Siyasetin Sol'unda Neden Bir Şeyler Olmuyor? (2)

~ 19.10.2020, Tevfik KIZGINKAYA ~

Siyasetin sol kulvarında zaman yolculuğuna devam edelim. 90’lı yıllar, siyasette arayışların ve değişimin yaşandığı ve yeni aktörlerin öne çıktığı bir dönemdir.

Siyasetteki değişimi görmek için dönemin koşullarını anımsamamız gerekiyor.

80’li yılların başında dünyada yeni bir akım başladı, Globalizm-Küreselleşme.

Globalizmin etkisiyle SSCB’nin (25.12.1991) ve doğu bloğunun dağılmasıyla kapitalizm ile sosyalizm arasındaki denge yok oldu ve dünya tek kutuplu hale geldi.

Tek kutuplu dünyanın egemeni ABD, küreselleşen dünyanın yeni bir düzene (YDD) geçmesi gerektiğini söyledi ve YDD’nin ne demek olduğu açıklandı.

  • Dünya globalleşmiş-küreselleşmiştir.
  • İletişim teknolojilerinin gelişimiyle haberin ve bilginin önündeki tüm sınırlar kalkmış, haber ve bilgi küreselleşmiştir. Tüm dünya anında habere ve bilgiye ulaşabilmektedir.
  • Sınırlar artık insanlar için de kalkacak ve insanlar özgürce dolaşabilecek.
  • Çağdaşlığın, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin ve sivil toplum anlayışının gereği insanlar inanç ve etnik yapılarını özgürce yaşamalı ve örgütlenmeli.
  • Ulus devletin, ulus toplumun ve ulusal düşüncenin devri kapanmıştır, kaldırılmalıdır.

Ulus devlet kaldırılınca yerine ne konulacak sorusuna yanıt yine neo-liberalizmden geldi;

  • Devlet ekonomiden elini çekecek, fabrikalarını ve üretim tesislerini özelleştirme yolu ile satacak. Ekonomi yükten kurtulmuş olacak.
  • Eğitimden sağlığa, ulaşımdan iletişime, enerjiden madenciliğe kadar tüm alanlar özel girişime açılacak ve desteklenecek.
  • Devletin gücünden kaynaklanan haksız rekabet sona erecek ve serbest piyasa ekonomisinin gereği dünya ticaretinde gerçek rekabet ortamı sağlanmış olacak.
  • Dünya daha demokrat, daha adil, daha çağdaş, daha özgür, daha… olacak.
  • İstihdam artacak, işsizlik bitecek, refah toplumuna ulaşılacak…

Yeni olana duyulan sempatiyle kabul gören bu açıklamalara karşılık Alman sosyolog Ulrich Beck’in görüşleri işin gerçek yüzünü gösteriyordu.

“ Globalizm, neo-liberalizmin yön verdiği ideolojik bir kavramlaştırmayı ifade eder. Buna göre globalleşme ekonomiye indirgenmiş tek boyutlu ve düz çizgisel bir durum olarak anlaşılır. Ekoloji, kültür, politika, sivil toplum gibi oluşumlar globalizm kavramıyla dünya serbest pazar ekonomisinin hakimiyeti altına yerleştirilir.”

Gerçek olan, ABD kapitalizmi yaşamın her alanını ve dünyayı kendi ideolojisine göre şekillendirmektedir.

*****

12 Eylül darbesinin yarattığı ortamda 24 Ocak kararlarıyla uygulanmaya konulan YDD koşullarında ülkemiz, bir yanda ekonomideki değişimin öte yanda gerici terörün ve 1984’de gün yüzüne çıkan ayrılıkçı terörün yarattığı sorunlarla karşı karşıya kalmıştı.  

Bu koşullarda;

  • 12 Eylül’ün yok ettiği demokratik hak ve özgürlükleri geri kazanmak,
  • 24 Ocak kararları ile yok edilen emeğin ve emekçinin haklarına sahip çıkmak,
  • Fabrikalarımızın, üretim tesislerimizin ve kaynaklarımızın özelleştirmelerle satılmasını engellemek,
  • Tarımda ve sanayide üretim yerine ithalata dayalı ekonomiye karşı çıkmak,
  • Demokratik Laik Cumhuriyete ve toplumsal barışımıza yönelen saldırılara karşı durmak adına,

Halkı bilgilendirmeye ve uyarmaya çalışan aydınlarımız failli belli meçhul cinayetlerle öldürüldüler.

Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Musa Anter, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Onat Kutlar,  Ali Günday, Metin Göktepe, Ahmet Taner Kışlalı, Gaffar Okan, Necip Habletmitoğlu, Sivas’ta yitirdiğimiz 33 aydın…

Cumhuriyete Can Verenleri saygıyla ve özlemle anıyorum.

*****

24 Ocak kararlarını uygulayan TÖ-ANAP’ın özellikle özelleştirme politikalarına karşı halkın tepkisi 1991 seçimlerine de yansıdı.

SHP, halktan ve emekten yana politikalarını sürdürürken Kürt sorununa çözüm yaratma çabası ile listelerine Halkın Emek Partisi (HEP) adaylarını aldı ve  “Sandıkta güller açacak” sloganıyla seçime girdi. DSP’si ise 70’li yılları anımsatan “Gözün aydın Türkiye, ak güvercin geliyor” sloganını kullandı.

SHP ve Ecevit’in varlığıyla DSP mecliste yer aldı. HEP kadrolarından seçilen milletvekillerinin yemin törenindeki tutumları, SHP’nin Kürt sorununu çözme çabasını boşa çıkartırken toplumsal barış adına önemli bir fırsatın kaçmasına neden oldu.

Sonuçta kurulan DYP-SHP koalisyon hükümeti, liberalizmle sosyal demokrasinin birlikteliğindeki ilk iktidar oldu. SHP’nin yerelde ve genelde iktidara geldiği bu dönem, sol siyaset adına bir şanstı ancak kalıcı olamadı.

CHP’nin yeniden açılması (09.09.1992), SHP’nin CHP ile birleşmesi ve Bülent Evevit’in ölümü sonrası DSP’nin etkinliğini yitirmesi sonucu siyasi yelpazenin solunda CHP yalnız kaldı.

SHP, CHP ve DSP yer aldıkları koalisyon hükümetlerinde demokratik hak ve özgürlükler ile eğitim alanında önemli kazanımlar elde ettiler. Ancak ekonomi ve çalışma yaşamında neo-liberalizmin dayattığı serbest piyasa ekonomisi kuralları geçerli oldu ve 24 Ocak kararları uygulanmaya devam edildi.

1991 seçimleri, siyasetin emek-sermaye temelinde yarıştığı son seçim oldu demek yanlış olmayacaktır.

*****

YDD düzeninde bir yanda sol adına arayışlar ve tartışmalar yaşanırken öte yanda ideolojilerin yerine liderlerin öne çıktığı bir dönem başladı.

Siyasi arayışlara en çarpıcı örnek, 1995 seçimlerinde CHP’nin “Dünyada yeni sol, Türkiye’de yeni CHP” sloganıyla SHP’den ve 70’lerde CHP’yi başarıya taşıyan politikalardan farklı yeni bir sol anlayışı ortaya koymasıdır. İngiliz İşçi Partisinin “Yeni Sol” ve “Yeni İşçi Partisi” (New Labour) politikasına benzeyen bu politika, CHP’de yeni bir siyasal sürecin de başlangıcı olmuştur. Yeni CHP, yıllar sonra yine karşımıza çıkacaktır.

Aslında YDD, siyaseti de şekillendiriyordu.

  • Ulus devlet, ulus toplum ve ulusal düşüncenin terk edilmesini,
  • İşçi, memur, çiftçi, emekli, esnaf, tüccar, iş insanı gibi kimliklerin bırakılmasını,
  • Demokratik kitle örgütlenmesinin yerini sivil toplum örgütlenmesinin almasını,
  • Çağdaşlığın, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin gereği inanç ve etnik yapıların özgürce yaşanması gerektiğini, söyledi.

Bu anlayışa göre siyaset, emek-sermaye yerine farklılığımız olan kültürel kimlikler yani inanç ve etnik kökenler temelinde yapılmalıdır. Türkçesi, doğarken kazanılan inanç ve etnik kimlikler siyasi kimlikler olmalıdır. Tarikatlar da sivil toplum örgütü sayılmalıdır.

Bu düzene göre, sağ siyaset toplumda sayısal çoğunluğa sahip suni Müslümanlara ve Türkçü Turancılara, sol siyaset ise toplumun mağdur kesimleri olan Alevilere ve Kürtlere dayanmalıydı, öyle de oldu ve siyaset AKP, MHP, CHP ve HDP olarak şekillendi. Sonuçta neo-liberalizm, politikalarını yürüten bir iktidarın varlığından dolayı mutludur, halk ise mutsuz ve umutsuzdur

Siyasetin bu yapısı Türkiye Cumhuriyetinin geleceği için en büyük tehlikedir.

Siyaset bu temelde yapılmaya devam ettiği sürece, insanın kültürel kimliği değişmeyeceğine göre ne siyasetin yapısı ne de seçim sonuçları değişmeyecekti, değişmedi de. Ta ki 2019 yerel seçimlerine kadar.

*****

Siyasetin bu düzeninde ideolojilerinden uzaklaşan partilerde liderler ve kişisel beklentiler öne çıktı. Lider egemenliğini dayalı, parti içi demokrasi yerine dar kadroculukla düzenlenen örgüt yapılarıyla parti içi iktidarı hedefleyen bu siyaset anlayışı, lider partilerini yarattı. YDD’nin özgürleşme adına bireyselleşme isteği böylece siyasette karşılığını buldu. Toplumcu anlayışa sahip sol siyaset bugün kişisel temelde yapılmaktadır. Liderler arasında kişisel tartışmalara ve yarışa indirgenen Türkiye siyaseti YDD’nin kurallarına göre şekillenmiştir.

Neo-liberalizmin bu düzeninde sol siyasi partilerin durumu ve ne yapmalı sorusu ise gelecek yazıya kaldı.

M. Tevfik KIZGINKAYA

17.10.2020

Son yüzyılın zaman tüneli içinde ilerlerken, dikkatli olmayanlar art arda yaşananları sıradan bir TV dizisi gibi izleyebilirler. Onları uyaracak birileri lazım. İşte Tevfik KIZGINKAYA bu görevi yapıyor.

2000’lerin ‘sermaye rejimi’ 1923’te başlayan Cumhuriyetin sonunu getirmek üzere buluşan çevrelerin tarihi kaynaşmasına sahne oldu. ‘Sermaye rejimi’nin ileri aşamasında, 2016’dan itibaren Cumhuriyet yapısının içindeki parlamenter sistem boşaltıldıktan sonra yeni bir döneme gelindi. Bu noktada, son yüzyıl içinde tarihin yolculuğu hızlanırken, Türkiye’de toplum bir yol ayrımı ile karşı karşıya kalıyor: ‘Dünya sermayesi-‘yerli’ sermaye sınıfısiyasal İslam’ bloğunun ekonomik ve siyasal modelinin, karşı-devrimin yeni aşamalarına mı geçilecek? Yoksa, Cumhuriyetin yaratıcı enerjisinin yeni bir birikimi ile, toplum, önünü açarak yeniden ‘doğal gelişme’nin yolunu mu bulacak?

Tevfik KIZGINKAYA’nın uzun ve kapsamlı çalışması gelecek zaman üzerinde düşünmemizi, geniş düşünmemizi öneriyor. Geleceğe nereden bakalım?

KIZGINKAYA, “En yüksek yerden, Cumhuriyetten” diyor.

Prof. Dr. Bilsay KURUÇ

Aklın Yolu Cumhuriyet, bütün Cumhuriyetçileri ilgilendiren iki soruyu tartışıyor: “Bugünkü karanlığa nasıl geldik? Yeniden aydınlığa nasıl çıkarız?”

Yanıtlamanın ilk adımı, yitirilen kazanımların hatırlanmasıdır. M. Tevfik Kızgınkaya bu hatırlatmayı, Osmanlı düzeninin enkazı üzerine inşa edilen Cumhuriyet devriminin kurtuluş ve kuruluş aşamalarını çözümleyerek yapıyor.

Aklın Yolu Cumhuriyet, geçmiş hatalardan ders alarak bu karanlığa son vermenin mümkün olduğunu vurgulayarak; Cumhuriyetçileri, solcuları tartışmaya, birleşmeye, mücadeleye davet ederek son buluyor.

Prof. Dr. Korkut BORATAV

 

https://kurgusuz.com/siyasetin-solunda-neden-bir-seyler-olmuyor-2/

Tevfik KIZGINKAYA | Tüm Yazıları
Hits: 5702