Popülist akılsızlık halleri

~ 02.07.2015, Aydemir GÜLER ~

Mehmet Kuzulugil facebook’ta yazdı: “Sol'da adettir. ‘Ağzından çıkanı kulağı duymamak’, ‘Sözün ucunun nereye gittiğini fark etmemek’."

‘Yunanistan'ın ödemesi gereken 1,6 milyar Avroluk borcu Türkiye üstlenebilir. Zor zamanda komşusuna yapılabilecek en büyük yardım budur. Bunun karşılığında Yunan halkının dostluğunu, Ege Denizi'nin barış denizine dönme imkânını elde edecektir. Türkiye'nin 2013'te uluslararası kurumlara yaptığı insani yardım tutarı 1,9 milyar dolardır. Türkiye'nin kaynakları Yunanistan'a bu yardımı yapmaya kâfidir. Sıfır faizli borç olarak da bu desteği Yunanistan'a sunabilir.’

Ege Denizi'nin barış denizine dönmesi için Yunanistan'ın parayı alıp oturması gerekiyor yani. Altın Şafakçılar okumasın, bildiri olarak basıp dağıtırlar. ‘Syriza'nın Türkiye'deki müttefikleri bunu diyor’ diye. Syriza derdim değil de, olan yine Yunanistan'a olur.”

Popülist akılsızlık demişken; bu tür solcuların kalkış noktaları popülist sıfatına denk düşüyor. Akılsızlık ise bir kişilik özelliği değil, sonuçtur.

Ertuğrul Kürkçü, akılsız ne demek, tam tersi yeteneklere sahip bir siyasetçidir. Lakin Kürkçü’nün zekâsı, popülist duyuların vardığı yerin bir akıl yoksunluğu, aklı imha etme operasyonu olduğu gerçeğini değiştirmez.

Türkiye Syrizacılığı, orijinal Syriza’nın ne yapmaya çalıştığını anlamıyor olamaz. Emperyalist dayatmalara karşı mücadele edecek kalibreden tamamen yoksun olan Yunan Syrizası referandum soytarılığına başvurdu. Evet çıkarsa “halk öyle istedi” diyecekler, hayır çıkarsa emperyalizmle pazarlığa daha güçlü dönecekler: “Bize, kabul ettirebileceğimiz yeni bir öneri getirin.”

Bu politikanın “düzen içi” karakteri belirgindir. Bu politika Yunanistan’ın borçlarının, (1) emperyalizmin bağımlılaştırma operasyonunun sonucu olduğunu, (2) sermaye sınıfı tarafından kullanılmış kaynakların adı olduğunu, (3) Yunanistan emekçi halkının bu borcun tek bir sentinden sorumlu tutulamayacak olmasına karşın bu vesileyle yıllardır görülmemiş bir soyguna maruz kaldığını örtmektedir. Yunanistan Komünist Partili yoldaşların deyimiyle “oportünizm” kendini aştı. Dünün oportünistleri artık Yunan kapitalizminin temsilcileri. “Kabul ettirebilecek” formül arayışı, Yunan burjuvazisinin AB emperyalizmiyle ortaklığını tazeleme çabası demektir.

Türk-Kürt popülizmiyse bu saçmalıkları sol adına, halkların kardeşliği adına, barış adına bir kez daha çarpıtıyor. Yoksa Kürkçü cahil falan değildir. Daha kötü!

*          *          *

TBMM açılışından fırlayan İstiklal Marşı popülizmin bir diğer versiyonu.

Milli marşı beğenmiyor musunuz, Türkiye halkına daha yakışır bir söz veya müzik arayışının günü geldi mi diyorsunuz; kim tutuyor elinizi?

Protokol gereği ve siyasi mücadele skandal yaratmak olmadığına göre saygıda kusur etmeyebilirsiniz. Sorun değil; protokolde milli marş hep bir ağızdan söylenir diye bir kural olmadığına göre, ayağa kalkıp ağzını oynatmama yoluyla mücadeleye devam ederseniz, bu demagojik tartışma sürüp gidebilir.

Demagojik eylem HDP’nin imzasını taşımakla birlikte, demagojik tartışma popülist sol akılsızlığın yeni dışavurumları sayesinde yükselmiş bulunuyor.

Yeri geldiği için soran çıkabilir, “peki ya sen ne düşünüyorsun” diye… Hele konu İstiklal Marşıysa, benimle şairin arasında bir de akrabalık olduğundan, soru ve yanıt magazin değerine kavuşup popülist akılsızlığa çağrı bile çıkabilir! Kim bilir?

Ben magazin ve popülizm almayayım! Yanıtım şu olur: Türkiye emekçilerinin milli marş tartışmasından daha ciddi, öncelikleri gündem maddeleri var. Öncelikler konusundaki dalgalanma siyasette çoğunlukla gündem saptırmakta kullanılır. İkinci olarak; milli marşın savunulması veya reddi, yeni bir devlet kurulması veya köklü bir rejim değişikliğiyle gündeme gelir. Böyle bir derdi olmayanların marş sorgulamaları da nereden çıkıyor! Üç: Açık, tarihsel ve bilimsel bir gerçeğin saptanması bugün politik olarak kendine sosyalist diyenlere ve “sözünün ucunun nereye gideceğini” tartanlara yeterli gelmelidir. O tarihsel ve bilimsel gerçek bu milli marşın işçi sınıfına ait olmadığı ve olamayacağıdır. İstiklal marşı Türkiye’de ulus-devletin ve ulusçuluğun özgün sorunlarının damgası altında üretilmiştir. Örneğin Türk burjuva devrimi İslamcılık ve ümmetçilikle doğru dürüst hesaplaşmamış bir devrimdir.

Solda bu sadeliğin ötesine müzik ve şiir adına geçenlere sözüm yok. İstiklal marşının sözü şöyle, müziği böyle… Peki, ama sol siyaset adına tarihselliğin etrafından dolanmaya kalkanlar popülist akılsızlardır.

*          *          *

Popülist dilin, kahvehane ağzından aşağı kalmayacak ölçüde cüretli olması ve ortalığı terörize etmesi de bir diğer vazgeçilmez koşuldur. Bağırıp çağırmanız, herkesi cahil diye aşağılamanız, uydurduklarınızı dünyanın en büyük keşfi olarak sunmanız, kimsenin bilmediği, yalnızca size ait birtakım bilgileri ilan etmeniz falan gerekir! Bunları yutmayanlar görmezden gelinir.

Popülist yöntem ve üsluptan bilimsel ve devrimci sonuç çıkartamazsınız. Elinizde bir vasat kalacaktır. Vasatın pazarlanması ortalığın ne ölçüde terörize edildiğine bağlıdır. Bir de, ilerletici tartışmaya, bu anlamda “polemiğe” yer yoktur. Popülist yazar, itiraz eden çıktığında kendini itibarsızlaşmış sayar. Zaten duymazdan gelir.

Mehmet Akif Ersoy uzmanı değilim. Akif’in Refik Halit Karay’la yakın akrabalığını da bilmiyorum. Keşke Yalçın Küçük “spot spot spot”, hatta “son dakika” diye manşetlere taşınmak üzere kurgulanmış bir söyleşide verdiği bilgiye bir de kaynak gösterseydi…

Ama buradan hareketle, Arnavut kökenini yalnızca etnik kimliğin İslam ümmetçiliğine göre tali, hatta zararlı olduğunu anlatmak amacıyla bir mısrada yazan Akif’in Yahudiliğine varılmasına ne demeli? Kısaca bir yöntem harikası…

Tuzağa düşüp bu tartışmaya dalmayacağım. Yahudi olsa ne olur, Arnavut olsa ne olur? Bizim yöntemimiz sınıfsaldır. Kültürel öğelerin havada uçuşurken yansıttıkları renklerin büyüsüne kapılanlardan dünya çekilmez hale gelmişse, biz sınıf bağlamına işaret ederiz. Etnik köken ve komplo bağlamları, popüler edebiyatın parçası olabilir, bu yolla best seller bile olunabilir… Ama Türkiye solunun entelektüel düzey yitiminin de parçası olunur.

Bana sorarsanız, Yalçın Küçük’ün, Soner Yalçın’ın ve başkalarının “sabetayist arama” seansları artık son bulmalıdır. Bu zırvalığa her itiraz eden sabetayist ilan edilme riski altına kendiliğinden gireceği için ortada bir entelektüel terör var. Bu terör aklını zaten liberalizm ve milliyetçilikle, demokrasicilik ve Kürtçülükle, kimlikçilik ve aşağılık kompleksiyle yiyen Türkiye solculuğuna vurulan en ağır darbelerden biri olmuştur.

Önüne gelene cahil diyenlerin yöntem niyetine ortaya koyduklarıysa, kimsenin bilmediği, dolayısıyla kendilerinin erişmelerinde peygambervari bir yan bulunan “hakikatler”le örülmüş bulunuyor. Sorsanız hepsi marksist!

Adım geçtiğinden alındığıma yormayın, sadece işin nasıl da gırgıra dönüştüğünü göstermenin en kolay yolu olarak aktaracağım: “Akif’in (…) ‘Karay’ olduğundan kuşku duyamayız, Kırım kökenli demek istiyorum ve sade bir dili vardı. Aydemir Güler, kızı tarafından yakın akrabasıdır. Tatar yüzleri var.”

Mehmet Akif’in kızı tarafından akrabası olanların, varsa “Tatar yüzleri”nin nedeni, baba tarafı olabilir mi acaba?

Yalçın hoca yıllar önce de –mealen aktarıyorum- Akif gibi birinin soyundan gelenlerin nasıl olup da Güler gibi sonu “er”li (yani sabetayist olduğundan kuşku duyulamayacak bir) soyadını seçtiklerine şaştığını yazmıştı. Şaşmasına gerek yoktu; çünkü böyle bir şey hiç olmamıştı! Güler soyadını sabetayist olmak için bir nedeni olmayan, eğer öyle iseler de bunun bir sonucunu üretememiş bir başka aile, memleketin bir başka köşesinde almış bulunuyordu. 

Dahasını Türkiye Sol Tarihinde Yöntem ve Tartışmalar kitabında yazmıştım: “… Küçük’ün… tezlerinin TKP’ye yönelik olanlarının neredeyse tamamı çöktü. Ancak ilginç biçimde, Tezler’in ‘ruhu’ bu enkazın arasında yükselmeye devam etmektedir.” Yalçın Küçük’ün Türkiye Üzerine Tezler’inin hulasası “Türkiye burjuvazisinin şu veya bu kesimine hayırhah bakan solculuk türünün iler tutar tarafının olmadığı” idi. Ruh iyi, beden çarpık çurpuk!

Ruhun iyiliğinden çarpıklıklara af çıkmaz; ama tolere edebilirdik. Ettik de!

Ya şimdi? Solun marşta geçen ırk sözcüğünün ırkçılık anlamına gelmediği konusunda aydınlanması neye yarayacak? Demirtaş “ırk” sözcüğüne dikkat çekmiş, birtakım solcular kalkmış Akif’in yurtseverliğini anlatıyorlar ballandıra ballandıra… Demirtaş’ın günahı veya cehaleti, Akif’in sıradan bir Türk ırkçısı olmadığını bilmemesi midir? Ümmetçilik daha mı iyidir milliyetçilikten? Yurtseverlik İslamcılıkla pek mi tutarlıdır? Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin, Akif’in yaptığı ve Birinci Meclis’in alkışladığı gibi İslamcılık penceresinden desteklenmesi çok mu iyi olmuştur? Buna iyi olmuş diyen, aynı pencereden Kurtuluşun da cumhuriyetin de topa tutulmasına söyleyecek söz bulması güçleşmez mi? Ha sahi; Nâzım neden yetmiyor?

?kif inanmış adam,

fakat onun, ben,

inandıklarının hepsine inanmıyorum.

Meselâ, bakın:

“Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın.”

Hayır,

gelecek günler için

gökten âyet inmedi bize.

Onu biz, kendimiz

vaadettik kendimize.

*          *          *

Bizim sorunumuz buralarda. Lafının nereye gideceğini bilmeyenlerle, ağzından çıkanı duymayanlarla, solculuk niyetine popüler kültür düzeysizliğine gömülenlerle işimiz var. Çünkü oportünizmin her türünün kendini aştığı bir çağda yaşıyoruz.

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 1575