Doktor yaşlı adamı iyice muayene etmiş, bütün MR’ları, filmleri, tahlilleri gözden geçirmiş, gerekli ilaçları yazmış, tavsiyelerde bulunmuş ve sonunda sormuş:
- Başka ekleyeceğiniz bir şey var mı?
Hasta ezile büzüle yanıtlamış:
- Bir de şu cinsel sorun var...
Doktor şaşırmış:
- Nedir derdiniz?
- Ben, demiş hasta, ancak üç ayda bir faaliyet gösteriyorum.
- Seksen yaş için hiç fena değil demiş doktor.
Hasta itiraz etmiş.
- Ama arkadaşlarımın söylediklerine göre, haftada bir yapıyorlarmış.
Doktor rahatlamış, gülümseyerek arkasına yaslanmış.
- Siz de öyle söyleyin, demiş tıbben hiçbir sakıncası yoktur.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıkladığı, içinde özgürlüklerden demokratik, dengeler ve denetim mekanizmaları, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ilkelerine kadar hemen her şeyin bulunduğu, Yeni Türkiye Sözleşmesi ile AKP’nin seçim beyannamesini görünce ister istemez bu öykü geliyor akla.
Beyannamenin içinde gerçeklerle bağdaşmayan neler yok; bu durumda nasıl gelmesin ki?..
İstediğini söylemenin tıbben olmadığı gibi siyaseten de bir sakıncası yok.
***
Onun için doktorun yaşlı hastasına söylediğini biz de tekrar edebiliriz:
- İstediğinizi söyleyin, siyaseten hiçbir sakıncası yoktur.
Nitekim, Ahmet Davutoğlu, kuvvetler ayrılığından, yargı bağımsızlığından söz etmekten hiç çekinmiyor.
Bunları okurken insan elinde olmadan gülüyor.
Tıpkı disiplin suçları dışında askeri yargının kaldırılması vaadi gibi.
Askeri yargıdan ağzı yanmış ve kaldırılmasından yana biri olarak, yine de askeri yargı ile ilgili önerilere güldüm.
Askeri yargıya karşı olmamızın nedeni, yargı bağımsızlığıyla bağdaşmayacak olmasıdır.
Sen askeri yargıyı kaldıracak, ama onun yerine, siyasi iktidara sıkı sıkıya bağlanmış bir sivil yargı kuracaksan, bunun ne kıymeti var?
Gidin hukukçulara sorun:
- 12 Eylül’ün askeri Yargıtay’ını mı, Tayyibizmin sivil Yargıtay’ını mı tercih edersiniz?
Alacağınız yanıtı çok merak ediyorum.
Unutmayalım ki, bir kumpas olduğu artık iyice meydana çıkmış olan Balyoz Davası’ndaki mahkûmiyet kararları sivil Yargıtay tarafından onanmıştır.
Ve bu kararı veren Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi 12 Eylül 2010 referandumu ertesinde AKP tarafından özel olarak oluşturulmuştur.
Bu durumda, yargı askeri olmuş sivil olmuş, bağımlı yargı olduktan sonra ne fark ediyor ki?
***
Ahmet Davutoğlu bizzat kaleme aldığı “Yeni Türkiye Sözleşmesi”ni okumaya şöyle başlıyor:
- Yeni bir yola çıkıyoruz. Beyaz kefenimi giymiş Alparslan gibi çıkıyorum. Doğrusu ya bu kefen edebiyatı artık baydı. Demokrasilerde yola kefen giyerek çıkılmaz. Zaten Ahmet Bey’in kefenini giyerek, yola çıktığı da yalandır.
Ama siyasi gösteri yapmak isteyen muhalif vatandaşın bunu gerçekleştirmek için kefeni giymeyi göze alması gerektiği bir gerçektir.
Gören gözler, AKP liderinin kefen giyen pozlarına kanmıyorlar, onlar Beyefendi’nin kefen giyen değil, kefen giydiren konumunda olduğunu biliyorlar.
Bu arada, “kurucu genel başkan” Tayyip Erdoğan’a gönderilen selam, Ahmet Bey’in Tayyibizmin genel çizgisine herhangi bir itirazı, onunla herhangi bir anlaşmazlığı olmadığını vurguluyor.
Zaten olamazdı da... Çünkü Ahmet Davutoğlu, Tayyibizmin, henüz kullanma süresi dolmamış, bir yan üründür.
Ahmet Bey’in CHP’nin alkışlı kampanyasına sık sık atıf yapması, bilmem size de, “Davutoğlu bu kadar saldırdığına göre, acaba CHP’nin kampanyası başarılı mı?” sorusunu sordurmadı mı?