Yaşasın Adalet Bakanlığı!

~ 30.08.2011, Mehmet Y. YILMAZ ~

BEN çocukken mahkemelerdeki yargılamaların sonunda “yaşasın adalet” diye bağırmak modası vardı.

Beraat ettiyse sanık, mahkûm olduysa mağdurlar ya da mağdur yakınları böyle bağırırlardı.
Tabi bunu kendim kulaklarımla duymuş değilim. Gazetelerdeki haberlerde böyle yazılırdı. “Karısının boğazını kesen adam idama mahkûm olunca, kadının annesi ‘Yaşasın adalet’ diye bağırdı” gibi haberler!
O yıllarda seyrettiğimiz Türk filmlerindeki mahkeme sahneleri de genellikle böyle biterdi. Filmin haksızlığa uğramış kahramanı mahkemeden hakkını teslim eden karar çıkınca “Yaşasın adalet” diye bağırır, tonton bir hâkim de kürsüden ona tebessüm ile bakardı.
“Bugün bayram, her bayramda bir nostalji rüzgârına kapılır, sürüklenirim” türünden bir yazı değil bu.
Bu eski öyküyü hatırlayınca gözlerimden iki damla yaş da süzülmüş değil.
Deniz Feneri soruşturması ile ilgili haberleri okurken aklıma geldi sadece.
Deniz Feneri savcıları görevden alınmamış olsalardı, bayramdan sonra “içeriden bilgi sızdıran kamu görevlileri” ile ilgili soruşturmaya başlayacaklardı.
Arkadaşımız Nurettin Kurt’un Hürriyet’teki haberi ise olayın değişik bir boyutunu açıklıyor.
Savcılar içeriden bilgi sızması sonucunda Deniz Feneri, Kanal 7 ve yan şirketlerdeki bilgisayarlardan bilgilerin silindiğini tespit etmişler.
Silinen kayıtlara ise aynı grup içinde yer alırken sonradan devredilen Atlas Yayıncılık ve Pazarlama’nın bilgisayarlarından ulaşılmış.
Bu kayıtlar Almanya’daki Deniz Feneri e. V. ile Türkiye’deki Deniz Feneri arasındaki bağı ortaya koyuyor.
Almanya’dan, Türkiye’ye gönderilen şöyle bir mesaj var örneğin:
“1 milyon 463 bin Euro’luk açığımız var. Bize acele belge gönderin.”
İstenen makbuzlar gönderilmiş tabii. Kim tarafından derseniz, “din kardeşlerimiz tarafından” yanıtı uygun düşüyor: Bazı belediyelerin yardım dağıtmak için aldıkları kimlik belgelerindeki bilgiler kullanılmış makbuzlarda! Yardım yapılmayan kişilere, yardım gönderilmiş gibi yapılmış!
Nurettin Kurt’un haberinde soruşturmayı yürüten savcılara nasıl bir görevden alma tuzağı kurulduğu da anlatılıyordu.
Bunları okuyunca kendime sordum: Bu savcı değişikliği, beraat ile sonuçlanırsa sanıklar mahkemede nasıl bağıracaklar?
Düşündüm ve şu yanıtı buldum: “Yaşasın Adalet Bakanlığı” diye bağırmaları çok uygun olur!
Polis devletinin dik âlâsı!
TAKSİM ’de yolda cep telefonu ile konuşarak yürürken durdurulan tiyatrocunun başına gelenleri daha önce yazmıştım.
Kendisini durdurup kimlik soran polislere, cep telefonu ile konuştuğu için “bir dakika” deyince gözaltına alınıp, karakola götürülen, orada da çırılçıplak soyularak aranan tiyatrocu!
Polisler hakkında Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açtığı soruşturmada müfettişler incelemelerini bitirdiler ve raporlarını yazdılar.
Rapor, söz konusu polis memurlarının davranışının “hürriyeti engelleme” niteliğinde olduğunu belirtiyor. Polislerin gözaltı tutanağı da tutmadıklarını, bununla ilgili gerekli doktor raporu vs. gibi işlemlerin de yapılmadığını tespit ediyor ve polislerin “keyfi hareket ettiğini” vurguluyor.
Milliyet’te Tolga Şardan’ın haberinden öğreniyoruz ki müfettişler polislere “kınama cezası” verilmesini istemişler.
Emniyet Genel Müdürlüğü Disiplin Kurulu ise buna da gerek görmemiş, polis memurları ceza almadan yakayı kurtarmışlar.
Bu olay bir hukuk devletinde olsaydı, vatandaşın en temel özgürlüğünü sorumsuzca kısıtlayan polislere kınama cezası vermek de yetmez, büyük olasılıkla meslekten çıkarılmalarına karar verilirdi.
Yolda yürüyen masum bir insanı karakola zorla götürmek, orada çırılçıplak soymak işkence değilse bile en azından “kötü muamele” olarak tanımlanırdı.
Anayasa’nın teminatı altındaki en temel özgürlüğümüz bile polisin böyle keyfi davranışlarına açıksa böyle bir ülkede “hukuk devletinden” değil, “polis devletinden” söz edebiliriz.
İktidarda kim olursa olsun!
Ankara Adliyesi deyince aklıma geldi!
ANKARA Adliyesi’nde sonuçlanmasını heyecanla beklediğim bir dava daha var: KPSS sorularının çalınması ile ilgili soruşturma!
Soruların çalındığı anlaşılınca hatırlayacaksınız Başbakan, hem MİT’i, hem Emniyet Genel Müdürlüğü’nü bu işin sorumlularının bulunması ve “dosyanın önce kendine getirilmesi” için görevlendirmişti.
Savcılık da olayı bir diğer koldan soruşturuyordu.
Ama hâlâ bir dava açılmış değil, soruları kimin nasıl çaldığı, nasıl dağıttığı bilinmiyor.
Soruların yanıtlarına sahip oldukları için sınavda tam puan alanların da sonraki sınavda döküldüklerini, bazılarının sınava bile girmediğini de biliyoruz.
Elimizdeki dosyada şunlar var:
1- Çalınmış soruların kimlere verildiğini biliyoruz.
2- Bu kişiler Türkiye coğrafyasına dağılmış durumda. Demek ki bir örgütlü suç da söz konusu! Soruları çalan çete, bunları belli bir bölgede dağıtmamış, yurt çapında belirlenmiş isimlere göndermiş.
3- Koskoca MİT ve “rejimin yeni teminatı” Emniyet teşkilatı peşlerinde ama bir yıldan fazla oluyor, yakalanan kimse yok!
4- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, daha çalınmış sorulara sahip oldukları belirlenen kişilerin ifadelerini almayı bile tamamlamış değil.
Bütün bunlara bakınca burnuma kötü bir koku geliyor.
Soruları çalanlar korunuyor mu yoksa onlara bulaşmaktan mı korkuluyor?
Değerli Okuyucularım

Bayram günü bu yazdıklarım ile canınızı sıkmış olma ihtimalim yüksek. Ama ne yapalım ki hayat bayram dinlemiyor, durmuyor.
Sizlere sevdiklerinizle mutlu geçireceğiniz bir bayram diliyorum.

 

(Hürriyet)

Mehmet Y. YILMAZ | Tüm Yazıları
Hits: 1807