FİLİSTİN TOPRAKLARI II
Okuyucuya Not: Temmuz 2014 ayı içerisinde İsrail’in Gazze bölgesine başlattığı harekat sadece kayıpları ve yıkımları bakımından değil siyasi sonuçları bakımından da önem arz etmiştir. O günlerde başlayan çalışmalarım çalışma hayatımızın da yoğunluğu bakımından yeni sonuçlanmış ve okuyucularımızın istifadesine sunulmuştur. Kopyalanamaz ve çoğaltılamaz. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.
FİLİSTİN TOPRAKLARI (II)
“
Filistin ile vedalaşıyor muydu, Mustafa Kemal Paşa? Döndü, atının yelesini okşadı. Atını Şeria’nın sularına sürdü1.”
Zaman içerisinde bölgede bir İsrail Devleti kurulması fikrine dünya kamuoyunun desteği artmıştır.
14.05.1948 tarihinde İsrail Devleti kurulmuştur2.
Bu gelişme ile birlikte; kuruluş tarihinin hemen öncesinde başlayan ve günümüze kadar devam eden Arap devletleri ve Filistin halkı ile İsrail Devleti arasında (savaş boyutuna da varan) bir çatışma süreci de başlamıştır.
Bölgedeki huzur ve güven ortamı yerini çatışma, istikrar eksikliği, göçlere ve gözyaşlarına bırakmıştır.
Aradan 66 yıl geçmiş olmasına rağmen bir barış da sağlanamamıştır.
İsrail Devleti’nin kuruluşundan günümüze kadar geçen süreçte; İsrail Devleti Filistin Toprakları üzerinde bir düzen tesis etmek ve Filistinliler ise seslerini duyurmak ve kendi devletlerini kurmak için gayret göstermişlerdir.
Tarafların bu gayretleri kaçınılmaz olarak önemli sonuçlar ortaya koyan ve uluslararası toplumun da ilgisiz kalamayacağı bir sürecin de başlamasına/yaşanmasına neden olmuştur.
İki kardeş halk bir yerde de küresel güç merkezlerinin Ortadoğu coğrafyasındaki çıkar çatışmalarının da tarafı olmak suretiyle uzun soluklu bir mücadele sürecine girmişlerdir.
Geride kalan süreç içerisinde Filistin-İsrail mücadelesinin de köşe taşları olarak dikkate alınabilecek, sonuçları bakımından bölgedeki dengelerin değişmesine neden olan ve uluslararası toplumun da kaçınılmaz olarak müdahil olduğu çatışmalar aşağıda sıralanmıştır.
1947-1948 Savaşı:
Yishuv (Filistin Topraklarında Yerleşik Yahudi Toplumu) ile Filistinliler arasında cereyan etmiştir. Olayların başlaması ve tırmanması BM Genel Kurul Kararı No: 181’in kabul edildiği tarihe denk gelmiştir. Düzensiz sivil ve yarı askeri unsurların dahil olduğu çatışmalar her iki tarafın da önemli kayıplar yaşamasına yol açmış ve geleceğe yönelik yeni çatışmaların yaşanma olasılığına da zemin oluşturmuştur3.
1948-1949 Savaşı:
İsrail Devleti ile Arap (Ürdün, Suriye, Mısır ve Irak) devletleri arasında yaşanmıştır. İngiltere Manda Yönetimi’nin sona ermesi ve 14.05.1948 tarihinde İsrail Devleti’nin ilan edilmesi üzerine Arap ülkelerinin silahlı kuvvetleri çatışmalara müdahil olmuşlardır. İsrail Devleti’nin kurulması ile birlikte Filistinliler topraklarını terk ederek “göçmen” durumuna düşmüşlerdir. Bu süreç içerisinde Arap ülkelerinde yaşayan Yahudiler de siyasi baskılar ve güvenlik endişesi ile mal varlıklarını bu ülkelerde bırakarak Filistin’e (İsrail Devleti) göç etmek zorunda kalmışlardır. Her iki taraf da önemli kayıplar vermişlerdir4.
1967 Savaşı (Altı Gün Savaşı/Haziran Savaşı/Six Day War):
05.06.1967 tarihinde başlayan savaş 6 gün sürmüş ve İsrail, Birleşik Arap Cumhuriyeti (Mısır, Suriye, Ürdün) kuvvetlerinin saldırılarını durdurmayı başarmıştır. İsrail Sina yarımadasını ele geçirmiştir. Bu savaş sırasında da taraflar önemli kayıplar vermişlerdir5.
Bu savaş Ortadoğu’da İsrail ile Arap devletleri bakımından bir dönüm noktası olmuştur. İsrail siyasi ve askeri durum üstünlüğü sağlamıştır. “Filistin Davası” artık daha çok Filistinlilerin sorunu olarak algılanmaya başlanmıştır. Arap ülkeleri askeri değil daha çok siyasi destek vermeyi tercih etmişlerdir. Soruna siyasi çözüm bulma sürecine geçilmiştir.
Savaşın önemli bir sonucu da; İsrail’in Gazze Şeridi’ni (Mısır’dan), (Şeria/Ürdün Nehrinin) Batı Yakası’nı (Ürdün’den) ve Golan Tepelerini (Suriye’den) işgal etmesidir.
Gazze Şeridi’nde ve Batı Yakası’nda yoğunluklu olarak Filistinliler yaşamaktadırlar. Golan Tepeleri ise su kaynakları bakımından önemlidir.
Bölgede güç dengesinin İsrail Devleti lehine değişmesi ve Arap ülkelerinin askeri desteğinin kalkması üzerine, Filistinliler de arzu ettikleri siyasi hedefe alçak yoğunluklu çatışma yöntemleri kullanmak ve uluslararası toplumun dikkatini çekmek, desteğini almak suretiyle ulaşmayı esas alan bir siyaset izlemeye başlamışlardır.
Filistin Ulusal Yönetimi/Filistin Hükümeti/Filistin Devleti:
20. yüzyılın başından itibaren Filistin halkı ile İsrail halkı ortak bir kaderi paylaşmışlardır. Kaldı ki; bilim çevrelerinde bu iki halkın “akraba toplulukları” olduğu konusunda ortak bir görüş de bulunmaktadır6.
Yukarıda “İsrail Devleti” ile ilgili açıklamalarımız geçen yüzyıl içerisinde Filistin halkının da yaşadığı sürece ışık tutmaktadır.
Süreç içerisinde “iki ayrı devlet” ya da “iki toplumlu ortak devlet” arasında yaşanan görüş ayrılıkları sırasında koşullar “İsrail Devleti” lehine gelişmiş ve Dünya Yahudi toplumu da bu ortamı doğru değerlendirme başarısını göstermiştir.
“Filistin Davası” için yeni bir başlangıç yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Filistin sorununun temsil edilebilme maksadına yönelik olarak sürdürülen yoğun çalışmalar sonuç vermiş ve Arap ülkeleri arasında bir uzlaşma noktasına varılmıştır. Mısır’ın başını çektiği siyasi hareket bu konuda öncü rol üstlenmiştir.
1964 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kurulmuştur7.
Ancak, “Soğuk Savaş” süreci ve dünya ölçeğinde yaşanan krizler, “Filistin Davası” üzerindeki dikkatin de dağılmasına neden olmuş ve çatışma sürecinin önü kesilememiştir.
“1967 Savaşı” sonrasında ise Filistinliler “kendi kaderlerini tayin etme hakkı” anlayışı istikametinde Dünya kamuoyunda ses getirecek ve dikkatleri “Filistin Davasına” çekecek eylemlere girişmişlerdir.
Ancak, Filistinliler aşağıda başlıklar altında ele alacağımız nedenler ile koşulları lehine dönüştürme başarısını gösterememiş ve çok önemli bir bedel ödemiş olmalarına karşılık bugün de arzu ettikleri “siyasi sonuca” henüz ulaşamamışlardır.
1.II. DS Sonrasında Blokların Oluşması:
Dünya Batı ve Doğu olarak iki bloka ayrılmıştır. Batı dünyası demokrasi ve liberal bir anlayış ile temsil edilirken, Doğu otoriter ve özgürlük karşıtı bir anlayışa yönelmiştir. Neredeyse yüzyıl devam eden ve II. DS sonrasında da dünya ölçeğinde ideolojik, siyasal ve ekonomik ayrışmaya dönüşen bu süreç “Soğuk Savaş Dönemi/Cold War Era” olarak anılmıştır/anılmaktadır.
II. DS sonrasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) ve Çin Halk Cumhuriyetinin (ÇHC) 3. Dünya ülkelerine ideolojik, siyasi, ekonomik ve askeri destek vermesi ile birlikte yükselen sömürgecilik karşıtı (anti-emperyalist) anlayış Dünyanın bazı yörelerinde başarılı olmuştur8. Bir yandan yükselen bu anlayış ile yine buna koşut Ortadoğu ülkelerinde gelişen “Arap (Sosyalist) Milliyetçiliği” (BAAS) Filistinlileri de etkilemiştir9. Bandung Konferansı da bu süreçte bağımsızlık ve kurtuluş mücadelelerine ivme kazandıran önemli bir toplantı olarak tarihe geçmiştir10.
Ancak, blokların oluştuğu ve davam ettiği bu süreçte sömürgecilik karşıtı ve “Arap (Sosyalist) Milliyetçiliği” zemini üzerine oturtulan örgüt batı dünyasından istenilen desteği alamamıştır. Ayrıca, terörü de bir araç olarak kullanmaya kalkınca bu destek daha da azalmıştır11.
Süreç içerisinde dünya kamuoyu tarafından Arap dünyasını arkasına alan ve terörü de bir araç olarak kullanan Filistinliler saldırgan, bölgede varlığını muhafaza etmeye ve geliştirmeye çalışan İsrail Devleti ise hala mağdur olarak algılanmaya devam etmiştir.
2.Yetersiz Uluslararası Destek:
Blokların varlığı ve “Soğuk Savaş” sürecinin devamlılığı uluslararası kamuoyunun dikkatinin Ortadoğu coğrafyasından daha çok Orta Avrupa coğrafyasına yoğunlaşmasına neden olmuştur. Birincil konu olarak algılanan bloklar arasındaki rekabetin de bir parçası olan Ortadoğu ve Filistin ise ikincil bir sorun olarak algılanmış ve çok da öncelikli olmamıştır.
Parlamenter demokrasi kavramı uluslararası alanda öne çıkmış ve ülkeler demokratik olan ve olmayan olarak sınıflandırılmıştır. Ortadoğu’da demokratik olmayan ve doğu bloku ile temasları olan ülkelerin yanında İsrail Devleti’nin parlamenter bir demokrasi tesis ve idame ettirme çabası dikkat çekmiştir.
Bu süreçte terör eylemleri yapmak suretiyle davasına dikkat çekmek isteyen “Filistin Yönetimi” ise arzu edilen uluslararası desteği sağlayamamıştır.
3.Arap Ülkelerinin Yeterli Destek Vermemesi:
“Filistin Davası” başlangıçta Mısır tarafından desteklenmiştir. Ancak, özellikle “1967 Savaşı” sonucunda kaybedilen “Sina Yarımadası” ve diğer kayıplarının geri kazanılması bakımından “1973 Savaşı” sonrasında Mısır’ın da siyasi/askeri desteği duraklama dönemine girmiştir12.
Savaş bölgedeki anlayışın ve dengelerin değişmesi bakımından bir kırılma noktası olmuştur.
“1973 Savaşı” Arap ülkelerinde “İsrail Devleti” sorununun artık savaş yolu ile çözümlenemeyeceği kanaatini ortaya çıkarmıştır.
Arap ülkelerinin sorunun savaş yolu çözülebileceğine yönelik “siyasi iradesi” kırılmıştır.
Bu sonuç “Filistin Davası” bakımından da bir geriye gidiş olarak dikkat çekmiştir.
ABD İsrail ile daha yakın ilişkiler tesis etmiş ve Ortadoğu coğrafyasında daha etkin konuma geçmiştir.
“Filistin Davası” Arap ülkeleri bakımından da siyasi zeminde ve görüşmeler yolu ile çözümlenebilecek bir sorun olarak algılanmaya başlanmıştır.
Ortadoğu ve Arap Yarımadası demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti anlayışının eksik olduğu bir coğrafyadır. Bu bölgede bulunan devletler onyıllar boyunca ya tek parti/tek adam yönetimleri ya da aileler tarafından yönetilmişlerdir13. Genel olarak yer altı kaynakları bakımından zengin olan ülkeler batılı ülkeler tarafından da çok rahatsız edilmemişlerdir.
Bu ülkelerin sol bir dünya anlayışı ve seküler bir bakış açısı ile hareket eden Filistinlilerin “Filistin Davasına” mevcut konumları ve düzenleri bakımından samimi bir destek vermeleri de mümkün olmamıştır.
Sonuç olarak Arap ülkeleri tarafından “Filistin Davası” arzu edilen şekilde desteklenmemiştir.
Filistin halkı yalnız bırakılmıştır.
4.Filistin Halkının Temsil Eksikliği:
Yahudiler dünya ölçeğinde az bir nüfusa sahip olmalarına rağmen bulundukları ülkelerin olanaklarını doğru kullanarak eğitimli ve varlıklı bir kitle olmayı başarabilmişlerdir.
Bulundukları ülkelerde ve uluslararası alanda halen önemli siyasi ve ekonomik sorumluluklar almış Yahudiler bulunmaktadır.
Geçmişten bugüne yetişmiş olan önemli siyaset, bilim, sanat, kültür insanları fikirleri ve uygulamaları ile insanlığa katkı sağlama başarısını da gösterebilmişlerdir14.
Buna karşılık Filistinliler dünya kamuoyu önünde kendilerini temsil edebilecek kişiler bakımından yeterli olamamışlardır.
Kuşkusuz bu konuda Ortadoğu’daki eğitim öğretim olanaklarının dünya standartlarına göre yetersiz olması da etkili olmuştur. Ünlü Filistinlilerin çoğu ise eğitimlerini batılı ülkelerde tamamlayanlar arasından çıkmıştır15.
Eğitim, gelir düzeyi, yaşanılan bölgedeki siyasi istikrar ve güvenlik koşulları gibi nedenler ile kendilerini temsil noktasında Filistinlilerin çok başarılı olduklarını söylemek mümkün görülmemektedir.
Filistinliler kendilerini ve davalarını tanıtım bakımından yeterli olamamıştırlar.
Av. Reha Taşkesen
10.12.2014, Ankara
Hits: 2026