BAROLAR VE DEMOKRATİK YÖNETİM ANLAYIŞI

~ 09.02.2010, Av. Dr. Başar YALTI ~

1- DEMOKRATİK YÖNETİMİN GEREKLERİ

 

a) Seçimlerin Varlığı

Demokratik bir yönetimin olmazsa olmaz koşulu seçimlerin varlığıdır. Seçimsiz demokrasi olmaz. Ancak, seçimlerin yapılıyor olması demokrasinin, demokratik yönetimin varlığı için yeterli sayılamaz. Seçimler, demokratik yönetim için gerek şarttır, fakat yeter şart değildir. Seçimlerin varlığı, nasıl bir seçim yapıldığı sorusuna verilecek yanıtla birlikte değerlendirilmelidir. Bu konu başlı başına bir inceleme gerektirmektedir. Asıl konudan sapmamak için seçimler hakkında artık genel kabul gören, eşit oy, oyun gizli kullanılması, açık sayım ve seçmen kütüklerinin sağlıklı tutulması kurallarının uygulandığından emin olmak gerektiğini belirtmekle yetiniyoruz. Seçimler bakımından aranacak önemli başka bir özellik ise, adayların belirlenmesinde çoğulcu bir yöntemin uygulanması ve aday tanıtımında eşitlik ilkesine uyulması hakkıdır.

Seçim konusunun en önemli iki diğer unsuru, seçimlerin bağımsız ve tarafsız bir kurul tarafından yönetilmesi ve seçimlere yeterli katılımın sağlanmış olmasıdır.

Yukarıda sayılan ilkeler doğrultusunda yapılan seçimlerle belirlenen yönetimlere, demokratik yönetimler denilebilir.

Kuşkusuz bir yönetimin demokratik yol ve yöntemlerle seçilmiş olması, işbaşında kaldığı sürece demokratik yönetim olarak kabul edileceği anlamına gelmemektedir. Demokratik olarak seçilen yönetimlerin, yönetimde bulundukları süre boyunca da uyacakları ve yerine getirecekleri kurallar bulunmaktadır.

b) Hukukun Üstünlüğüne İnanç, Hukuka Saygı

 

Demokratik bir yönetimin eylem ve işlemlerinde dikkate alacağı temel ilke hukuka uygun yönetim anlayışı olmalıdır. Hukuk devleti kavramı bu çerçevede geliştirilmiş ve her aşamadaki yönetimler için asgari koşul olarak belirlenmiştir. Hukuka saygı, yönetimlerin eylem ve işlemlerinde eşit davranma ilkesine bağlı kalması yanında, özellikle yönetimlerin taktir hakkını kullanırken nesnel davranmasından ve eşitlik kuralına bağlılığını yitirmemesinden anlaşılır.

Hukuk devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu âdil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan,  hukuk kurallarına ve Anayasa’ya uygun davranan, bütün eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlet demektir.

Hukuk devleti anlayışında, yasama organını (yani TBMM) da kapsayacak biçimde devletin bütün organları üzerinde hukukun ve Anayasa’nın mutlak egemenliği vardır. Yasa koyucu da her zaman evrensel hukukun ve Anayasa’nın üstün kuralları ile bağlıdır. Çünkü hukuk kurallarına ve yargı denetimine bağlı tutulmayan devlet, hiç bir zaman adil bir düzen kuramaz ve topluma hukuk güvenliği sağlayamaz.

Anayasa Mahkemesinin hukuk devletiyle ilgili, artık klasikleşen tanımını burada yinelemekte yarar görüyoruz.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, Anayasa’nın ve yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. (Yüksek Mahkemenin 19.2.2009 tarih ve 2005/107E, 2009/23K. sayılı kararından)

c) Yönetime Katılım

Seçimle gelen yöneticiler, eğer seçildikleri süre boyunca artık kendilerine kimsenin karışmayacağını düşünür, denetimden kaçacak şekilde davranırlarsa demokratik yönetim anlayışını terk etmiş olurlar. Yöneticiler ya da seçilenler, kendilerini seçenlerle ilişki ve teması hiçbir zaman yitirmemek durumundadırlar. Yönetime katılım ya da katılımcı yönetim anlayışı, karar süreçlerine olabildiğince çok kişinin katılmasını sağlama yol ve yöntemlerinin bulunmasını gerektirir. İletişimin çok kolaylaştığı bir çağda yaşıyoruz.  Bu olanaktan yararlanarak katılımcılığın artırılması, yönetilenlerin oy ve görüşlerine başvurulması artık çok kolaylaşmıştır. Bu çerçevede yönetişim kavramı geliştirilmiştir. Yönetişim, birlikte yönetme demektir. Bu yöntemde, karar alıcılar, bütün karar süreçlerinde, örgütlü sivil toplumun, ilgili kurum ve kuruluşların görüşüne başvurarak karar almayı yeğlemektedirler.

Birlikte yönetmenin en belirgin görünüşü, tek adam yönetiminden ve her şeyi ben bilirim anlamındaki benmerkezcilikten kurtulmaktır.

d) Denetlenebilirlik (hesap verme-hesap sorabilme yeteneği)

Demokratik bir yönetim denetime açık bir yönetimdir. Denetime açıklık, kendisini denetleyen organların denetimine açık olmaktan daha öte bir anlam taşımaktadır. Yöneticiler, kamu gücü ve olanaklarını kullandıkları için hesap vermek zorunda olan kişilerdir. En kolay hesap verme yöntemi, kamu yetkisinin kullanılmasında adil ve eşit davranıldığı duygusunun topluma verilmesidir.

Mali olanakların nerelerde, nasıl ve kimler için kullanıldığının gösterilmesi, açıklanması, toplumla paylaşılması hesap verme alışkanlığındaki bir yönetimin özgün bir yönüdür.

Gizlilik, toplumdan bir şeyler kaçırıldığı izlenimi yaratır. Bu nedenle kişilerin özel alanlarıyla ilgili uygulamalar dışında, örtülü bir davranış ve uygulama yapılmamalıdır. Kamu ihalelerinde uygulanacak yöntemler, denetlenebilirliğe en çok ihtiyaç duyulan alanlardır.  Yapılacak ihalelerin kamuoyuna açık bir şekilde yapılması, rekabetin sağlanması, sosyal sonuçlarının değerlendirilmesi şarttır.

e) Yönetimde Saydamlık /açıklık

 

Saydam bir yönetim, alınan karar ve yapılan işlemlerin hukuka, etik kurallara ve kamunun gözetimine açık şekilde yürütüldüğü yönetimdir. Açık yönetim, birlikte yönetme anlayışına dayanır. Yönetimde saydamlık, hesap sorulmasına gerek duyulmadan, hesap vermeyi öne alan bir anlayış gerektirir.  Katılımcılığın sağlandığı, denetlenebilir bir yönetimde, yöneten/yönetilen yabancılaşması en aza iner. Yabancılaşmanın olmadığı yerde katılım artar. Böylece hem yönetilenler yöneticilerine güven duyar, hem yöneticiler kendilerine güven duyarak verimli, üretken ve yaratıcı olurlar.

Saydam bir yönetimde yozlaşmanın ortaya çıkmasına ve yolsuzlukların yaşanmasına

fırsat verilmez.

f) Eşit Yönetme Anlayışı

Demokratik yönetim, eşit davranma ilkesinin bir sonucu olarak, eşit yönetme anlayışına dayalı olarak yürütülür. Demokratik bir yönetimde, herhangi bir gerekçe ya da neden ileri sürülerek, temel hak ve özgürlükler bakımından bireyler arasında fark gözetilemez. Herkes, yönetim uygulamaları karşısında eşit hak ve sorumluluklara sahiptir. Ancak ekonomik sonuç doğuran uygulamalar bakımından eşit yönetme anlayışı sosyal eşitlik anlayışına göre yürütülmelidir.

Sosyal eşitlikte, matematiksel eşitlik aranmaz. Bu nedenle, toplumun zor koşullar içinde bulunan kesimlerinin daha çok kayırılması gerektiği ilkesi (pozitif ayrımcılık), eşit yönetme ilkesine aykırılık oluşturmaz. Hatta bu anlayışın uygulanmasını zorunlu kılar. Örneğin, vergi uygulamalarında zengin ve yoksul eşit olarak kabul edilemez. Kabul edilmesi de doğru değildir.

2- BAROLAR VE DEMOKRATİK YÖNETİM

 

Avukatlık Yasasının 76. maddesine göre “Barolar; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.”

Yasada da açıkça belirtildiği üzere barolar, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren meslek kuruluşlarıdır. Dolayısıyla yukarıda sıraladığımız, bir demokratik yönetimde bulunması veya aranması gereken özellikleri baro yönetimlerinde de aramamız ve baro yönetimlerini bu açılardan sorgulamamamız mümkündür.

a) Seçimler

Baro organlarının seçimle geldikleri tartışmasızdır. Ancak, üye sayısı on binleri aşmış bir baro ile üye sayısı yüzlerle ifade edilen bir baronun aynı kurallara bağlı tutulması, aynı organlarla yönetilmesi ve yukarıda sayılan özellikleri sağlaması her zaman mümkün olmamaktadır. Bu bakımdan üye sayısı fazla olan barolarda, baronun avukata, avukatın baroya olan yabancılaşması sonucunu doğuran mevcut seçim yöntemlerin sorgulanması gerekmektedir. Böyle bir sorgulamayı yapmak ve mevcut yasal uygulamanın yerine konulacak yöntemi araştırmak, çözümler üretmek baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin önünde bir görev olarak durmaktadır.

Seçimlerin amacı, en iyi temsilin sağlanması olmalıdır. Oysa bu sağlanamamakta, oligarşik yapılar ister istemez ortaya çıkmaktadır. Yapılan seçimlerin sonuçlarını oligarşinin tunç yasası belirlemektedir. Asıl sorun, aday belirlenirken kullanılan yöntemlerde yaşanmakta, kullanılan yöntemler çoğu kez, demokratik iradenin sapmasına neden olmaktadır. Seçim öncesi çalışmalarda çeşitli seçim aldatmaları / irade saptırmaları devreye girebilmekte, liyakat ve yeteneklerin geri plana itildiği yöntemler kullanılmakta, buna bağlı olarak anti demokratik sonuçların ortaya çıkması mümkün olabilmektedir.

Ayrıca, seçimde en çok oy alan listenin bütün organları ele geçirmesi temsilde adalet ilkesine aykırı bir sonuç yaratmaktadır. Bu yöntem anti demokratik bir yöntem olup, düzeltilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, yasama organı gibi kabul gören Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu delegelerinin belirlenmesinde, seçime katılan grupların aldıkları oy oranında delege seçtirebilmesi sağlanmalı, bu amaçla baroların delege seçimlerinde nispi temsil sisteminin kullanılması için çalışma yapılmalıdır.

Ayrıca küçük barolar lehine delege tahsisi yapılmasının temsil adaleti bakımından doğru olmadığını belirtmekte yarar görüyoruz. Tüm avukatların yaklaşık 2/5 ini bünyesinde barındıran İstanbul Barosu, Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulunda ancak 1/5 oranında temsil edilebilmektedir. Rakamlar temsilde adaletin sağlanmasında %100 yaklaşan bir sapma olduğunu ortaya koymaktadır.

Seçimler konusunda, İstanbul Barosu için özel bir parantez açmamız gerekiyor. 26.500 avukatın üyesi olduğu İstanbul Barosu on kişilik yönetim kuruluyla yönetilememektedir. Baro Yönetim Kuruluna seçilenlerin, mesleklerinden arta kalan zamanlarda yönetim kuruluna katkı sunduğu bir yönetim anlayışıyla Baroyu yönetmenin mümkün olmadığı görülmektedir. Baro bürokrasiye boğulmuştur. Bürokrasi, baronun yönetilmesinin önündeki en büyük engeldir. Ancak bürokrasiyi de mevcut yönetim anlayışının yarattığı gözden uzak tutulmamalıdır. İstanbul Barosu, dünyanın sayılı baroları arasındadır. Nitelik ve nicelik bakımından böylesine büyük bir baronun yönetimi herhangi bir baro gibi olmamalıdır. Bir öneri olarak, İstanbul Barosunun (Büyükşehir Belediyesi, yerel belediye örneğinde olduğu gibi) en az üç baroya bölünmesi tartışmaya açılmalıdır. Elbette başka öneriler de geliştirilebilir. Bu yazıda ayrıntıya girmeyi doğru bulmadığımızı, ancak çözümün mümkün olduğunun bilinmesini anımsatmakla yetiniyoruz.

Baro organları için öngörülen seçim süresi ayrı bir handikaptır. İki yıllık görev süresinin üç yıla çıkartılması verimlilik bakımından düşünülmelidir.

b) Hukuka bağlılık ilkesi

 

Bir hukuk kurumu olan barolarda hukuka aykırı bir yönetim anlayışının olmasının düşünülemeyeceği ileri sürülse dahi, böyle bir olasılığın var olabileceğini, hatta hukuka açıkça aykırı uygulamaların bulunduğu, gözlemlerimiz ve deneyimlerimiz arasındadır.

Baroların peşinde oldukları arsa tahsisi işlemleri, avukatlık disiplin işlemleri, baro alım satımlarında izlenen yöntemler, aidatların belirlenmesi ve toplanması, CMK uygulamaları gibi konularda geçmişte ve günümüzde zaman zaman hukuka aykırı uygulamalara rastlanılmaktadır.

Hukuka bağlılık sadece barolar için değil, avukatlar için de vazgeçilmez bir ilkedir. Avukatlık Yasasının 2. Maddesinde belirtilen hukuk kurallarını tam olarak uygulama görevi, hem avukatların, hem baroların saygınlık gerekçesidir. Barolar bu konuda titiz olmalıdırlar.

Bu çerçevede hukuk sistemimizin evrensel hukuk ilkeleriyle bütünleştirilmesi, çağdaş olmayan, adaleti engelleyen mevzuatın yenilenmesi, yolsuzluk ve yozlaşmaya neden olan mevzuat hükümlerinin saptanarak ayıklanılmasına çalışılması baronun görevleri arasındadır.

Hukukun üstünlüğünün gerçekleşmesi için çaba göstermek, baroların yasal görevidir. Hukukun üstünlüğü kavramı; hukuksal değerlerin üretilmesi, üretilen hukuksal değerlerin kurallaştırılması ve kuralların uygulanmasının sağlanması süreciyle birlikte değerlendirilmelidir. Barolar her üç aşamada da, kendilerini görevli kabul etmeli, yeni hukuksal değerlerin üretilmesinde, eskimiş anlayışların değişimi için verilecek mücadelede öncü olmalıdırlar. Aynı şekilde, yasalaştırma çalışmalarında ve uygulama aşamasında toplumsal güçleri harekete geçirerek kamuoyu baskısı yaratmalıdır.

c) Yönetime Katılım

Baro Başkanı ve yönetim kurulunun, seçildikten sonra avukatlardan kopuk bir yönetim anlayışı sergilememeleri gerekir. Yapılacak işler ve alınacak kararlarda sadece başkan ve on kişiden oluşan bir kurulun sürdürdüğü yönetim, katılımcı bir anlayışa uygun düşmeyecektir. Önemli olan, tüm avukatları mümkün olduğunca kucaklayan kolektif düşünce ve anlayış birlikteliğini sağlamaktır. Baro başkanı ve yönetim kurulu, bunu başaracak yol ve yöntemleri bulmalıdır. Bu konuda büyük görev ve sorumluluk, baro başkanına ve başkanlık divanına aittir.

Yönetimi kimseyle paylaşmayan, dediğim dedik bir yönetici profili katılımcı bir yönetimi başaramaz.

Baro yöneticiliği bir ast üst ilişkisi şeklinde algılanmamalıdır. Avukatların bağımsız kişiliğini, baroların özerk yapılar olduğunu göz ardı eden bir tutum, yönetimi paylaşmakta da çekingen davranacaktır.

Saygın, erdemli, güvenilir bir yönetim olmanın yolu temsil edilen makamın gölgesinde kalarak başarılamaz. Yönetime aday olanlar, baronun tüzel kişiliğine katkı sunacak, yenilikçi ve yaratıcı projelere sahip olmalı, bir iş takvimi çerçevesinde görev süresince yapacakları işleri önceden planlamalıdırlar.

Katılımcılık için yasal organlar dışında, teknolojik olanaklardan da yararlanarak tüm avukatların görüşüne başvurulmalı, avukatlardan gelecek önerilerin kolayca toplanıp değerlendirilebilmesi için aynı olanaklar kullanılabilmelidir. Asıl amaç, barodan avukata, avukattan baroya yönelik,  iki yönlü bir iletişim sisteminin kurulup yürütülebilmesidir. Bu çerçevede, internet olanaklarını kullanarak katılımcılığı artırmak mümkün olduğu gibi, beyin fırtınası şeklinde çalışmalar yaparak, her alanda ve konuda yeni projeler üretmek mümkündür. Hiç kuşkusuz, önemli projelerin hayata geçirilmesinde elektronik referandum yöntemine başvurulması da düşünülmelidir.

Katılımcı yönetim anlayışı, yöneticilerin iletişim kurmalarındaki becerilerinden, yöneticilerin telefonlarının ve kapılarının açık olmasından öte, bir sistem sorunudur. Bu nedenle, yukarıda belirtilenlerin uygulanabilmesi için yönetme erkinin, belirleyici değil, özendirici, yapıcı ve destekleyici şekilde kullanılması gerekmektedir. Oysa kendi içerisinde bile anlaşmayı başaramamış bir yönetimin, verimli ve başarılı olması mümkün değildir. Yaratıcılık ise hiç mümkün değildir.

Katılımcılığın hayata geçebilmesi için, demokratik bir gerçeklik olan baro içi gruplaşma ve örgütlenmelerin dikkate alınması ve mevcut gruplar ve bu alanda örgütlenmiş derneklerle sürekli iletişim sağlanması kaçınılmaz bir sorumluluktur.

İstanbul Barosunun yönetimde katılımı sağlamak üzere geliştirdiği Baro Meclisi uygulaması diğer barolara da örnek olmalıdır. Ancak, Baro Meclisinin yapısının katılama yeterince açık olmadığı, diğer grupları dışladığı, muhalefete güven veren bir oluşum olmaktan uzaklaştığı ve katılımları özendiren bir yapıya kavuşturulmadığı da bir gerçektir. Baro Meclisi bu yapısıyla belli bir grubun iç tartışma alanına dönüşmüş, özgün amacından uzaklaşmış ve öneri geliştiremez, karar alamaz hale gelmiştir.

d) Denetlenebilirlik ve Saydamlık

Barolar, hukuk ve siyasal bilinci en yüksek demokratik toplulukları temsil etmektedirler. Bu nedenle yöneticiler, her an hesap vermek durumundadırlar. Hesap vermeye en hazır yönetim biçimi; açık, saydam bir yönetim anlayışı uygulanarak gerçekleştirilebilir. Yönetimde açıklık, baro yönetiminde en sade özellik olarak algılanmalı ve uygulanmalıdır.

Saydam ve katılımcı yönetim anlayışının uygulanması için çok sayıda öneri geliştirilip uygulanabilir. Örneğin, yönetim kurulu toplantılarının ilk 15 dakikasının avukatlara açık şekilde yapılması bu konuda uygulanabilecek basit bir yöntemdir. Buna bağlı olarak, yönetim kurulu gündeminin baro internet sitesinde önceden yayınlanması başka bir kolay yöntemdir. Ayrıca, baro gelir ve giderlerinin sürekli olarak baro sitesinde görüşe açık tutulması, olması gerekenler arasındadır.

Baro mal alımlarında, çeşitli ihalelerde, kiralamalarda, önceden ilan edilen, yeterli katılımı ve rekabet ortamını sağlayan açık yöntemler uygulanmalıdır.

Saydamlık konusunda uygulanabilecek bir başka yöntem ise, avukatların bu konuda alınan önlemler ve uygulanan yöntemler konusunda bilgilendirilmeleridir.

e) Eşit Yönetme Anlayışı

Eşit yönetme anlayışı, avukatlar arasında fark gözetilmemesini gerektirir. Bunun için ön koşul, seçilenlerin avukatlara değer vermeleridir. Avukata değer vermeyen bir yönetim anlayışı diğer uygulamaları hayata geçirse bile doyurucu sonuç alamayacaktır. Bu çerçevede, temel ilke olan, en zor durumda olanların en çok kayırılması gerektiği ilkesi avukatlar içinde uygulanabilir, hatta uygulanmalıdır. Genç avukatların içinde bulunduğu koşullar, belli yaşa gelmiş, muhtaç olduğu anlaşılan emektar avukatların durumları dikkate alınarak özel olanaklar yaratmak ve projeler üretmek gerekmektedir. Avukatların iş alanlarını genişletmek ve hukuk sigortasını gerçekleştirmek ilk akla gelen gereksinimler arasındadır.

Barolar geniş mali olanaklara kavuşmuşlardır. Bu olanakların avukatlara yaraşacak, fiziki mekan ve ortamların sağlanması için kullanılması lüks bir uygulama sayılmamalı, zorunlu ihtiyaç olduğu gözetilmelidir. Bu konuda örnek nitelikte hizmet sunan barolar bulunduğu bilinmektedir. Ankara Barosu başta olmak üzere birçok baro bu konuda örnek gösterilebilir.

Dünyanın sayılı barolarından olan İstanbul Barosunun, modern, çağdaş lokal hizmeti yanında, bodrumdan kurtarılmış çağdaş konferans ve toplantı salonlarına kavuşmasını sağlamak Baro yönetiminin öncelikli görevi olduğunu bilinmelidir.

Baroların avukatlık mesleğini kolaylaştırıcı projeler üretmeleri de, barolardan beklenen görevler arasındadır. Avukatlara ücretsiz bilgi desteği sağlamak, araştırma olanakları sunmak, baro odalarını donanımlı hale getirmek, başarılması zor olmayan işlerdendir.

Avukata, saygınlığını ona verilecek hizmet kalitesiyle anımsatan bir anlayış, yöneticilerin benimseyeceği öncelikli ilkeler arasında olmalıdır.

f) Hukuk Kültürünü Yaygınlaştırmak

 

Baroların yasal görevleri arasında hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak bulunmaktadır. Avukatların halkın hukuk temsilcileri olduğu dikkate alınırsa, bu zaten doğal bir görevdir. Toplumda hak arama bilincinin yükseltilmesi baroların öncelikli görevi olmalıdır. Bu aynı zamanda avukatların geçim sorunuyla doğrudan ilgili bir konudur.

Barolar, halkın hukuk bilincini geliştiren çalışmalarını toplumun her kesimi içinde sürdürmelidirler. Bu amaçla sanatçılardan öncelikle yararlanılmalı, kitle iletişim araçlarının sağladığı olanaklar kullanılmalıdır. Hukuk kültürünü yayma çalışmaları, ilköğretimden başlayarak üniversiteyi de kapsayan tüm eğitim-öğretim kurumlarında yürütülmeli ve uygun projeler hazırlanmalıdır. Çalışmalar, halk arasında, sivil toplum örgütleri ve diğer meslek kuruluşlarıyla birlikte yürütülecek bir anlayışa dayandırılmalıdır.

Özellikle, toplumun odaklandığı önemli davalarda hukukun takipçisi ve koruyucusu barolar olmalıdır. Barolar hukuka aykırılıklar konusunda ve kamuoyunun ilgi duyduğu önemli davalara arasında ayrım yapmadan hukuksuzluğun üstüne gitmelidirler. Aksi taktirde inandırıcı olmak çok güçleşmektedir.

Hukuk kültürünün yaygınlaştırma çalışmaları bilimsel araştırmalarla desteklenmeli, toplumsal talepler toplanmalıdır. Her baronun birer bilim kurulu mutlaka olmalıdır. Bu kurulun hukuk alanında ve diğer bilim dallarında tanınmış, güven duyulan isimlerden oluşturulması gerekir.

Ayrıca, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının önemini topluma en inandırıcı bir biçimde anlatacak kurum, barolardır. Bu kapsamda İstanbul Barosunun önemli bir sorumluluğu da, diğer barolara önderlik etmek, onları öncü projeler çevresinde birleştirmek ve Türkiye Barolar Birliğinin yaptığı çalışmaları yönlendirmek olmalıdır.

Hemen her baronun internet sitesi bulunmaktadır. Bu sitelerin özendirici, albenili, paylaşımcı bir şekilde kullanılması, çağdaş bir görüntüde olması gerekmektedir. Bir avukatın gereksinim duyduğu tüm mesleki ya da güncel bilgilerin avukata bu siteler aracılığıyla sunulması, hem ucuz, hem en etkili bir yoldur. Bu sitelerin tasarımı yenileştirilmeli, bilgi çöplüğü olmalarının önüne geçilmeli, kullanımı kolaylaştırılmalıdır. Halkın bu siteleri kullanabilmeleri özendirilmelidir. Ayrıca baroların her türlü yayınlarında baro başkan ve yönetiminin reklamını yapan bol resimli anlayış terk edilmelidir.

 

g) Yargıda Kalitenin Gerçekleştirilmesine Çalışmak

 

Yargılama diyalektik bir süreçtir. Bu sürecin amacı, hukukun gerçekleşmesine ve adil bir sonucun elde edilmesine ulaşmayı sağlamaktır. Yargı sisteminin sorunları halkın adalet arayışının önündeki en büyük engeldir. Yürütme organına bunu anlatmak, adaletin toplumsal bir gereksinim olduğunu kabul ettirmekten geçer. Dolayısıyla yargının sorunlarını halkın sorunu haline getirmeyi bilmek gerekir.

Avukatın saygınlığı yargılama sürecinde üstlendiği rolle doğrudan ilgilidir. Avukatı yargılama sürecinde figüran olmaktan kurtaracak projeler üretmek baroların kaçınamayacağı bir görevdir.

Yargının sorunları çok boyutludur. Sorunların bilincinde olarak, barolar bu konuda araştırma yapmalı, öneriler geliştirerek yasamanın ve yürütmenin gündeminin peşini bırakmamalıdır.

Barolar, yaşanan adaletsizlikleri kaçınılmaz bir yazgı olarak değil, kabul edilmez bir sonuç olarak görmelidirler. Adaletsizlikler karşısında; toplumsal tepkiyi örgütleme sorumluluğu da barolara aittir.

h) Avukatı Öncelemek

Barolar, avukatlığın kalitesini artırmakla görevlidirler. Bu çerçevede avukatlık sınavı derhal ele alınmalı ve hayata geçirilmelidir. Anayasa Mahkemesi’nin son iptal kararından sonra yasal bir boşluk ortaya çıkmış olduğu ileri sürülse de, sınavın yapılması için yasal bir engel bulunmadığı gözetilmelidir. Aynı şekilde avukatların meslek içi eğitimi planlanmalı, belli uzmanlık alanları belirlenip projelendirilerek tüm avukatlar seçecekleri en az iki konuda, meslek içi eğitimden geçirilmelidir. Her avukat en az beş yılda bir meslek içi eğitimden geçmek zorunda olmalıdır.

Avukatlık Yasası mutlaka gözden geçirilmelidir.

Avukatların Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay, Danıştay gibi üst yargı yerlerinde temsilcileri olmalıdır. Yargıtay ve Danıştay Dairelerindeki yüksek yargıçların birer üyesi nitelikleri belirlenmiş avukatlar arasından seçilmelidir. Bu olanağın, avukatlığa kalite katacağı kuşkusuzdur.

Her baronun donanımlı bir kütüphanesi olmalıdır. İstanbul Barosu, Türkiye’nin en büyük hukuk kitaplığına sahip olmalıdır. Ne yazık i böyle bir olanak bu güne değin yaratılamamıştır. Benzer şekilde hukuk müzesinin bulunması gereken yer İstanbul Barosudur. Böyle bir simgesel yerin İstanbul’da bulunmamasının üzüntüsünü yaşamamak mümkün değil.

Barolar hukuk eğitimi ile ilgilenmelidir. Hukuk fakültelerinin yapısı ve ders programı, eğitim kadrosu baroların ilgi alanı içinde olmalıdır. Barolar stajyer kabul ederken hukuk fakülteleri arasında tercih kullanabilmelidirler.

Avukatların, maddi ihtiyaçları, sıkıntıları baroların derdi olmalıdır. Avukatlığı tarihsel perspektif içinde değerlendirerek avukatlıktaki değişim ve dönüşümün farkında olunmalı, değişimlere uygun yeni çözüm önerileri geliştirilmelidir. Bu çerçevede meslek kuralları yeniden gözden geçirilmelidir.

Bir kez daha yinelemek uğruna belirtmeliyiz ki; dünyanın sayılı barolarından olan İstanbul Barosu mensuplarının ve ailelerinin, bir araya gelip kaynaşacakları, dinlenecekleri, modern, çağdaş, lokal ve restoran hizmeti gereksinimi artık görmezlikten gelemeyecek bir aşamadadır. Ayrıca, avukatlar için çeşitli kültürel hizmetlerin organize edilmesi, avukatları çağdaş sanatlarla tanıştıran, onlara sanatın her türünü sevdiren çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bu ihtiyaçların, oluşturulan komisyonlarla giderileceği düşünmek baştan savma anlayışıdır.

i) Yaratıcı düşünebilmek

Yapılacaklar, yaratıcı ve yenilikçi bir anlayışa sahip olmayı gerektirmektedir. Bu tür anlayış ve birikime sahip olmayan yönetimler ancak, kendilerini günlük işlerle boğuşmakta bulurlar.

Yaratıcı düşünmenin birinci koşulu, özgür düşünmek, alışılagelen kalıpların dışına çıkabilmektir. Barolar kendilerini mevcut hapsedilmiş anlayıştan kurtarmalı, ufkun ötesini görebilen bir bakış açısına sahip olmalıdırlar.

Her baro, diğer barolarla temas yanında, başka ülke avukatlarının sahip oldukları olanakları öğrenerek gördüklerini aşan bir görev anlayışıyla çalışmalıdır.

Özetle, baroları yönetmede yeni bir paradigmaya gereksinim duyulduğu çok açık değil mi?

Av. Dr. Başar YALTI | Tüm Yazıları
Hits: 3854