2012 YE GİRERKEN YARGI VE ADALET

~ 30.12.2011, Av. Dr. Başar YALTI ~
7. yüzyıla ait bir Çin şiirinde adalet şöyle tanımlanır:
"davacı zengin, davalı yoksulsa
zenginden yana işler yasa.
davacı yoksul, davalı zenginse
davalıda kalır nizalı arsa.
davacı da, davalı da zenginse davada,
özür diler çekilir aradan kadı.
davacı da, davalı da yoksulsa bak,
sadece o zaman yerini bulur hak."

İnsanların, günümüz Türkiye’sinde de benzer duygular taşıdığından kuşku yok.

Oysa haksızlıklar karşısında adaletli bir sonucun elde edileceğine olan inanç, hem toplumsal barışı sağlar, hem bireyleri endişelerinden uzaklaştırıp mutlu kılar. Bunun içindir ki, özgürlük ve eşitlik temelinde yükselen bir toplumsal düzen kurulması ve sosyal adaletin yerine getirilmesi en önemli devlet görevi olarak kabul edilir.
 
Yargı sistemi ve yargılama mekanizması bu amaçla vardır.
 
Kuşkusuz, yalnızca yargı sisteminin varlığı yetmez. Yargı sisteminin yapılandırılmasından işleyişine kadar adil yargılama yapacak yetenekte olması da gerekir.
 
Yeni bir yıla bu dileklerle başlayabiliriz. Ancak, geçen yıllar 2012 için, ne yazık ki umutlu bir başlangıç vaat etmiyor.
2011 yılına girilirken hukuk ve yargı bakımından merak edilen iki temel konu vardı. Birincisi, 2010 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle oluşturulan yeni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapacağı uygulamalar, diğeri de özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yarattığı hukuk terörünün devam edip etmeyeceği idi.
 
Merak ediliyordu, çünkü mevcut siyasal iktidarın ayağını “sağlama” bastığını hissedip, kendisine güven duyduğu ikinci iktidar döneminden itibaren yaptığı en etkili uygulama, sistemle sürtüşmesini siyasal bir hesaplaşmaya dönüştürerek, bu kavgayı yargı üzerinden yürütmeye başlaması olmuştu. Bu yolla yargı, iktidarın sopası gibi kullanılıyor, demokrasi ve özgürlükler adı altında, özellikle muhalefet odakları bastırılıyor, bu amaçla kurulduğu anlaşılan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri gündem üzerine gündem yaratıyordu.
Hazırlıklı bir proje çerçevesinde yürütüldüğü izlenimi veren kararlarla, peş peşe toplumun önceki “itibarlı” kesimleri hakkında geniş tutuklama kararları veriliyor, Silivri ile özdeşleşen bir tutuklama furyası, Demokles’in kılıcı gibi tüm aydınların, iktidar muhaliflerinin üzerinde sallanıyordu. Sıradan insanlara ise, “bakın, dokunulamaz denilenler, gördüğünüz gibi ‘içerideler’, siz kim oluyorsunuz?” mesajı veriliyordu.
 
Şimdi, daha özerk, daha demokratik olacağı ileri sürülen yeni HSYK, acaba, hukuk adına, adalet adına topluma yöneltilen bu tehditlere, yapılan yanlışlıklara müdahale edebilecek miydi? Hukuku terörize edenlerden hesap sorabilecek miydi?
 
12 Eylül referandumundan sonra, değişen Anayasa’ya uyum sağlamak üzere kabul edilen 6087 sayılı Hâkimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu ile yeni HSYK faaliyetlerine başladı.
 
Kurulun ilk önemli uygulaması, 24 Şubat 2011 tarihli 92 ve 93 sayılı kararları ile Yargıtay’a 160, Danıştay’a 51 yeni üye seçmek oldu. Basın ve kamuoyu, seçilen bu üyeleri, bir tek fire vermeden her oylamada topluca oy kullanmaları nedeniyle tanıdı. Yargıtay ve Danıştay başkanları ile daire başkanları değişti. Böylece Yargıtay ve Danıştay yeni anlayışa göre yapılandırıldı. Değişiklikler bununla da kalmadı. Anayasa değişikliği ile yeniden yapılandırılan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın içtihatları da, yeni oluşan yapı ile birlikte değişmeye başladı.
 
Kurul 2011 yılı içerisinde beş bine yakın atama ve yer değiştirme işlemi yaparak adeta adliyeleri hallaç pamuğuna çevirdi. Toplam yargıç ve savcı sayısının üçte biri bir yıl içerisinde atama ve yer değiştirmelerden etkilendi.
 
2011 yılında belki de, HSYK tarafından yapılan en önemli uygulama, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde görülen önemli davalarda tutuklama kararı vermeyen, tutuklama kararlarına muhalif kalan veya tahliye kararı veren yargıçların tümünün bu mahkemelerden uzaklaştırılmaları oldu. Ayrıca, görev yerleri değiştirilmese de, önemli mahkemelerin hakimleri (örneğin basın davalarına bakanlar) “güven” duyulan yargıçlar arasından seçilerek yargı tam olarak düzene sokuldu.
 
Son on yıllık dönemde dört bin civarında yeni hakim ve savcının göreve başlatıldığı dikkate alındığında, yargıda yaratılmak istenilen “yeni anlayışın” 2011 yılında yapılan uygulamalarla pekiştirildiği kolayca anlaşılabilir.
 
Yapılan atama ve yer değiştirme işlemleri basına ve kamuoyuna yansıdıkça, Anayasa değişikliklerine “yetmez ama evet” diyenler dahi, neler oluyor, demeye başladılar. Örneğin, demokrasi ve statükoyu değiştirmek adına Anayasa değişikliğine açık destek veren “Demokrat Yargı Derneği”, yapılan uygulamaları gördükten sonra HSYK yı eski statükoyu sürdürmekle suçladı ve “anlayış değişmedi, sadece iktidar el değiştirdi” eleştirisine başladı*.
 
Türkiye’nin 2011’ e girerken yargı alanındaki diğer önemli sorunu, Silivri yargılamaları adı ile özetlenecek davalardı. 2011, bu bakımdan da önemli gelişmelere sahne oldu. Üzülerek belirtelim ki, önceki yılların anlayış ve uygulamaları, 2011 yılında da eksilmeden, hatta etkisini artırarak sürdürüldü.
 
Ergenekon davalarına, askerlerin yargılandığı Balyoz davaları eklendi. Bu davalarda emekli olmuş ve görevde bulunan generallerin yaygın şekilde tutuklanmaları dikkat çekti. Öyle ki, Deniz Kuvvetleri Komutanlığında, tutuklu olarak yargılanan amirallerin sayısı görevde olanların sayısını geçti.
 
2011 de, spor da yargının hışmından payını aldı. Şike adı altında yapılan soruşturmada önemli isimler tutuklandı. Yılın sonuna doğru, sporda şike davası toplu davalar arasına katıldı.
 
2011 yılının en geniş tutuklamaları KCK davası olarak bilinen dava ve soruşturma kapsamında gerçekleştirildi. 2011 in en önemli yargı operasyonu olarak gösterilen bu soruşturmada, yılın son çeyreğinde, toplu avukat ve gazeteci tutuklamaları ile zirve yapıldı. 
 
2011 yılının en önemli tartışma konularından birisi de, kuşkusuz, tutukluluk süreleri, bu çerçevede tutuklu milletvekilleri sorunu oldu. Yıl içinde yapılan milletvekili seçimlerinde, Ergenekon Davasında tutuklu olanlar arasından aday gösterilen ve Milletvekili seçilen CHP den iki, MHP den bir ve BDP den beş milletvekili, seçilmelerine rağmen tutuklu kalmaya devam ettiler.
 
Türkiye’de Cumhurbaşkanı’ndan, Meclis Başkanı’na, Türkiye Barolar Birliğinden tüm hukuk kamuoyuna kadar herkesin karşı olmasına rağmen, uzun tutukluluk, bunun özelinde tutuklu milletvekillerinin durumu bir türlü çözüme kavuşturulamadı. Siyasal iktidar ise kolayını bulmuştu: Klasik gerekçe hazırdı, biz yargının işine karışmayız!
 
2011, önceki yıllardan devraldığı, yasa dışı / yasa içi dinleme sorununu çözemeden geçirilen bir yıl oldu. Herkes ya dinlendi, ya dinlemeye takıldı. Öyle ki, kendisinin de dinlendiğini belirtme, bu yolla önemli birisi olduğunu ima ederek sosyal bir statü kazanma heveslileri ortaya çıktı.
 
2011 yılında yaşanan önemli hukuk gelişmeleri arasına, temel yasalarda yapılan değişiklikleri katmamız gerekiyor. Daha önceki yıllarda yenilenen Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu gibi yasalardan sonra 1 Ekim 2011 tarihinde bu kez Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) yürürlüğe girdi. Bu gibi temel yasaların getirdikleri yeniliklerin yarattığı uygulama zorlukları 2011 yılında da sürdü. Özellikle yılın son çeyreğinde yürürlüğe giren HMK gereğince dava masraflarının dava açılırken depo edilmesi gereği, hak aranmasını zorlaştırıldığı tartışmalarına yol açtı. Ayrıca, yasanın getirdiği yeniliklerin hakim, savcı ve avukatları bir süre daha oyalayacağa benziyor.
 
TBMM tarafından 2011 yılı içinde kabul edilen ancak yürürlük tarihi 01 Temmuz 2012 olarak belirlenen Türk Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu gibi iki temel yasa da önümüzdeki dönemin hukuk sorunları arasında yer almaya aday gözüküyor.
 
Yargının neredeyse on yıla yakın süren “güncel” sorunu, Bölge Adliye Mahkemelerinin bir türlü kurulmamış olması, 2011 yılında da belirsizliğini korudu.
 
AKP nin iktidara gelmesinden sonra yeni adliye binaları yapımında göreceli bir iyileşme sağlandı. Bu çerçevede, İstanbul’da, dağınık şekilde bulunan 40 civarındaki adliyenin üç ana binada toplanması projesi gereğince Çağlayan’da yapımı sürdürülen yeni adliye binası hizmete girdi. Kartal’da yapımı uzun yıllardan beri sürmekte olan bina ise hizmete açılamadı.
 
Kaba çizgileriyle 2011 yargı yılı böyle geçti. Özetle:
 
· Türkiye ’nin otoriterleşen siyasal iklimi, yargı (özel görevli/yetkili ağır ceza mahkemeleri) aracılığıyla sürdürüldü.
· Bu çerçevede, yargı eliyle toplumsal muhalefetin bastırıldığı açıkça görüldü. (Devam eden davalara Oda TV davası, Hopa olayları ile ilgili davalar vb. eklendi.)
· Tutuklamalar, bir önlem olmaktan çıktı, muhalefeti susturmanın ve muhalifleri cezalandırmanın aracı haline geldi.
· Özel görevli/yetkili mahkemeler yoluyla oluşturulan pervasız yargılama uygulamaları, normal mahkemelere de yansımaya başladı.
· Adil yargılanma ilkesi uygulanmaz oldu. Avukatı yargılamada yok sayan ya da usulen bulunması gereken bir figür olarak gören bir anlayış ortaya çıktı.
· Basın susturuldu. Gazetecilere yönelik yargı operasyonları ve oluşturulan tek sesli bir medya aracılığıyla, yargılama bitirilmeden insanlar suçlu ilan edilmeye başlandı. Masumiyet karinesi çiğnendi.
· Mahkemeler ve hakimler, bağımsızlık kavramını unuttular.
· Hapishanelerde yer kalmadı.
· Türkiye, ileri demokrasi iddialarına rağmen, demokratik değerler ve düşünce özgürlüğü bakımından, sınıfta kaldı. 194 ülke arasında, kısmen özgür ülke statüsünde ve 112. Sırada yer aldı.
 
Türkiye; insan haklarının, ifade özgürlüğünün yargı eliyle bastırıldığı, otoriter anlayışın sıradanlaştırıldığı, herkesin birbirinden kuşkulandığı, konuşmaya korktuğu, yargıçların kendilerini özgür ve bağımsız hissetmedikleri büyük bir gözaltı ülkesine dönüştüğü bir yılı geride bıraktı. Öyle ki, sıradan davalarda bile, yazının başlangıcında dile getirilen adaletli bir sonucun elde edileceğine olan inanç neredeyse kalmadı.
 
Bu veriler ışığında 2012 nin hukuk ve yargı bakımından zorlu geçeceğini söylemek kehanet olmayacaktır...  
 
 
Av. Başar YALTI
 
 
(*) Dernek başkanı hakim Orhan Gazi Ertekin tarafından yazılan “Yargı Meselesi Hallolundu” adlı kitap, HSYK nun oluşumuyla ilgili arka planı geniş şekilde anlatmaktadır. Hemen belirtelim, akademik kariyere de sahip olmasına karşın, kitabın yazarı hakim Ertekin, aslında rutin bir işlem olmasına karşın, 1. sınıf hakim yapılmayarak Kurul tarafından cezalandırıldı.
Av. Dr. Başar YALTI | Tüm Yazıları
Hits: 3029