Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç, Anayasa Mahkemesinin “temyiz makamı” gibi gösterilmesine karşı çıkıyor ve Anayasa Mahkemesinin böyle bir görevi olmadığını söylüyordu…
Sevgili Oktay Ekinci’ye
Sevgili Oktay, biz iki kişi, biri Erbil, biri ben gitmene çok üzüldük. Kelimeler tükenince sözün bittiği yerde Erbil dedi ki; “Oktay da gitti. Bir düzine sarı silgili kurşun kalem sözüm vardı” Seni uğurlarken hatırlatmamı istemişti. Ben de, bir okul çocuğu buluruz, silgili kurşun kalemleri ona verirsin, ne sen adını söylersin ne de çocuğun adını sorarsın ve Oktay’a verdiğin sözünü tutmuş olursun, dedim…
Çok büyük bir hüzünle, Erbil ve benim sözüm; güle güle Oktay…
Sonra yazı yazmak bazen gerçekten güç…
Balyoz Harekât Planı davası hakkındaki Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararı 9 Ekim 2013 tarihinde açıklandı. Hemen ardından “yorumlar” başladı. Hatta İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı’nın bile ne kadar doğru karar verdiklerinin Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararı ile anlaşıldığı şeklinde görüş açıkladığı basında yer adı.
En ilginci Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’tan geldi. "Yargıtay’daki arkadaşlarımızı yıllardır tanırım. Donanımlı, bilgili ve tecrübelidirler. Başından beri de yıllardır bu dairede çalışmış, olaylara hâkim titiz ve tecrübeli bir ekiptir. Bu nedenle arkadaşlarımızın yanlış yapma ihtimali çok ama çok düşüktür."(Hürriyet 12 Ekim 2013) Sayın Kılıç’ın, “boş yere kimseye umut verilmemesi” için açıklama yaptığı anlaşılıyor. Öyle ya, Yargıtay’daki “arkadaşları” hata yapmazlar, donanımlı, bilgili ve titiz ve tecrübelidirler ve ekiptirler. Belli… Çünkü kararı “oybirliği” ile verdiler. Sayın Kılıç’ın arkadaşlarının “yanlış yapma” ihtimallerinin “çok ama çok düşük” olduğunu ve “zaten tüm Yargıtay’da bilir”.
Sözlere şaşmamak lazım zaten çıkan sonuca göre Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Balyoz kararı “çok ama çok düşük” hata ile doğrudur! İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı da bu doğruluğunun kanıtıdır. Boşuna kimse umutlanmasın. Bu iş bitmiştir! Ceza kanunlarındaki değişikliklerle getirilen “yeni anlayışların” ne kadar doğru olduğu da anlaşılmıştır.
Tam aksine, Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı daha esasa girilmeden usulen kanuna ve hukuka aykırı olduğu için bozulması gereken bir karardı. Dairenin “yorumları” adaletsizdir, hukuka ve kanuna aykırıdır. Savunmanın yok sayıldığı bir davada savunmayı yeniden yok sayan bir karardır. Hani, fiilden kişiye, delilden sanığa gidilecekti artık. Ceza hukuku değişikliklerinin ne kadar aldatıcı olduğu ortada ve kararın ne kadar “gerekçesiz” olduğu da… Kim hangi eyleminden dolayı, kim hangi dijital delilin doğruluğundan dolayı mahkûm edilmiştir ki; Yargıtay denetiminde kullanılan ölçütlerde hukuk, kanun ve adalet aransın…
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesinin “temyiz makamı” gibi gösterilmesine karşı çıkıyor ve Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir görevi olmadığını söylüyordu. Söylediği de doğruydu aslında. İşte bu vesileyle, Anayasa Mahkemesi’nin görevi konusunda kamuoyuna şöyle bir açıklama yapmış oldu:
“Bazı konuları bu vesileyle aydınlatmak gerekiyor. Çünkü özellikle Balyoz davasında Yargıtay’ın kararı sonrasında bizim veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ‘süper temyizlerle süper kurtarıcı’ olduğumuz havası yaratılmaya çalışılıyor. İlk olarak şunu söyleyeyim Anayasa Mahkemesi, temyize alınmış ve değerlendirilmiş davaların kararlarını yeniden temyize alma yetkisine sahip değildir. Bu konuda hüküm var. Biz sadece eğer bize başvuru gelirse Yargıtay ceza dairesinin mahkûmiyet kararlarına değil, yargılama süresince özgürlük ihlali var mı yok mu, sanık savunmaları hukuka uygun gerçekleşti mi, uzun tutukluluk ve yargılama hukuka uygun mu başvurularına bakabiliriz. Onun ötesinde mahkûmiyet ve hapis cezalarına müdahalemiz olamaz. Aynı şekilde AİHM de Anayasa Mahkemesi’yle aynı görev ve yetkilere sahiptir. Sadece, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) belirtilen hak ve özgürlüklerle ilgili ihlal var mı buna bakar. Suçun vasfına, delillere ve mahkûmiyetin derecesine, ne AİHM ne de biz bakabiliriz.”
Bu durumda Anayasa Mahkemesi’ne yapılan “bireysel başvurular” nafiledir ve gereksizdir. Böyle mi anlamalıyız? Zaten Anayasa Mahkemesi Başkanı Yargıtay 9. Ceza Dairesi hâkimleri ve verdikleri karar için “görüşünü” daha başında açıklamıştır. Neden? Yanlış yapma ihtimalleri çok çok azdır… Nereden biliyorsunuz? Dosyayı, eylemleri, delilleri mi okudunuz?
Bu durumda Anayasa Mahkemesine yapılacak bireysel başvurularla Balyoz davası ile ilgili Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı Anayasa Mahkemesi önüne geldiğinde Mahkeme; sadece “yargılama süresince özgürlük ihlali var mı yok mu?” buna bakacaktır. Anayasa Mahkemesi bir karar verecektir ama bu kararın mahkûmiyet kararına veya 9. Ceza Dairesi’nin mahkûmiyetlerin onanmasına dair kararına bir etkisi olmayacaktır. Özgürlük ihlali vardır, sanık savunmaları hukuka uygun gerçekleşmedi veya yargılama hukuka uygun değil dese bile Anayasa Mahkemesi; İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi kararının “mahkûmiyet” kararı ile bu kararın onanmasına dair Yargıtay 9 Ceza Dairesi kararı değişmeyecek (mi?).
Şöyle mi olacak acaba?
Karar Anayasaya ve AİHS’ne aykırıdır. Çünkü yargılama sürecinde özgürlükler ve haklar Anayasaya ve AİHS’ne göre ihlal edilmiştir. Örneğin savunma dinlenmeden ve yok sayılarak kurulan hüküm hukuka aykırıdır, tanıklar dinlenmemiştir, dijital delillerin yargısal denetimi yapılmamıştır ve adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.
Ama buna rağmen “mahkumiyet” kararı Türk Ceza Kanunu’na (TCK) uygundur… Çünkü Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru hakkı kullanıldığında Anayasa Mahkemesi verilmiş “mahkûmiyet” kararının doğruluğuna veya hatalı olduğuna bakmaz ve Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karardan mahkûmiyet/onama kararı etkilenmez. Karar değişmez.
Bunca Anayasa değişikliği ve referandumdan sonra sonuç bu mudur?
Acaba Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı yolunu neden kabul ettik?
Her ne suretle olursa olsun anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan dolayı (isterseniz görev ve yetkileri devam eden veya edecek olan deyin)Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından verilmiş mahkûmiyet kararlarının değişmemesini sağlamak amacıyla; “çok ama çok düşük” oranda yanlış yapma olasılığı karşısında bile Anayasal hak ve özgürlüklerin ihlalini “azıcık” kabul etmek suretiyle, sureti haktan gözükmek için mi? (Fİ/EKN)