AKP’yle varılan mutabakat neticesinde CHP’nin meclisteki “direniş”i dün itibariyle bitti ve vekiller kürsüye çıkarak yeminlerini ettiler.
CHP’yi yemin etmeye ikna eden mutabakat metnine bakıldığında, ortada tek bir somut kazanımın dahi olmadığı ve Erdoğan’ın daha önce belirtmiş olduğu üzere “tükürülenin yalandığı” anlaşılıyor.
Metinde yeni anayasa yapımına CHP’nin de destek vereceğine dair ipuçlarına rastlanırken, tutuklu milletvekilleri meselesine sadece şu muğlâk satırlarla değiniliyor:
“Meclisin açılışından bugüne kadar yasama faaliyetlerine katılmamış olan milletvekillerinin yemin ederek, Meclis çalışmalarına iştirak etmelerini ve katkı sağlamalarını arzu ediyoruz.”
“Meclisin açılışından bugüne kadar yasama faaliyetlerine katılmayan milletvekilleri”ne Ergenekon ve KCK tutukluları da dâhil mi bilemediğimiz gibi, bu vekillerin çalışmalara iştirak etmelerinin de bir “arzu”dan öteye gitmediği anlaşılıyor.
Aslında, eğer altı politik olarak doğru bir şekilde doldurulabilmiş olsaydı CHP’nin yemine ilişkin tavrı son derece başarılı sonuçlar verebilirdi.
Her şeyden önce Türk sağının 60 yıldır kullandığı “milli irade” kavramı ciddi bir sorgulamaya açılabilir ve bu kavram üzerindeki sağcı tekelin kaldırılması yönünde bir adım atılmış olabilirdi.
İlk kez merkez sağ partiler dışında bir parti, üstelik vesayet rejiminin kurucusu ve milli iradenin karşısında olduğu iddia edilen bir parti, yargının milli iradeyi vesayeti altına aldığını güçlü bir şekilde dile getirebilirdi.
Ayrıca ilk kez merkez sağ partiler dışında bir parti kendisini statükoya karşı mücadele eden, özgürlükçü ve demokrat bir parti gibi sunabilir, üstelik buna bir de mağduriyet söylemini ekleyebilirdi.
Böylelikle “devletleşmiş ve düzenin merkezine yerleşmiş bir AKP’ye karşı muhalif bir CHP” algısının inşasına ilişkin bir temel atılmış olabilirdi.
Bu süreçte CHP’nin yapabileceği başka bir şey, tutukluluğun bir cezalandırma mekanizması haline dönüşmüş olmasını bütün çıplaklığıyla ifşa etmek olabilirdi. Sadece Ergenekon sanıkları için değil, KCK’lılar, Devrimci Karargâh davasından yargılananlar ve en son Hopa eylemlerinde tutuklanarak cezaevine konulan gençler için de yapabilirlerdi bunu.
Böylelikle hukuk sisteminin kendisine dair de bir tartışma başlatılabilir ve CHP hak ve özgürlükler temelli bir söylemi dillendirebilirdi. Bunu yaparken özel yetkili mahkemeler ve bu mahkemelerin anti-demokratik niteliği de kamuoyunun gündemine getirilebilir, böylelikle kuvvetler ayrılığı ilkesinin giderek nasıl silikleştiği ve yargının nasıl siyasallaştığı da halka anlatılabilirdi.
Yine bu süreçte CHP, sayısal üstünlüğü elinde bulunduran AKP’nin meclisteki diğer partileri nasıl devre dışı bıraktığını, gensoru önergelerini gündeme aldırmadığını, yasa yapımını kendi tekeline aldığını vs.yi gündeme getirip yasama organı ile yürütme arasındaki bütünleşmeyi de politik bir tartışma haline getirebilirdi.
Tüm bunların neticesi, halk nezdinde -en azından halkın bir bölümünde- yemin etmemeye ilişkin tavrın doğru bir şekilde anlaşılması ve destek bulması olabilir, böylelikle de CHP süreçten güçlenerek çıkabilirdi.
Peki niye böyle olmadı da süreç CHP açısından bir fiyaskoyla sonuçlandı?
Böyle olması kaçınılmazdı, çünkü CHP’nin, izlediği politikaları bırakın halka, kendi tabanına dahi anlatabilecek örgütsel mekanizmaları yoktu. CHP, AKP’nin aksine, ne sivil toplum alanına nüfuz edebiliyor, ne de kendi tabanını ataletten kurtarıp mobilize edebilecek örgütsel bir işleyişi hayata geçirebiliyordu.
Örneğin, CHP yemin etmediği günler boyunca, meclisin önüne yüz binleri yığsaydı/yığabilseydi, ortaya şimdikine benzer bir sonuç çıkabilir miydi?
Sadece bu da değil, CHP’nin izlediği siyaseti popüler ve etkili kılabilecek olan tek bir medya aracı, tek bir televizyonu, tek bir gazetesi, tek bir radyosu yoktu.
Yandaşı da yandaş olmayanı da, günler boyunca, CHP’nin meclise girmeyerek nasıl da büyük bir hata yaptığını anlatan yazılara ve haberlere yer verdiler sayfalarında. Televizyonlarda gece gündüz, CHP’nin ne kadar büyük bir hata yaptığından bahsedildi. Yüzlerce yazar, köşelerinden, koro halinde CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na küfür ettiler.
CHP’ye yakın adamakıllı bir haber kanalı ya da yüksek tirajlı birkaç gazete olsaydı, AKP’nin propaganda makinesi bu kadar etkili çalışabilir ve kanaat imal etme süreci bu kadar kusursuz işleyebilir miydi?
Gelinen nokta milyonlarca seçmen kitlesinin yaşadığı büyük hayalkırıklığı ve yenilgi hissi oldu. Şimdi milyonlarca CHP’li 12 Haziran günü ne yaptığını soruyor kendi kendine.
CHP’nin 12 Haziran sonrası başına gelenler, izlediği siyaset, yaptıkları ve yapamadıkları büyük dersler içeriyor. Toplumsallaşamamış, toplumla arasındaki dolayım mekanizmalarını kuramamış, hegemonya mücadelesi vermeyen, alternatif bir hegemonya projesi olmayan, etkili iletişim ve propaganda araçlarından yoksun siyasal hareketlerin hiçbir şekilde başarılı olamayacağını gösteriyor.
Solun, 12 Haziran’a dair yapılacak sorgulamalarda, başka birçok şeyin yanı sıra, CHP’nin yaşadıklarına da dikkatli bir şekilde bakması ve bundan ders çıkarması gerekiyor.