MEHMETÇİK SURİYE'DE NE İÇİN SAVAŞACAK?
Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşımızda verdiği “hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” Başkomutanlık direktifi, çağının ötesinde çağdaş ve yepyeni bir savunma kavramını ortaya koymuştur. Bu konsept günümüzde sadece ulusal değil bütün dünyada da geçerliliğini korumaktadır. Bunun Türk Dış politikasına yansıması ise yine Atatürk’ün veciz sözlerinde ifadesini bulan “Yurtta sulh Cihanda sulh” ilkesidir.
Cumhuriyetin temel kurumları özellikle Dışişleri ve Ordu bu ilke ile kavramsal bir bütünlük içinde yapılandırılmıştır. Bu yapıda seçilen hedeflerin Ulusal güç ile elde edilebilirliği ilkesi her zaman ve her aşamada dikkate alınmıştır. Bunun sonucu olarak Ulusal güç, öncelikle halkın refahı ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için kullanılmaya çalışılmıştır. Ordumuz ise, Misak-ı Milli içindeki vatan topraklarının savunulmasını esas alan bir doktrinle harbe hazırlanmıştır. Bu konseptin başarısının en somut kanıtı; hala dimdik ayakta kalabilmiş Cumhuriyetimiz, emekliyor olsa da demokrasimiz ve toprak bütünlüğümüzdür.
Her alanda ve her fırsatta Atatürk’ün isminin silindiği günümüzde ise maalesef durum kaygı vericidir. Ulusal Kurtuluş Savaşımıza yön veren Başkomutanlık direktifinin, Türkiye’nin yükselen yumuşak gücüne de yön vermesi veya en azından diplomasiye ilham kaynağı olması gerekirken; Dışişleri Bakanlığının resmi sayfasında yer alan
“ Hattı diplomasi yoktur, sathı diplomasi vardır, o satıh bütün dünyadır”[1] sözlerinin Başkomutanlık direktifi ile şekli benzerlikten öteye geçmediği açıktır.
Üstelik dış politikamıza yön veren yeni veciz konsept(!), “Yurtta sulh Cihanda sulh” ilkesinin terk edildiğini ve taban tabana zıt bir yaklaşımla “Stratejik derinliğin” ulaştığı coğrafyalarda yeni hedeflere yelken açıldığını göstermektedir. “Stratejik Derinlik” kavramını literatürümüze sokan Bakanımıza ve bölgesinde yükselişi göz karmaştıran(!) Türkiye’ye doğal olarak böylesine yüksek hedefler yaraşır diyebilirsiniz. Yaraşır da; yüksek hedeflere ancak yaratıcı stratejiler ve bunu destekleyecek ulusal güç ile ulaşılabilir.
Çünkü öncelikle topyekûn ulusal gücün, yeni ulusal hedeflerin elde edilebilirliği ilkesine göre geliştirilmesi ve yapısal değişimin de bunun üzerine oturtulması gerekir. Değil mi ki; açık denizlere çıkıyorsanız uygun deniz araçlarının seçimi olmazsa olmazdır. Eğer yeni bir konsept ile dış politikada yepyeni stratejik hedeflerle ortaya çıkıyorsanız; ulusal gücünüzün ve özellikle askeri gücünüzün de yeni hedeflerinize göre yapılandırılması elzemdir.
Ancak dış politikada son yıllarda ortaya konan politikalar söylemden öteye geçememiştir. Üstelik Vatan Savunmasına göre eğitilen ve teşkilatlanmış bir Ordu ile bölgesel ve hatta küresel yeni stratejik hedeflere bayrak açılmıştır. Ortaya konan bu yüksek hedefler(!) hem komşularımızın hem de bölgesel rakiplerin Türkiye’ye karşı gard almalarına neden olmuş, en azından güvenlerini sarsmıştır.
İsrail ile bir savaş ilan etmediğimiz kaldığı gibi, Temmuz ayında Moskova’da “Stratejik Ortak” ilan ettiğimiz Rusya da komşumuz İran da Füzelerini Türkiye’ye yönelttiklerini artık saklama gereği dahi duymamaktadırlar. Bunun en somut ve pervazsız örneğini ise Suriye politikalarında görmekteyiz. Dünya kamuoyunca Arap Baharının devamı ve Suriye’deki yansımaları olarak görülen çatışmalarda artık bırakın Türkiye’nin sorunun taraflarından biri olmasını, Suriye ile savaş kapımıza dayandı. Maalesef “Stratejik Derinlik” diye diye Suriye ile Türkiye arasındaki bütün köprüler atılmak üzere ve gün geçtikçe kriz adeta bilinçli olarak tırmandırılmaktadır.
Bu noktada Halkına karşı her türlü zulmü reva gören Esad’a ne söylesek dinlemez. Ama Mehmetçiği Suriye’de savaşa sokmaya çalışanlara söyleyeceklerimiz var. Karar vericiler öncelikle silâhaltındaki gençlerimizin “Gönüllü Askerler”
[2] değil “Vatan Savunması” için “Yükümlü Askerler” olduklarını hiç bir şekilde akıllarından çıkarmamalıdırlar. Çünkü kanun koyucu, Mehmetçiğin askerlik yükümlülüğünü TSK İç Hizmet Kanununun 2nci maddesinde açık bir şekilde belirlemiştir. Buna göre Askerlik; “Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak Mükellefiyeti”dir.
Atatürk’ün “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir.” sözleri de kanunla sınırları çizilen Mehmetçiğin yükümlülüklerinin veciz bir ifadesidir. Bu yükümlülük Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana dış politikada takip edilen “Yurtta sulh Cihanda sulh” ilkesinin de bir gereğidir. Bu nedenle vatan topraklarına Suriye'den saldırı olmadıkça silâhaltındaki gençlerin Suriye topraklarında savaşa sokulması ve sonu belirsiz bir maceraya sürülmesi hem siyasi ve hem de hukuki tartışmaları beraberinde getirecektir.
O halde Suriye’de savaşa soyunanlar, hangi ordu ile savaşa gireceksiniz? Bu Ordu hiçbir dönemde “Saldırgan” olmamıştır ve meşru müdafaa dışında kullanılması söz konusu değildir. Çünkü gençlerimiz “Vatan Savunması” için silâhaltına alınmıştır. Silâhaltındaki yükümlü gençlerimizin “Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça “ savaşa sürülmesi bir cinayet olacaktır.
İşte bugünler, “Stratejik derinlik” adına da olsa bir daha derin derin düşünüp, Mehmetçik Suriye’de ne için savaşacak? sorgulayıp, öyle karar verme zamanıdır. Hele hele Mehmetçik tarihin hiçbir döneminde ne emperyalizmin ne de politikacıların “Egolarının” maşası olmuştur.
Bunu unutanları ne tarih ne de yüce Ulusumuz affeder...
Ali ER
[2] Askeri literatürde “Gönüllü Asker” deyimi profesyonel askerler için kullanılır.
Hits: 3138