"Komutanım Lice’ye gidiyorlarmış, bırakalım mı?"
Lice tabelasını görmenizle bu cümleyi duymanız neredeyse bir olur.
Lice’ye bırakılırsınız... Ve Lice’de bıraktıklarınızla buluşursunuz…
Mesela, gencecik bir işçi olan, inandığı saygı duyduğu Mahsun Korkmaz heykelini savunurken öldürülen Mehdi’nin, geçen yıl yitirdiğimiz Medeni’nin annesiyle…
Lice’nin etrafımızda pervane olan çocuklarıyla...
Bu kadar mı?
Bir de Lice’den daha fazlasıyla buluşursunuz..
Komünist dediğimizde İGD’yi hatırlayıp, çocukluğunda katıldığı ilk eylemin Lice’nin tarihindeki ilk büyük yürüyüş olduğunu, yürüyüşün ucunu göremediğini bize hatırlatan,
Lice’nin ilk fabrikasının o zamanın komünistlerinin örgütlediği, kadınların nişan yüzüklerini çıkarıp vererek kurdukları kooperatif ile kurulan salça fabrikası olduğunu anlatan,
"Tarık Ziya Ekinci var, siz bilirsiniz, Bizim Lice’lidir o da" diyen ağabeylerimizle mesela…
"Süreç heval" diyenlerle buluştuk mesela. Ama süreç var süreç var. Bir kez daha gördük, dinledik.
"Süreç heval, böyle gitmez. AKP’den barış gelmez."
"Ne sürecidir bu ki, sağlık ocağımız yok, kalekolumuz var."
"Burası Lice" diyenlerle buluştuk.
Yaşadığı yeri, onu sömürenler kadar iyi tanıyan, Lice’nin yeraltı, altın ve bakır rezervlerini o bölgelerdeki her türlü ticari girişimleri kaygıyla ama dikkatle takip eden, fındık toplamaya giden hemşerilerinin sorunlarını anlatamadan edemeyen gençler mesela.
Bir daha ne zaman gelirsiniz diyenlerle uğurlandık…
"Komutanım Diyarbakır’a gidiyorlarmış geçsinler mi?"
"Geçsinler ama buradan değil, işte şuradaki yoldan, valilik kararı ile bu yoldan geçmek yasak!"
Süreç işte…