynı mıdır? Bir tanıtım filminin müziğini a yaparsa farklı b yaparsa farklı olur. Bilirkişinin bir fikir sanat eserinin maliyetinin hangi koşullarda ölçüldüğü ve parasal karşılığının nasıl belirlendiği konusunda bir fikri yok. Sanki “ben 6 metre çukur kazdıracağım sen kaça kazarsın sen kaça kazarsın” diyor ve ortalama alıyor. Ortalamam budur diyor. Bu çukur değil ki, taş değil ki, duvar değil ki, film bu.
Bu, gerçekten Şevval Sam konserinden çok daha muhteşem, tarihe geçecek bir iddia ve rapor.
Soru – Bu bilirkişi raporuna dayanılarak Mayıs’ta serbest kalmış olan birisi tutuklu.
Ercan Demir – Ali Sabuktay işte bu muhteşem değerlendirmelerin yapıldığı, çok etkileyici yöntemlerin uygulandığı bilirkişi raporuna göre cezaevinde.
Soru – İki koşuldan bahsediyorsunuz. Cebir ve tehdit olacak ve ihaleye fesat karıştırma olacak?
Ercan Demir – Bir cebir olacak bir de … İhaleye fesat karıştırma için olması gereken bir numaralı şey nedir? Bunu herkese sorduğunuzda vereceği cevap şudur: İhaleye fesat karıştırmak için ihale olması gerekir. İhale yapmamışsın. İhale yapman gerekirken doğrudan alım yapmışsın. O zaman neyle suçlarsın beni? İhale yapman gerekirken ihale yapmamışsın, görevini ihmal etmişsin.
Soru – O da 250’nci maddeye girmez.
Ercan Demir – 250’nin yanından bile geçemiyoruz aslında ama, nasıl hangi zorlamalarla TCK’nın 250. Maddesine sokulacağını heyecanla bekliyoruz...
Soru –Genel eğilim var ama değil mi? Bütün davaları 250’nin içine sokmak eğilimi.
Ercan Demir – Bu konuyu bile 250 kapsamına alıp, bunu uygularsan, bunun sonu yok. Her şeyi, herkesi 250 kapsamında soruşturabilirsin. Mesela biz Mayıs ayından bu yana neyle suçlandığımızı bilmeden, 8 aylık bir süre geçti. 8 ay boyunca biz, cebir-tehdidi kimin uyguladığı konusunu bilmiyoruz. Seksen-yüz kişi söz konusu, bakıyoruz bizim müvekkillerimizden uygulayan yok, soruşturulan yok. Bu cebir tehdidi kim uyguladığını bilsek, senin yüzünden biz yargılanıyoruz desek diye bekliyor herkes. Yeni usul kanunuyla kısıtlama kararı geldi. Kısıtlama kararı, özellikle özel yetkili mahkemelerin yürüttüğü soruşturmaların neredeyse tamamında otomatik kısıtlama kararı var.
Kısıtlama kararını kanuna koyarlarken belirli gerekçeleri vardı, soruşturmanın akıbeti açısından… Bütün soruşturmada kısıtlama kararı var. Bu insanlar aylarca neyle suçlandıklarını, delilleri bilmeden bekliyorlar.
Soru - Bir tür tuzak kurmak gibi aslında. Sanığa tuzak kurmak gibi bir şey değil mi?
Ercan Demir – Tabii, en azından delillerin ne olduğunu, neyle soruşturulduğunu bilmiyorsun.
Soru – Benzer davalar hangileri? Özel yetkili mahkeme diye bahsediyoruz ama, popüler olmuş davaları pek çok kişi bilmiyor.
Ercan Demir – Türkiye’de özel yetkili mahkemelerde görülen en bilinen davalar Ergenekon davaları, Balyoz davaları, KCK davaları.
Soru – Gazetecilerin yargılandığı davalar da var, Hopa davası da…
Ercan Demir – Evet, ayrıca Erzurum özel yetkili mahkemesindeki dava ve Şike davası da var.
Aslında özel yetkili mahkemelerde yapılan soruşturma ve yargılamaların arasında en absürt olanı, kamuoyunda mahkemelerin sorgulanmasını en meşru halde ortaya koyacak olan İzmir Büyükşehir Belediyesi davası. Usul eksikliklerinden dolayı bir belediyeyi tümden bir suç örgütü haline getirip, başkanını da bu örgütün lideri yapmak en garip örnek.
Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması konusunda kamuoyunda artık genel bir mutabakat var. Bugüne kadar şu şekilde bakıyordu insanlar: “Bana dokunmuyor, a kişisine dokunuyor, beni ilgilendirmez”. Ancak, özel yetkili mahkemeler iktidarın dışında kalan her alana müdahale ediyor, dokunuyor, o kesime ya da bu kesime olması fark etmiyor. İktidarın dışında kalan her alana dokuyor.
Soru – Dokunma riski var...
Ercan Demir – Artık riski de yok, dokunuyor… Bu mahkemelerin kaldırılması konusunda genel bir mutabakat var. İzmir’de 57 baro başkanının katılımıyla özel yetkili mahkemelerin kaldırılması yolunda bir deklarasyon yayınlandı. Umarım İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik bu operasyon (bir musibetten pozitif bir durum çıkar beklentisiyle), umarım özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının toplumsal zeminine vesile olur; umarım o sonucu getirir.
Teşekkür ederiz
Özel Görevli-Yetkili mahkemeler ve uygulamaları hakkında hukukçuların ve baroların görüşleri;
2) Bkz; Barolar ve Akademisyenler, 24.04.2009 gününde "Hukuk devleti için kamuoyuna duyuru" başlıklı 50 maddelik bir duyuru yayınladılar. Duyuru 54 baro başkanı ve 13 akademisyenin imzasını taşıyor.
3) 17 Nisan 2011 tarihinde İzmir barosu tarafından düzenlenen toplantıda TBB ve 57 Baro tarafından imzalanan bir bildiri ile “demokratik düzenlerin normal zamanlarının normal mahkemeleri olmayan”, özel soruşturma ve yargılama usulleriyle, savunma hakkının kısıtlanması niteliğindeki gizlilik kararlarıyla, mahkemeden daha çok devletin ideolojik aygıtı gibi çalışan bu mahkemelerin ve yine bu mahkemeler için öngörülen özel usul hükümlerinin bir an önce kaldırılması gerektiği ‘’ ortak bir deklarasyon ile açıklanmıştır.
4) 7 Mayıs 2011 günü Adana’da yapılan T.B.B ^nin 31. Genel Kurulu’nda yayınlanan sonuç bildirgesinde; ‘’ Kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin devamı niteliğinde olan CMK’nın 250. maddesi kapsamındaki özel yetkili ve görevli ağır ceza mahkemelerinin demokrasi, hukuk devleti ve adil yargılanma hakkının zorunlu koşulu olarak ivedilikle kapatılması gerektiği’’ belirtilmiştir.
Gönderen: Noyan ÖZKAN