William Sydney Porter, çiçeği burnunda bir âşık, aklı bir karış havada bir delikanlıyken, çalıştığı bankada zimmetine para geçirmekten eyalet hapishanesini boylayıp orada hepsi birbirinden ilginç kişileri tanımasa, O’Henry adıyla 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı Amerikan yazınının en önde gelen öykücülerinden biri olabilir miydi? Bu sorunun yanıtı olumlu olmadığına göre, O’Henry’nin varlığını ve yapıtlarını acaba W. Sydney Porter’ın aklını çelen şeytana mı borçluyuz?, diye sormak abes olmasa gerek.
İki kitabı dilimize çevrilmiş, kısa öykülerinden oluşan bir eserinin filmi de ülkemizde gösterilmiş olan O’Henry’e kısa öykü dalında tartışılmaz bir yer sağlayan özelliklerinin başında, tiplerinin canlılığı kadar “coup”larının yerli yerine cuk oturmasıyla sürpriz öğesinin yanı sıra, içerdiği “humour” (ince mizah) ile geç fark edilen biçem yalınlığı ve lirizmi gelir. Örneğin, kitaplarının birine ve öykülerinden derlenen filme adını veren “Son Yaprak”ı alalım ele.
***
Bir gönül yarası ile ağır hastalığı bir arada yaşayan, hastane koğuşunda yatan bir genç kızın öyküsüdür “Son Yaprak”.
Yaşam sevinci solmuş, isteği kalmamış, bir türlü iyileşemeyen genç kız, pencereden görünen duvardaki sarmaşığın güz yellerinin teker teker kopardığı yapraklarına bakmakta ve son yaprağın da düşmesiyle birlikte yaşama veda edeceğine inanmaktadır.
Genç kızı sürekli ziyarete gelen ablası, kardeşinin bu takıntısını kendisini hasta yatağında görüp sevdalanan yine hasta olarak aynı koğuşta yatan ressama anlatmıştır.
Günler geçer, güz gider, kış gelir, yapraklar teker teker düşer. Ama o son yaprak, yerinde durmakta, bir türlü düşmemekte, direnmektedir.
Ve o yaprak, o tek, o son yaprak ayak diredikçe, genç kızın ölüm karşısındaki boyun eğmişliği yerini yaşam isteğine bırakmaktadır.
Sonunda bahar gelir, düşmeyen son yaprağın yanında yenileri tomurcuklanmaya başlar. Ölüm de gerileyip alanı yaşam sevincine bırakmaya başlamıştır.
Ve genç kız iyileşir.
Ama o hiçbir zaman, son yaprağın düşmesini önleyen mucizenin yoksul komşu ressamın fırçasından fışkırdığını, bu iyi yürekli umutsuz sevdalının fırtınalı gecede duvara son yaprağı resmederken üşüttüğünden öldüğünü öğrenemeyecektir.
Böylesine basittir öykü ve çoğunluk ondaki son yaprağın gerçekte yaşam pahasına boyanmış bir resim olmasındaki buruk sürprizi sever.
Benim ilgimi çeken ise hep çürümemekte, düşmemekte direnen tek bir yaprağın insanda yarattığı yaşama tutkusu ve direnç olmuştur.
***
Gerçekten güç anlarda nice değerin kendilerini besleyen özsudan yoksun kalıp durduğu yerde çürüdüğü, nice yüksektekilerin ayakları altında çiğnendiği, ne pahasına heba olup çamura bulandığı dönemlerde rüzgâra kapılıp sürüklenmemekte direnen, nice güçlüklere karşı yerini koruyan bir son yaprak, nice pırıltılı umudun muştusu olur değil mi?
Nice genç orman böyle bir son yapraktan fışkırmıştır.
Basın Konseyi’nin bu yıl “Basın Özgürlüğü Ödülü”nü Cumhuriyet gazetesi ve “hapisteki gazeteciler”e verdiği haberini okuyunca, yaşam sevinci aşılayan o son yaprak geldi aklıma.
Ödülün gerekçesinde de belirtildiği gibi, “gazetecilik mesleğinin onuru, halkın haber alma hakkı, ifade ve basın özgürlüğü uğruna sadece kendilerine değil, mağdur edilen eşleri, çocukları ve yakınlarına bedel ödetilen hapisteki gazeteciler”, nice değerin yerlerde süründüğü bir dönemde bu toplumun son yapraklarıdırlar.
Cumhuriyet gazetesine gelince: İki gün sonra 7 Mayıs, 2 gün sonra Cumhuriyet 96. yılını kutlayacak.
Ne zaman 7 Mayıs olsa aklıma hep o son yaprak gelir.
Var olduğu 96 yıl boyunca Cumhuriyet, hep o değerli son yaprak olma özelliğini sürdürmüştür.
Unutmayalım nice genç orman böylesi bir tek son yapraktan fışkırmıştır!
Kaynak Cumhuriyet