Yargıçlar, demokrasi aktörü olabilecek mi?

17 Aralık sabahı “yolsuzluk operasyonu” ile büyüyen Cemaat-Hükûmet kavgası, sadece hukukun sefaletinin değil, demokrasinin dibe vuruşunun da bir eşiği olarak görülebilir. Doğrusu, “ak” parti Hükümeti’nin, hukuk ve demokrasi üzerine bu denli kalın ve geniş “kara” şal örteceği pek tahmin edilemezdi. Daha kaygı verici olan ise, Parti içinden bir-iki istisna dışında “sağduyu” sesinin çıkmaması…

Konumuz, Cemaat-Parti kavgası olmayıp, bu kavganın su yüzüne çıkardığı “yolsuzluklar ağı” karşısında takınılan tavır ve yapılan işlemlerin gözler önüne serdiği tablonun okunması ve bundan, demokrasi ve hukuk adına çıkış yolunun aranması. Bu çok zor bir süreç. Çünkü, demokrasi ve hukukun temel ilkelerini ihlâl, yürütme ve idare yetkilerinin kötüye kullanımı ile had safhaya çıkarıldı: Yönetici konumda bulunan kolluk görevlilerine yönelik, görevden alma ve görev yerlerini değiştirme şeklinde yaptırım dalgası, alelacele Adlî Kolluk Yönetmeliği'nin değiştirilmesi, basın mensuplarına emniyet kapılarının kapatılması, savcılara müdahale edilmesi…

Bu işlemler ve diğerleri, yasalara, Anayasa’ya, tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere, demokrasinin asgari ilkelerine, âdil yargılanma hakkına, eşitlik ilkesine, demokratik toplumun asgari gereklerine aykırı. Bakan Babaların ise, görevlerini –dünkü iki çekilme dışında- sürdürmesi, çoğunlukçu demokrasinin bile ilksel gereklerine tamamen ters düşmekte.

Bu çürütülmüş sistem iyileştirilebilir mi? Bu sorunun yanıtı, uzun dönemde demokrasi açısından aranabilir. Burada, hukukî yanıt üzerinde durulacak.

    Adli kolluk: Bilindiği gibi adlî kolluk örgütü arayışı, 1970’li yıllara uzanır. AKP, buna yanaşmadığı gibi idarî kolluğun adlî işlerle görevli birimi de içişlerine bağladı. Bu iptal edilmeli. Aksi halde, bundan böyle, yönetici yakınları, yolsuzluk konusunda koğuşturma ve soruşturmadan bağışık tutulacak... (TÜBİTAK’tan MİT’e kadar, İhale Kanunu'ndan Sayıştay Yasası'na kadar, hukuku, politikalarının meşruluk aracına indirgemedi mi hep?).

    “Paralel devlet”: Başbakan, devlet içinde yayılan çetelerin “paralel” devlet haline geldiklerini sürekli vurguluyor. Bununla, “Anayasa’nın tanımına uygun bir yönetim var, o da biziz; ama bizim dışımızda, siyasal ve idarî aygıtları paylaşan Anayasa-dışı bir yapılanma var”, demek istiyor. Soru: Eğer böyle bir oluşum varsa, bunun ilk derece sorumlusu kendisi değil mi? Sonra, emniyet örgütünde devşirme ve yükseltme, liyakat yerine, başka özellikler dikkate alınarak mı yapıldı? Maiyetinizdeki siyasal ve idarî makamlar, “görev+yetki+sorumluluk” halkası dışında mı yönetiyor ülkeyi 12 yıldır?

    Meslekî örgütlere savaş: Kolluk görevlileri ve yargı mensupları, dernek ve sendika biçiminde örgütlenme hakkına sahip oldukları halde, bunları, idarî ve siyasal yollarla engellemeye, yıldırmaya ve dağıtmaya çalışan AKP Hükûmetleri, meslekî ve demokratik örgütlenme yerine, dinsel eğilim ve tarikatları sürekli beslemedi mi? Acaba paralel devlet, demokratik ve saydam meslek örgütlerinin varlığı ile mi oluşur, yoksa hukuk dışı hareket ve örgütlenmelerin kollanması ile mi?

Bu tartışmaların yerine, yolsuzluk dosyaları üzerinde işletilecek yargısal karar sürecinin önemine dikkat çekmek işlevsel olabilir.

TEK YOL: Demokrasi aktörü olmak

Çağdaş hukuk devletlerinde yargıç, üç önemli işleve sahip: Demokrasi faktörü, demokrasi antrenörü ve demokrasi aktörü.

Demokrasi aktörü olarak yargıç, siyaseti temizleme misyonu ile, siyaset-para ilişkisinde ortaya çıkan yolsuzlukları yargısal karar sürecinden geçirir. Böylece, siyasal aktörlerin etkinliklerini “temiz siyaset” çerçevesinde yürütmelerini sağlar. Malî saydamlık ve siyasal denetim ölçüsünde yargısal denetim etkili olur.

Yargıçları demokrasi sınavına tabi tutan yolsuzluk iddiaları, kendileri için tarihsel misyonları ile yüzleşme fırsatı da yaratmakta. Bu iddiaları gerçeklik testinden geçirebilecek tek anayasal organ yargıdır. Çünkü, yürütme organı, yolsuzluk iddialarının açıklığa kavuşmasını istemek bir yana, bunun üzerine hukuk ve demokrasi dışı şal örtmek için her yolu mubah görmekte. Yasama ise, AKP hakimiyeti altında denetim işlevini yerine getirme konumunda değil. Geriye kalan tek organ, yargı erki. Bunun da zaten varlık nedeni bu.

Eğer yargıçlar, âdil yargılama gerekleri çerçevesinde bağımsızlık statüsünü zorlayarak ve tarafsızlık erdemini göstererek, “ticaret-siyaset-para” ilişkisinde ortaya çıkan kirlenmeleri, yaptırıma bağlayabilirlerse, “insan haklarına dayanan demokratik hukuk devleti”nin oluşumuna tarihî bir katkı sağlayacak; aksi halde, kendileri de bu tür kirli işlerin parçası haline gelmekten kurtulamayacak.

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1984