HUKUKUN HUKUKSUZLUĞU
“Berlin’de Hakimler Var”
Bir Alman köylüsü (18.yy)
Cumhuriyet tarihimizde çalkantılı dönemler yaşanmıştır. Bu dönemlerin öne çıkan özelliklerinden bir tanesi de; kendine özgü bir hukuk anlayışının döneme egemen olmasıdır. Ülkenin ve devletin yüksek çıkarları adına evrensel hukuk ilkelerini görmezden gelen bu anlayış, kişilere ve kurumlara önemli ölçüde zarar vermiştir[1]. Hukuk adına hukuksuzluk yeğ tutulmuş ve kişilerin onurları ve hakları, sıradan ve geçersiz gerekçeler kullanılarak yok edilmiştir. Kişiler, aileleri ve yakınları önemli maddi ve manevi sorunlar yaşamışlar ve sıkıntılar ikinci ve üçüncü kuşaklara da yansımıştır.
Ancak, bu hukuksuz uygulamalardan kaynaklanan zararların bir kısmının onarılabilmesi olanağı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kendilerini “Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri” kısaca ADAM olarak tanımlayan ve olağanüstü dönemlerde ilişiği kesilmiş, herkes kadar ülkesini seven ve ülkesine hizmet veren kişiler, ellerinden alınmış haklarını geri kazanma noktasına gelmişlerdir. Hakların geri verilmesi yolunu açan yasanın yayımlanması ile birlikte anılan kişiler başvurularını yapmışlardır[2]. Bir kısmı da haklarına kavuşmuş ve uzun yıllar sonra bu kazanımların sevincini yaşama olanağına sahip olmuştur[3]. Haklarını geri kazanmış olanların sevincini paylaşıyor ve kendilerine geçmiş olsun diyerek hayırlı olsun dileklerimizi sunuyoruz.
Konumuz ise, henüz haklarını alamayanların önlerine çıkan/çıkarılan engelleri incelemek ve hukukun bir hukuksuzluğa neden olmasını önlemek adına çözüm önerileri geliştirmektir.
TSK Personel Kanunu’na eklenen bir geçici madde ile “Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararları” ve “yargı denetimine kapalı idari işlemler” nedeniyle TSK’dan ilişiği kesilen personelin mağduriyeti önlenmek istenmiştir[4]. Ancak, geçen süre içerisinde başvuru hakkı bulunan personelin %40,4 kadarı haklarını kazanmış, %59,6 kadarı ise ne yazık ki; yasanın açtığı kapıdan geçebilme olanağına kavuşamamıştır. Gelinen nokta bakımından yasanın istenilen sonucu sağladığını söylemek mümkün görülmemektedir.
Yasanın ruhu yüksek bir adalet duygusu ile hareket ederek mağdur kişilerin haklarının geri verilmesine işaret ediyor olsa da; anlaşılmaktadır ki yasanın lafzı bu arzunun tahakkuku bakımından yeterli değildir.
Haklarını geri kazanmayan %59,6 oranındaki personel adeta haksız bir fiil ile karşı karşıya bırakılmış, bir kez daha mağdur edilmiş ve bir hukuk labirenti içerisine sokularak belki de yıllar sürecek bir hak arama mücadelesinin tarafı konumuna itilmiştir.
Yasa iyi niyetle hazırlanmış, ancak yetersiz kalmıştır. Yeni bir düzenleme ile geride kalan personelin mağduriyetlerinin giderilmesi kamu vicdanını rahatlatacaktır.
Yasanın ruhu “siyasi görüş ve inançları nedeniyle ilişikleri kesilmiş olan personele haklarının geri kazandırılmasını” öngörmektedir. Vurgulanması gereken nokta da budur. Bu nedenle personelin durumu incelenirken “Siyasi Görüş” ve “İnanç” nedeniyle ilişiğin kesilmiş olması esasından hareket edilerek sonuca gidilmelidir. Öncelikle bu iki gerekçe ile ilişikleri kesilen kişilerin haklarının geri verilmesi hususu öncelikli ve önemli olan temel sorumluluktur.
MSB’lığına takdir hakkı verilmesinin doğru olmadığı düşünülmektedir. İncelemelerin hukukçular tarafından yapıldığına dikkat çekilse bile askeri bir hiyerarşi içerinde yapıldığı ve bir makamın onayı sonrasında bir karar noktasına gelindiği hususu göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle geri kalan personelin dosyalarının sivil bir hukuk heyeti tarafından incelenmesinin daha uygun olacağı da dikkate alınmalıdır[5].
Yasadaki önemli bir eksiklik de; yasanın maksadının “YAŞ kararları” ve “yargı denetimine kapalı idari işlemler” nedeniyle ilişiği kesilenlerin mağduriyetinin önlenmesi olmasına karşılık, maddi imkansızlık nedeniyle bu hususun nasıl sağlanacağının açık olmamasıdır. YAŞ, 1982 Anayasası ile yaşama geçmiş bir kurumsal yapıdır[6]. 1971 yılından itibaren ilişiği kesilenlerin YAŞ tasarrufu ile ayrılmaları olanaklı olmadığına göre bu süreç içerisinde ayrılanların haklarını nasıl geri kazanacakları hususu belli değildir. Ayrıca olağanüstü dönem yargılamalarının meşruiyeti tartışmalıdır. Bu dönemde hak arama yoluna giden ve haklarını geri kazanmayan kişilerin nasıl bir yol izleyecekleri hususuna da açıklık getirilmelidir.
Diğer dikkat çeken bir diğer husus da; ilişiği kesilen personel arasında askeri öğrencilerin var olmasıdır[7]. “Disiplin Kurulu” kararları ile ilişikleri kesilen bu kişilerin haklarını ne şekilde kazanacakları hususu da düzenlenmelidir[8]. İnsan onuru onarılmalıdır ve yitirilen yılların mağduriyeti ortadan kaldırılmalıdır.
Siyasi görüş ve inançları bakımından gerek yasanın hazırlık aşamasında ve gerekse uygulama sürecinde kişiler arasında bir ayrım yapıldığı hususunu ise asla düşünmüyoruz. Hukuk devleti anlayışı kapsamında böyle ilkel bir yaklaşımın yer almayacağına/almadığına yürekten inanıyoruz.
Geldiğimiz nokta bakımından konuya ilgisiz kalmanın “hukuk devleti” anlayışı bakımından doğru olmayacağı açıktır. Her kişinin durumu ile yakından ilgilenilerek çözüm üretmek amaç olmalıdır. Türkiye’de de “Berlin’de Hakimler Var” anlayışına uygun bir hukuk ortamının egemen olduğu ülke ve dünya kamuoyuna yansıtılmalıdır. Vatandaş, geç bile olsa adalet mekanizmasının işleyeceğine ve haklarının geri verilebileceğine olan inancını her zaman koruyabilmelidir.
Son olarak da; bu olaydan ders alarak, yaşadığımız süreç içerisinde yeni hukuksuz söylem ve eylemler nedeniyle geleceğin mağdurlarını üretmekten kaçınmamız gerektiğine vurgu yapmak ihtiyacı bulunmaktadır. Tarihin döngüsü devam etmektedir. Geçmişte yaşananlar önümüze önemli sonuçlar koymaktadır. Bu sonuçları görmemek gibi aymazlığın geleceğe yönelik yeni hukuk kazalarının yaşanmasına olanak sağlayacağı kaçınılmazdır.
6191 sayılı yasanın iyi niyetle düzenlenmiş olduğunu anlayabiliyoruz. Ancak, yasanın asker mağdurların çoğunluğuna çare olamamış olmasını anlayamıyoruz. Sorun tespit edilmiştir. Ancak, kapsamı geniş bir çözüm üretilememiştir. Yürütme ve yasama ise her zaman eksik kalan adaletin giderilmesine muktedirdir.
Başta asker muhalifler/mağdurlar olmak üzere kamuoyunun beklentisi de bu istikamettedir.
Av. Reha Taşkesen
16.10.2011, Ankara
[1] RT, Yeni Yaklaşımlar, 10.8.2010, “Siyaset ve Asker”
[2] 6191 sayılı yasa 22 Mart 2011 tarihli ve 27882 sayılı RG’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
10.10.2011 tarihinde yayımlanan duyuruda;
1.MSB’lığına yapılan 4606 başvurudan 1971 yılı öncesine ait bulunan 847 başvurunun değerlendirme dışında bırakıldığı (ret),
2.Geri kalan 3759 başvurudan 1518 başvurunun (%40,4) kabul edildiği; yasa kapsamında bulunan 250, yargı yoluna açık işlemle ilişiği kesilen 1991 ve askeri öğrenci statüsünde olan öğrenciler de dahil olmak üzere toplam 2241 başvurunun (%59,6) ise ret edildiği açıklanmıştır.
[4] Geçici Madde 32; süreci 12.3.1971 tarihinden başlatmış, vefat durumunda yasal hak sahiplerine başvuru hakkı tanımış, başvuruların 60 gün içerisinde yapılmasını öngörmüş ve başvuru kurumu olan MSB’na bir takdir hakkı vermek suretiyle başvuruların 6 ay içerisinde kabul/ret şeklinde sonuca bağlanmasına hükmetmiştir.
[5] RT, Personelin ayrılış nedenleri iki temel esasa (siyasi görüş ve inanç) dayandırılsa dahi her kişi ile ilgili olarak ayırma/ilişik kesme süreci içerisinde idarenin işlemlerinin farklılık arz edeceği de açıktır. Bu nedenle her kişinin iliğinin kesilmiş olması sui generis bir durum olarak düşünülmelidir. Ayrı ele alınarak incelenmelidir. Hukuki konulara toptancı bir anlayışla yaklaşmanın onarılmaz hukuki hatalara neden olabileceği göz ardı edilmemelidir.
[6] RT, Yeni Yaklaşımlar, 10.8.2011, “Siyaset ve Asker”
[7] RT, kayıtlar 12.9.1980’den sonra 447 askeri öğrencinin ilişiğinin kesildiğine işaret etmektedir. 12.3.1971 dönemi ve 1980’den sonraki dönemlerde de ilişiği kesilmiş olanları dikkate aldığımızda hatırı sayılı bir sayıya ulaşabileceğimiz açıktır.
[8] RT, AİHM disiplin suçları konusunda bir yaklaşım belirlemiştir. Bu yaklaşım iki önemli açılım sağlamıştır. Birincisi, iç hukuk yolları tükenmeden de başvuru yapılabileceğine ilişkindir. AİHM, iç hukuk yollarının varlığına değil işlerliğine gönderme yaparak, iç hukuk yolları tükenmeden de başvuru yolunu açmış bulunmaktadır. İkincisi, AİHM Türkiye’den yapılan bir başvuru üzerine verdiği kararın gerekçesinde “sadece bir komutanın verdiği oda hapsi cezasının keyfi bir tasarruf olduğuna, cezaların ve cezalara itirazların yetkili ve bağımsız yargı organları tarafından verilmesine” hükmetmiştir (Ersin Pulatlı, AİHM Başvuru No:38665/07, 26.4.2011 tarihli karar).
Hits: 3283