Merve Özçelik İstanbul - BİA Haber Merkezi
Dünyada iklim krizinin yakıcı etkileri artık iyice hissedilirken, bu krizden en çok etkilenenlerin başında ise kadınlar geliyor.
Birleşmiş Milletler (BM) iklim krizi nedeniyle yerlerinden edilenlerin yüzde 80’inin kadınlar olduğunu açıkladı. Yine BM’ye göre, iklim krizine bağlı felaketlerde, kadınların ve çocukların ölüm riski erkeklere göre 14 kat daha fazla.
Birleşik Krallık merkezli bir çevre örgütü olan Women’s Environmental Network’ün hazırladığı rapora göre, iklim krizine bağlı sebeplerden dolayı her yıl 10 binden fazla kadın hayatını kaybediyor.
Dünyanın bazı bölgelerinde kadınların eğitim hayatlarını erkeklere göre daha erken sona erdirmek zorunda kalıyor. Bu da onların iklim krizi hakkında daha az bilgi sahibi olmalarına ve karar alma süreçlerinde daha az bulunmalarına neden oluyor.
Özellikle yoksul veya gelişmekte olan ülkelerde kadınların eğitime ve sağlığa erişim hakkı olmaması, mülkiyet hakkının olmaması gibi nedenler onların iklim krizinden daha çok etkilenmelerine yol açıyor.
Gezegenin bu denli yokoluşa sürüklenmesinin en büyük sebeplerinden birinin de patriyarka olduğunu akılda tutmakta fayda var.
Çocuklarını kurtarmak için daha çok vakit harcamaları ve dolayısıyla kendilerini kurtaracak zaman bulamamaları, yüzme bilmemeleri, yaşlı bakımının onların üstünde olması, evden çıkmak için bir erkeği beklemeleri, geleneksel kıyafetlerinden dolayı rahat hareket edememeleri, koşamamaları, bölgesel kültürün üzerlerinde kurduğu tahakküm, ev içi sorumluluklarından dolayı dışarıda olamadıkları için afetlere karşı yapılan uyarıları duyamamaları gibi nedenler afetlerde kadınların ölümünün neden daha yüksek olduğunu bir miktar da olsa açıklıyor.
İklim krizi sebebiyle meydana gelen afetlerden dolayı göç eden 28 milyon insanın da 20 milyonunu kadınlar oluşturuyor.
Tüm bunların yanında, kadınlar bir şekilde afetlerden sağ kurtulsalar bile bu sefer hem fiziksel hem cinsel şiddet tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. Afet sonrası sığınma evlerinde kalan kadınların büyük kısmı taciz, tecavüz ve şiddete maruz bırakılıyor.
Güney Asya’da yapılan araştırmalara göre, barınma alanlarındaki tecavüz, taciz ve şiddetten dolayı kadınlar sel veya fırtına felaketleri sırasında evlerinin çatılarına ya da ağaçlara sığınmaya çalışıyor.
Çocuk evliliklerini sona erdirmek için çalışan uluslararası kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan Girls Not Brides, her yıl 12 milyon reşit olmayan kız çocuğunun zorla evlendirildiğini ve bu yüksek sayıda afetlerin önemli bir rol oynadığını belirtiyor.
Ayrıca araştırmalar, afetlerin kadınların ve kızların yiyecek ve para karşılığında seks ticareti yapmaya zorlanma olasılığını artırdığını gösteriyor.
Su kaynakların azalması ya da tükenmesi sebebiyle, temiz suya erişimden en çok etkilenenlerin yine kadınlar olduklarını görüyoruz. Su kaynaklarının ve suya erişimin sınırlı olduğu her 10 haneden sekizinde su toplamadan kadınlar ve kız çocukları sorumlu.
Bu oran, kuraklığın artık kendini iyice hissettirdiği günümüzde iklim krizinin kadınları neden daha çok etkilediğini anlamak için önemli bir rakam.
Kadınlar, artık daha uzak yerlerden evlerine su taşımak zorunda kalıyor. Suya erişim için her gün altı kilometre yürümek zorunda kalan kadınlar, bu zorunlu yolculukları sırasında da erkekler tarafından sözlü ya da fiziksel tacize maruz bırakılabiliyor.
*Fotoğraf: UNICEF
Gıda güvencesizliğinden de en çok kadınlar ve kız çocukları etkileniyor. Kıtlık zamanlarında kız çocuklarına oğlan çocuklarına göre az gıda veriliyor. Bu da kız çocuklarının hastalıklara yakalanma ihtimalini daha da artırıp, onları savunmasız bırakıyor.
Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) geçen sene yaptığı bir araştırmaya göre, iklim felaketlerinin yol açtığı kıtlık ve açlık gibi durumlarda, kız çocuklarının zorla evlendirilme oranları arttı.
Dünya Sağlık Örgütü, iklim krizi sebebiyle yetersiz beslenme, hava kalitesinde azalma ve su kaynaklı artan hastalıklar ile senede 250 binden fazla ölüm yaşanacağını kaydediyor. Mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliği göz önünde bulundurulursa, bu şartlar altında en çok kadınların hayatını kaybedeceği de çok açık bir gerçek.
İklim krizi nedeniyle tarımsal üretimin azalması, kadınların yaşadıkları yerleri terk etmelerine veya çok daha az para kazanmalarına neden oluyor.
Türkiye’de tarım sektöründe çalışan kadınların oranı yüzde 28. Üstelik yüzde 82’lik gibi büyük bir kısım da sosyal güvencesiz bir şekilde çalışıyor.
Project Drawdown’un rakamlarına göre, kadınlar dünyadaki tarımsal üretimin yüzde 43’ünü yapıyor. Eşit tarımsal üretim kaynaklarına sahip oldukları durumlarda da kadın çiftçiler yüzde 20-30 oranında daha fazla üretim sağlıyor.
Ancak, kadınlar genellikle eşit tarımsal üretim kaynaklarına sahip değiller ve çok azı toprak sahibi olduğu için karar verme aşamalarında söz sahibi olamıyor.
Tüm bu yaşananların yanında bir de iklim krizinin erkek şiddetini artırdığı artık kanıtlanan bir gerçek. Kadınların tarımsal üretimden sorumlu olduğu yerlerde, beklenmedik felaketler ve iklim krizi sebebiyle istenilen miktarda ürün elde edilemediğinde, ev içi erkek şiddetinin arttığı görülüyor.
Cinsel şiddetin de arttığına dair örnek olarak Afrika kıyılarında hayatını sürdüren kadınların yaşadıkları verilebilir. Afrika kıyılarında yaşayan kadınlar, iklim krizi sonucunda okyanuslarda ve denizlerde balığın azalmasından olumsuz etkileniyor. Çünkü balıkçılar paranın yanı sıra artık seks de talep etmeye başladı. IUCN’nin araştırmasına göre, Kenya’nın batısında bu sistem oldukça yaygınlaşmış durumda. Buna Jaboya sistemi adı verilmiş.
İklim krizinden en çok etkilenen kadınlar iken, iklim krizine karşı sesleri en fazla çıkanlar da yine onlar oluyor. İklim aktivisti iki kadın bize hem mücadelelerini hem kadınların mücadelede nasıl en önde yer aldıklarını anlattı.
Kazdağları Doğa ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nden 27 yaşındaki Özge Doruk, iklim kriziyle alakalı mücadelesinin yaklaşık 10 seneye yaklaştığını söylüyor.
Doruk, yüksek lisans için Çanakkale’ye gittiğinde buradaki yerel ekolojik harekete dahil olduğunu anlattı. Önce araştırmacı, daha sonra aktivist ve şimdi de profesyonel çalışan olarak… Doruk, şu an Çanakkale’de hem proje bazlı çalışıyor hem de Kazdağları’nda aktivist olarak yer alıyor.
Doruk, aynı zamanda “Çan-Bir Termik Kasabası” belgeselinin de yapımcısı. Tezi için Çırpılar Termik Santrali üzerine bir saha araştırması yaptığını belirten Doruk, oradaki hikâyeyi daha geniş kitlelere yayabilmek için bir belgesel çalışması yaptıklarını söyledi ve “Benzer belgeseller de çekeceğiz” dedi.
Kadınların iklim kriziyle daha ağır bir şekilde yüzleşen kesim olduğunu kaydeden Özge Doruk, Çanakkale bölgesinde iklim krizi kaynaklı su krizi sorunuyla karşı karşıya gelindiğini, bu krizden de en çok kadınların etkilendiğinden bahsetti:
“Toplumsal cinsiyet rolleri dediğimiz suyla bulaşık yıkama, yemek yapma gibi tüm roller onların üstlerinde olduğu için su olmayınca direkt onlar etkileniyor. Erkeklerin herhangi bir kriz anında o bölgeyi terk etmesi, ayrılması yine onlara atfedilen roller gereği çok daha kolay oluyor. Hemen alıp başını gidebiliyorlar. Ama kadının üzerine yüklenen o ev yükü, yaşlı-çocuk bakımı arkasındaki o sorumluluk ve yükümlülükler onun öyle ayrılmasını mümkün kılmıyor.”
Kadınların iklim mücadelesini çok daha inançlı ve inatçı bir yerde gördüğünü ifade eden Doruk, kadınların bulunduğu yere aidiyet duyması ya da herhangi bir şekilde o soruna karşı mücadele etmesindeki yüreklilik ve dayanışmanın kendisini çok etkilediğini ve bundan güç aldığını da ekliyor.
“Kadınlar, iklim krizinden en fazla etkilenecek kesimlerden biri ama mücadele kısmında da en ön saflarda gördüğümüz topluluklardan biri” diyen Özge Doruk, ilerleyen dönemlerde de bu kadın birlikteliğinin bu ruhla birlikte anlam kazanacağını ve daha da dirayetli olunmasında etkin olacağına inandığını ifade etti.
İkizköy Çevre Komitesi gönüllüsü Deniz Gümüşel ise aslında yaklaşık 21 yıllık bir çevre mühendisi. Gümüşel, uzun yıllar aralarında enerji sektörünün iklim krizine etkilerinin de araştırıldığı bir yığın projede yer almış.
En son İklim Eylem Ağı’nın Muğla’da termik santrallerin topluma, ekosisteme ve sosyal hayata etkileri üzerine Kömürün Gerçek Bedeli isimli çalışmasında yer aldı.
Normalde Ankara’da yaşayan Deniz Gümüşel, 2017 yılında proje için geldiği Muğla’dan daha sonrasında ayrılamıyor.
Çalışmanın yayımlandığı hemen hemen aynı tarihlerde, Milas ilçesinde bulunan İkizköy mahallesindeki Akbelen Ormanı, Yeniköy Kemerköy termik santrallerine yakıt sağlayan linyit madeni sahasının genişletilmesi için yok edilmek isteniyor.
Buna karşı İkizköylülerin “Biz artık topraklarımızı kömüre vermeyeceğiz” demesine üzerine de bir direniş başlıyor. Deniz Gümüşel de İkizköy’de yürütülen mücadeleye dahil olduklarını anlattı.
Gümüşel, içinde bulunduğu mücadele için “Hayatımda kaç rapor yazdığımı, kaç araştırmanın içinde olduğumu hatırlamıyorum. Ama hiçbiri bu kadar çok işe yaramamıştı. Burada yaşadığımız toplu aydınlanma kadar öğretici bir süreç yaşamadım ben hayatımda” diyor.
Deniz Gümüşel, mücadeleye dahil olmasıyla birlikte hakkında kara propagandanın yapıldığını da anlattı. Muhtarın gazetelere “Art niyetli çevreci Deniz Gümüşel” diye röportajlar verdiğinden, köydeki insanlara hakkında muhtelif şeyler anlatıldığından ama köylülerin bu durumu kendisine aksettirmediğinden söz etti.
Direniş iki yıldır devam ederken, en son 17 Temmuz 2021’de Orman İşletme Müdürlüğü alana girdi ve 30 ağacı katletti. O gün köylülerden Necla Işık ise, gözyaşlarına hakim olamayıp, şöyle haykırmıştı:
“Nefes alamıyorum. Herkes işteyken, hayvanlarının yanındayken kimse müdahale edemeden gelip indirmeye başladılar ağaçları. O kadar konuşuyoruz ‘durdurun, kesmeyin’ diye. Karşımızda bir insan yok. Bir taş parçası var. Lütfen desteğe gelin. Yardıma ihtiyacımız var. Burası giderse biz biteriz. Sadece İkizköy’ün sorunu değil artık bu. Tüm Türkiye’nin sorunudur bu.”
Direnişlerine devam eden köylülerin aynı zamanda iklim krizine karşı da bir mücadele verdiklerinin farkında olduklarını kaydeden Gümüşel, “Burada yerel bir yaşam alanının savunulmasının ötesinde aslında küresel bir krize karşı bir mücadele olduğunu da biz dilimiz döndüğünce her seferinde ifade etmeye çalışıyorduk. O süreç, buradaki köylüler için de bir süreçti. Biz geldiğimizde de iklim krizinden bahsediliyordu ama şimdi bütün bağlantılar birleşti” dedi.
Deniz Gümüşel direnişte yer alan kadınlar için, “Burada iki yıldır birlikte mücadele ettiğimiz insanların en cesurları, en atakları, sözünü en esirgemeyenleri ve bu işe en çok zaman ayıranları kadınlar. Erkekler de var ama cansiperane bir şekilde bu işi yüklenenlerin çoğu kadın” ifadelerini kullandı.
Gümüşel, bunun nedenini de iki şeye bağladı: Birincisi tarımsal üretiminin esas yükünün kadınlar üzerinde olması. İkincisi ise kadınların doğaya hala yabancılaşmamış olması.
Kadınlar, mücadele ederken de kadın oldukları için bazı sıkıntılara maruz bırakılabiliyor. İkizköy’deki direnişte aktivist olarak hiçbir sıkıntı yaşamadığını ifade eden Gümüşel, sorunu daha çok dernek, platform ve kentsel örgütlenmelerde yaşadığını dile getirdi.
Gümüşel, “Ben 46 yaşında 21 yıllık mühendis olan bir kadınım. Bunların hiçbir hükmü kalmıyor. Söylediğim şeyi, benden onlarca yaş küçük bir erkek arkadaş söylese o daha makbul karşılanabiliyor. Siz orada sözünüzü duyurabilmeniz için bile bu yapıların içerisinde debeleniyorsunuz” dedi.
Benzer şekilde Özge Doruk da mücadelede karşılaştığı zorluklara şöyle değindi: “Sadece kadın olmak değil yaşınız da bir faktör oluyor. Hem hareket içinde hem de hareketin dışında olan insanlar tarafından ciddiye alınmamaya maruz kalınıyor. Her zaman bir tık daha fazla tırmalamak gerekiyor.”
Doruk, hala Çanakkale’de ve mücadelesi için “Vazgeçme gibi bir durum yok. Şu an iklim krizinin içinden geçiyoruz ve bu daha başlangıç gibi bir şey maalesef. Böyle bir durumla karşı karşıyayken geri çekilmek değil, daha da üstüne gitmek gerektiğini düşünüyorum. Benim kendi adıma her zamankinden daha fazla bir inancım ve inadım var” cümlelerini sarf etti.
Deniz Gümüşel de hala Muğla’da direnişte ve orada olmaya da devam edeceğini kaydederek, “Sonuna kadar burada olacağız” demeyi de ihmal etmedi.
İklim krizinden bahsederken, toplumsal cinsiyet eşitliğinden bahsetmenin elzem olduğu artık tüm dünya tarafından algılanması gereken bir gerçek. Paris İklim Anlaşması’na imza atan ülkelerden iklim krizine karşı önlem alırken, toplumsal cinsiyet eşitliğini de göz önüne almaları talep edildi.
BM İklim Değişikliği Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı’nda, BM iklim değişikliği müzakeresinin uygulanmasında kadınların tam ve eşit katılımı hedefleniyor.
İklim kriziyle mücadelede toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için atılmış bu gibi bazı adımlar olsa da bunların uygulanabilirliği ve samimiyeti önümüzdeki dönemlerde belli olacak.
Öte yandan, dünyada da kadınlar iklim mücadelesinde en ön saflarda yerlerini alıyor. Greta Thunberg, Licypriya Kangujam, Vanessa Nakate ve Xiye Bastida gibi bazı genç kadınlar da iklim mücadelesine yön veriyor.
Hal böyleyken, kadınlar hem Türkiye'de hem dünyada iklim mücadelesinde ipi göğüslemeye devam edecekler gibi gözüküyor.
(MÖ/SO)