“Lafı tersinden anlamak” deyimi genelde olumsuz algılanır değil mi?
Hani “Sen benim söylemek istediğimi hiç anlamadın, hatta tam tersini anladın” gibisinden…
Ama ne enteresandır ki, bazen “lafı hep tersinden anlayana yine tersinden anlatmak” da etkili bir anlatım yöntemi.
Deneyelim mi?
Gelin tersinden anlatmaya başlayalım biz de.
*
Diyelim ki işi-gücü bıraktınız, etrafa bir şeyleri anlatmaya çalışıyorsunuz; ama anlatamıyorsunuz.
Vazgeçmeyin, meramınızı bir de tersinden anlatmayı deneyin derim.
Varsayalım ki “bu ekonomi şöyle düzelir” diye bir düşünceniz var.
Şöyle şöyle yapsak düzelir dediniz de birilerine anlatamadınız mı?
Bırakın, aşağıdaki gibi derhal tersinden anlatmaya başlayın:
*
Tutun ki kendi ülkenizde değil de bir düşman ülkedesiniz.
Üstelik, acaba ne yapsam etsem de bu ülkeye zarar versem gibi bir düşünceniz var.
Olmaz mı?
Olmaz ama biz tersinden başladık ya anlatmaya…
Mesela o ülke refah içinde yüzüyor.
Üretimi kendine yeterli.
Herkes çalışıyor, eline geçen paradan mutlu.
Ülkenin bütçesi denk.
Kimse ne aç kalıyor, ne makarnaya kömüre muhtaç.
İşsizlik yok, dış ticaret açığı yok, borçlanma yok… daha nasıl anlatalım; sonuçta mutlu ve onurlu bir ülke işte…
Haşa huzurdan ama…
Varsayımımıza göre bir tek siz kötüsünüz ve bu ülkede işleri bozmak için de elinize müthiş bir fırsat geçirmişsiniz; üstelik, dediğiniz her şey kanun oluyor ve derhal uygulanıyor.
Kötülükler yapacaksınız ama öyle kötü niyetinizi belli edip herkesi anında karşınıza almanıza gerek yok.
İyi niyetle (!) ve sadece o ülkenin vergi kanunlarında basit bir değişiklik yapıp işe(!) başlıyor; ücretli çalışanların vergilerini hafiften yükseltiyorsunuz.
Sıkıntı var mı? Yok…
Kanuna aykırılık? O da yok.
Bir kere “Vergilendirilmiş kazanç kutsal”sa bu yaptığınız da aslında çalışanları daha kutsallaştırmaktan başka bir şey değil demektir. Üstelik o ülkenin vergi yükünü çalışanlara “kaydırdığınız” için diğer kazanç sahipleri, rantiyeler, sermayedarlar yani güç sahipleri de oldukça mutlu. “Hah, işte tam da böyle olmalıydı zaten” diyorlar, sizi yere göğe sığdıramıyorlar.
Bakın, işte kötü amacınıza tam da bu yolla ulaşıyorsunuz.
Nasıl mı?
Sıkı durun anlatayım:
işçi ya da çalışan insanların ücretlerinden alınan vergiyi şöyle “biraz” artırıyorsunuz.
Bu “biraz vergi”yi ister çalışan ödüyor ister patronu desinler; o vergi farkından dolayı işyerlerindeki “işçilik maliyetleri” “biraz” yükselmeye başlamıyor mu?
Başlıyor tabii.
O ülkede mal ya da hizmetler; kim ne üretirse üretsin, işçilik maliyetlerinin vergi artırımı yoluyla yükseltilmesi nedeniyle tüm üretimin daha pahalı hale gelmesine yol açmıyor mu?
-Evet açıyor.
Somutlaştıralım ve diyelim ki ülkede “düdüklü tencere üretilip üstelik dünyaya bile satılıyordu.
İyi de pazarlarınız vardı.
Fabrika ya da atölyelerinizdeki işçilerin gelir vergileri “biraz” yükseldiğinde, sizin işçilik giderleriniz de “biraz” yükselip satış maliyetlerinizi yükseltmeyecek mi?
Elbette yükseltecek.
Örneğin 200 liralık tencereleriniz bu vergi artışından sonra artık iç piyasada 250 liradan; dış piyasada 80 yerine 100 dolardan satılmak durumunda olmaz mı?
Tabii alan olursa.
*
Kötü amacınızın nasıl adım adım ilerleyeceğini anlatalım şimdi de:
“Liberal” dediğimiz herkese açık piyasalarda hemen her mal ve hizmet için her ülke alıcı, her ülke satıcıdır.
Tek sorulan şey “fiyat”tır değil mi?
Sizin önceden 200 liraya iç piyasaya sattığınız tencerenize yeni maliyetler nedeniyle 250 liradan alıcı beklerken bir de bakıyorsunuz ki bir başka ülke sizin pazarınıza 200 liradan mal veriyor ve kazanıyor da.
Halk da hem daha hesaplı hem “ithal” olduğu için sizinkine burun kıvırıp yabancı malı tencereyi tercih ediyor.
İç piyasayı kaptırdınız mı böylece?
Kaptırdınız tabii.
Hatta sizin eski bayileriniz bile sizi bırakıp bir başka ülke mallarını satmayı daha “hesaplı” buluyorlar.
Haklılar da; ticaret ticarettir sonuçta.
Maliye Bakanı mutlu.
Hem bir süreliğine de olsa ücret gelirlerinden üç beş bir şeyler daha bekliyor, hem ithalat arttıkça gümrükte alınan vergiler yükseliyor.
Düşünelim bakalım: İç piyasasını yabancıya kaptıranın hiç dış piyasada şansı olabilir mi?
-Asla olamaz.
Sizin “birazcık” yükselen fiyatlarınız “sent”ler ve “kuruş”larla yarışılan o uluslararası pazarlarda tabii ki bütün şansınızı kapatıyor.
Böylece ihracatınız duruyor.
Sanayiciniz, esnafınız rota değiştiriyor.
“İçeride ya da dışarıda satılmayan malı niye üretelim ki?”deyip bir süre sonra iş yerlerini kapatıyor ve sermayelerini ülkenin inşaat, ithalat filan gibi diğer kazançlı işlerine kaydırıyorlar.
Varsın sanayi dursun, atölyeler kapansın, işçiler kapının önüne konsun…
Memleketi onlar idare etmiyorlar ya! Kazanç neredeyse sermaye de orada…
Ne demişler? “Sermayenin dini imanı olmaz!”
Peki “varsaydığımız” bu durumda ülkenin kapanan üretim yerlerinin çalışanları işlerinden oldular mı?
-Oldular
İhracat durdu, ithalat arttı ve böylece döviz sıkıntısı baş gösterdi mi?
-Gösterdi.
O üretemeyen ekonomi eldeki avuçtakini satmak, piyasaya yabancı sermayeyi sokmak, yetmedi dışarıdan kaça kaça borç aramak durumunda kaldı mı?
-Kaldı.
Ekonomisi zayıf, yüksek faizle gelen sıcak paraya muhtaç o ülke dış politikada da birilerine eyvallah demek durumunda kaldı mı?
-El mahkum, kaldı.
İçerideki işsizlik ve yoksulluk giderek asayişi, siyasi ahlakı, huzuru bozdu mu?
-Bozdu.
Hah işte, bakın artık amacınıza çok “masumane” ve kolayca ulaşıyorsunuz demektir.
Artık o ülkede ne üretim olacak, ne işsizlik bitecek ve ne de ülke borçtan kurtulabilecek demektir.
*
Bilmem anlatabildik mi?
Sakın kızmayın, alınmayın.
Sadece “lafı tersinden anlayanlar için”di bunların hepsi.
Aslında öyle birileri de yok ortada tabii…
Niyetiniz kötülük değil iyilikse ve siz lafı tersinden değil de düzünden anlıyorsanız kolayı var:
Memlekete gerçekten iyilik yapmak için sadece bu anlatılanların tersini yapın yeter!