Kafes ve Çağrışımlar
Mısır Dışişleri Bakanı’nın dün ülkemize gelmesi, Kahire’yi gündemin önemli konuları arasına oturttu. Daha önce de arkadaşımız Nilgün Cerrahoğlu Mısır’ı konu etmişti.
Nilgün Cerrahoğlu’nun, Hüsnü Mübarek için hazırlanan kafes ile ilgili ilk yazısını okuduğumda, İlhan Selçuk’u anımsadım.
Köşe yazarlığında yıllar içinde (artık 45 yıl oluyor) edindiğim bir tecrübe var.
Bir konu aklına takıldığında, onu kafanda pişirip gelişmesini beklemeyecek, hemen yazacaksın! Yazdın yazdın, yazmadın, bir başkası, üstelik kimi zaman daha da iyi olarak yazar, senin tasarın da elinde kalıverir.
Bunu öğrenene kadar kaç tasarımın, daha ben yazmadan, hem de daha iyi olarak, Pencere köşesinde İlhan Selçuk tarafından kaleme alındığına tanık oldum.
Bu defa da Nilgün Cerrahoğlu ile aynı şey oldu. Hüsnü Mübarek’i kafeste gösteren fotoğraftan önce, henüz kafesin hazırlandığı resmi gazetede görünce, Mısır’daki yeni rejimin ne kadar demokrasi olacağını daha şimdiden çok iyi gösteren bu olay ile ilgili bir yazı yazmayı kurarak, kalan aklımın bir köşesine itmiştim ki, iki gün sonra Nilgün Cerrahoğlu’nun çok güzel yazısını gördüm. Bir kez daha İlhan Selçuk ile yaşadığım olay gelmişti başıma.
Eskiden olduğu gibi, bu kez de “zarar yok” dedim kendi kendime. Ne de olsa insanın düşüncelerine ve kalemine değer verdiği kişiler ile aynı görüşleri paylaştığını anlaması da sevindiriciydi.
Ondan da iki gün sonra yazdığı yazıda Nilgün Hanım’ın okurlarından biri “Bu kadar zalim bir diktatörün yargılanmasından daha doğal bir şey var mı?” diyor, kafes uygulamasının yeni olmadığını, Mübarek zamanında var olduğunu belirtiyordu.
***
Bu yanıt da, bana Türkiye’yi çağrıştırdı.
Şimdi kimse çıkıp da “Ama Türkiye’deki yargılamalarda öyle kafes uygulaması yok ki” demesin sakın!
Biraz hukuk ve adalet nosyonu olan herkes, adları ister “Sıkıyönetim”, “Devlet Güvenlik Mahkemesi” veya “Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi” olsun, Türkiye’deki olağanüstü mahkemelerin hepsinde o kafesin var olduğunu hemen görmüştür.
Mısır ile Türkiye’nin farkı birincide, cismen ve manen var olan kafesin, ikincide yalnızca manen var olmasından ibarettir.
Ama her iki ahvalde de, sanığı da, tanığı da, avukatı da izleyeni de, bu kafesi elle tutulurcasına hissederler.
Zaten spor salonlarında ve özel mahallerdeki tüm mahkemelerde vardır o kafesler.
O tür mahkemelerden birinde 12 Eylül’de yargılandım.
Bir askeri mahkemeydi o. Yargılayanlar da yargılatanlar da askerdiler.
Tek sanıklar ve savunmanlardı sivil olanlar.
Aradan 25 yıldan çok zaman geçti. Şimdi aynı yöntem Silivri’de yine uygulanıyor.
Şu farkla ki, bu kez yargılananlar asker, yargılayanlar da yargılatanlar da sivil.
“Etme bulma dünyası” deyip, gülüp geçmem ya da gizlice keyif almam ya da “ne iyi işte, askeri vesayet son buldu!” diye sevinmem mi gerek?
***
Tabii ki, hayır!
O kafes orada durdukça, yargılayan da, yargılatan da, yargılanan da kim olursa olsun, bir şey değişmiyor. Yine hukukun üstünlüğü sağlanmıyor, insan haklarına saygı gösterilmiyor, hukuk devletine ulaşılamıyor, demokrasi kurulmuyor.
Bu durumda da, askeri vesayetin kalkmış olmasının hiçbir anlamı kalmıyor. Olsa olsa, vesayet üniformasını çıkarıyor, sivil elbise giyiyor.
Demek ki, kafes orada durdukça, Mübarek yargılatan da olsa yargılanan da, bir şey değişmiyor. Mısır’a da demokrasi gelmiyor.
Konunun bu noktasında, aklıma Prof. Dr. Seyfettin Gürsel geldi.
Seyfettin Gürsel bu yıl içinde katıldığımız bir açık oturumda, Kahire Tahrir Meydanı’ndaki göstericilerin Mısır’da demokrasi muştuladığı yönündeki yorumlarını Sayın Dr. Nurşen Mazıcıile birlikte kuşkuyla karşıladığımızda, ikimize de pek öfkelenmişti.
Bilmiyorum, Prof. Dr. Gürsel, Hüsnü Mübarek duruşmalarındaki kafesin fotoğrafını gördü mü? Gördüyse, ona rağmen hâlâ demokrasi umudu sürüyor mu?
Ve yine merak ediyorum, Prof. Gürsel o kafes görüntüsüne de, bize olduğu kadar öfkelendi mi?
(Cumhuriyet 11.08.2011)
Hits: 1957