LİBYA; İRAN İÇİN SONDAN KAÇ ADIM ÖNCESİ?

~ 13.04.2011, Ali ER ~
Son günlerde Tunus’ta başlayıp Mısır’dan Libya’ya, Yemen’den Suriye’ye kadar uzanan halk hareketlerini, sadece halkların demokrasi ve özgürlük talepleri ile açıklamak mümkün müdür? Yoksa bu gelişmeler aynı zamanda, emperyal güçlerin özellikle ABD’nin, Ortadoğu’yu 21nci yy.da yeniden şekillendirmesine yönelik stratejik adımları çerçevesinde de mi görülmelidir?
Bu tarz soru ve saptamalar belki kolaycılık ve komplo teorisyenliği ile adlandırılabilir, ancak 1990’dan önce pek dile getirilmeyen yeni kavramlar bugün hem ABD, hem de NATO stratejik konseptlerinde yer almakta ve BM kararları ile Ortadoğu ve Balkanlarda çeşitli askeri müdahalelerin gerekçesi olarak dayatılmaktadır.
Çünkü Soğuk savaşın galibi ABD; bölgedeki temel çıkarları ile küresel terörizm ve kitle imha silahlarının yaygınlaşması gibi güvenlik kaygılarını, özellikle İslam ülkelerindeki yetersiz ve demokratik olmayan yönetimler ve geri kalmışlık düzeyi ile ilişkilendirerek; kendisine yeni küresel güvenlik görevleri yaratmıştır. Bunun için “Preemptive Strike- Önleyici Saldırı” ve “Failed States-Başarısız Devletler” gibi yeni kavramlara dayanan müdahale gerekçeleri üretmiştir. ABD’nin küresel çıkarlarına hizmet eden bu gibi güvenlik kavramları ve politikalarının başta NATO olmak üzere, uluslararası teşkilatların stratejilerinde yer alması ise tesadüf değildir.
Irak’a karşı harekâtını “Önleyici Saldırı”   gerekçesine dayandıran ABD, “Başarısız Devletler” kavramını da önümüzdeki müdahaleler için ortaya çıkarmıştır. Bütün bu çabaların arkasında enerji kaynaklarının kontrolü, pazarlara ulaşım güzergâhlarının güvenliğinin tesisi ve stratejik rakiplerinin bu bölgelerde yerleşmesinin önlenmesi yatmaktadır.
İşte devam eden Libya harekâtı tarihe “Başarısız Devlet " gerekçesine dayanan kendilerini "isteksiz emperyalistler/reluctant imperialist"  diye adlandıran Batılıların ilk harekâtı olarak geçecektir. Ama son harekât olmayacaktır.
Bu harekât Çin’in Afrika’da son yıllardaki stratejik adımlarına bir cevap ve aynı zamanda belki de tarihin en tahrip edici silahlarının kullanılacağı İran’a yönelik harekâtın da sondan birkaç adım öncesidir.
Çin 2007 yılında Pakistan’la yaptığı anlaşma sonucunda Gwadar Limanını sivil maksatlarla özellikle Petrol İthal limanı olarak kullanmaya başlamıştır. Bunun ardından Çin, Somali açıklarına 2009’un ilk günlerinde gönderdiği donanması ile Afrika ve Ortadoğu’ya olan ilgisini ve kararlılığını en somut şekilde göstermiştir. Aden körfezinde kalıcı deniz üssü arayışları içinde olduğu bilinmektedir. Çin’in Afrika ve Ortadoğu’da attığı adımlar sadece ekonomik değil, küresel güvenlik açısından da stratejik bir seçimdir.
Bu gelişmeler ABD için Şeytan üçgeninin Irak ve İran, Afganistan ayaklarından sonra, Afrika’nın öncelik alması ve güvenlik stratejilerinin ağırlık merkezini oluşturması olasılığını öne çıkarmaktadır. Özellikle ABD’nin 2007 yılında kurduğu, “Obama’nın Küresel Seçenekleri”[1] başlıklı yazımda dikkat çekmeye çalıştığım Afrika Komutanlığı (AFRICOM) gözden ırak tutulmamalıdır. Bu komutanlık Çin’in ve olası diğer stratejik rakiplerin Afrika’ya yönelik yakın ilgisine karşı ABD tarafından atılmış bir adımdır.
Ancak İran’dan kaynaklanan nükleer risk ve tehditler Batı dünyasını acele etmeye sevk etmiş ve Çin’e nazaran öncelik almış görünmektedir. Bu bağlamda Tunus, Mısır ve Libya’daki olaylar; Amerika’nın İran’a karşı olası güç kullanma planları için güvenlik ortamın şekillendirilmesi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Çünkü ABD için İran’a yönelik bir harekâtta, bölgede İsrail’e doğrudan tehdit olabilecek askeri oluşum ve politik güç odaklarının kontrol altında tutulması zaruridir.
ABD’nin İran’a yönelik harekâtında bölgede en yakın askeri güce sahip oluşum, Lübnan'da  Hizbullah, Gazze’de ise Hamas’tır.  İsrail 2006’da Lübnan’a yaptığı saldırı ile Hizbullah'ın askeri olanak ve yeteneklerini sınırlandırmıştır. Hizbullah şimdi  Lübnan’da Mehmetçiğin de görev aldığı BM Geçici Görev Gücü (UNIFIL) tarafından kontrol altındadır.
Hamas'ın askeri tehdit olabilme yeteneği ise 2008 yılı sonunda  tüm insanlığı ayağa kaldıran fütursuz Gazze saldırısı ile ortadan kaldırılmıştır. Gazze şimdi abluka altındadır. Hamas’ın Filistin’de iktidara geldiği gibi, Eylül 2011’deki seçimde Mısır’da iş başına gelme olasılığı yüksek olan Müslüman Kardeşlerin iktidarı, fiilen Mısır Ordusunun kontrolüne geçmiştir. Mısır’da olaylar başladığında Mısır Gn Kur. Bşk. nın ABD’de olmasını sadece tesadüf ile açıklamak mümkün müdür? Tunus’ta Ennahda Hareketi Lideri Raşid Gannuşi, ön plana çıkmakla beraber önümüzdeki süreçte kendi sorunlarını çözüp Tunus’un ABD’ye karşı etkili politikalar geliştirme olanağı yoktur.
İran’a yönelik bir harekâtta Irak, İran ve Körfez ülkelerinin petrol kaynakları ve ihraç limanlarının doğrudan İran tehdidi altında kalacağı aşikârdır. O halde; emniyetli petrol kaynaklarının ele geçirilmesi veya kontrol altına alınması, harekât planlayıcıların düşünmeleri gereken tedbirlerin başında gelmektedir.
Bu nedenle İran’ı desteklemesi en muhtemel Arap Lideri olan Kaddafi devre dışı bırakılmakta ve olası bir petrol krizini derinleştirebilecek petrol kaynakları kontrol altına alınmaktadır.
Kaddafi’nin Arap Dünyasında liderlik peşinde koşması ve petrol üreten önemli bir ülke olması nedeniyle; İran’ın hedefte olduğu bir süreçte Libya’nın etkisizleştirilmesini kaçınılmaz kılmıştır. Çünkü Afrika’da Petrol üreten ülkelerin aksine Libya’nın bütün petrol ve doğal gaz kaynaklarının çıkış limanları Akdeniz sahillerindedir. Günde 1,8 Milyon varil petrol üretim kapasitesine sahiptir. İran’a yönelik Harekâtın kesintisiz lojistik desteği için harekât alanına bu kadar yakın bir konumdaki ve stratejik değerdeki bu kapasite göz ardı edilemezdi.
Sonuç olarak; ne Tunus’ta ne de Mısır’da dış müdahale veya “Uçuşa Yasak Bölge-No Fly Zone” gündeme gelmemesine rağmen, Libya’daki olayların başından bu yana hem ABD, hem de NATO ve AB müdahaleyi dillendirmiştir. Kaddafi halk hareketine karşı kontrol ve inisiyatifi kazanmaya başladığı anda ise düğmeye basılmıştır. Şimdi Kaddafi’den sonra Libya konuşulmaktadır. En azından bundan sonra tek Libya olamayacaktır. Doğu ve Batı’daki Doğal gaz ve petrol kaynaklarını farklı güçlerin yönettiği yeni bir Libya, Yeni Dünya Düzeninde yerini almaya hazırlanmaktadır.
 Nasıl olmuşsa Libya’da inisiyatif koalisyon güçlerine geçtiği günlerde, Suriye’deki olaylar tırmanmaya başlamıştır. Sonunda dış müdahaleye gerek olur mu bilemeyiz. Ancak Mısır’a benzer bir şekilde en azından “kötü çocukların” yerine onların deyimi ile “bizim çocukların” muhatap alınabileceği bir değişimin ayak sesleri duyulmaktadır.
Suriye’den sonra acaba sıra kime gelecek. Bunu kimse bilemez ama Türkiye’de de saflar gün geçtikçe keskinleşmektedir. Aslında Türkiye’de yaşananlar bu gelişmelerden ayrı tutulmamalıdır. Çünkü Türkiye’de keskinleşen safların arkasında yatan nedenler de farklı değildir.[2] Ancak Türkiye’de farklı bir görüntü vermesinin nedeni; zaman zaman kesintilere uğramış olsa da İslam dünyasında tek örnek olan yerleşmiş demokrasi kültürü, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir.
Son olarak BDP tarafından başlatılan “Sivil İtaatsizlik” eylemleri de dış müdahale ve Ortadoğu’da yeni dönemde rol kapma özlemlerini akla getirmektedir. Önümüzdeki günlerde terörün tırmanma olasılığı yüksektir ve “Sivil İtaatsizlik” eylemleri ile birlikte aynı resim içinde görülmelidir. Çünkü yapılan eylemler “sivil” ve “demokratik” hak arayışından çok PKK’nın mutfağında hazırlanmış söylemlerle öne çıkmaktadır.
Ancak Türkiye’yi Libya ile aynı resim içine görmeye çalışanlar stratejik hata yapmaktadırlar. Çünkü Türkiye’de demokratik kıstaslar ne denli tartışmalı ve “şahsına münhasır” olsa da toplumun bütün kesimleri ile içselleştirilmiş bir demokrasi kültürü vardır. Demokratik kıstaslar şiddet ile değil demokratik mücadele ile yükseltilebilir.


[1] Ali ER, Cumhuriyet Strateji 26 Ocak 2009
[2] Emperyalizmin Odağındaki Türkiye, Ali ER
Hits: 11644