Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın sonunun geldiği artık kesin. Belli olmayan tek nokta, bitiş süresinin uzunluğu ve bir de Esad’ın, çatışmada silah elde ölmekle, yumuşak inişi kabullenip, bir yere sığınmak şıkları arasında hangisine karar vereceği.
Bu arada her şey, herkesin gözü önünde öylesine aşikâr oynanıyor ki!..
Eski masallar, yinelenmiş yalanlar ısıtılıp ısıtılıp yeniden önümüze sürülüyor.
Şimdi de Esad’ın kimyasal silahları çıktı ortaya yeniden.
Ya bu silahlar, Hizbullah’ın eline geçerse maazallah ne olur?
Onun için, iş oraya varmadan müdahale etmek en iyisi.
Bir yandan İsrail, bir yandan da ABD “böyle bir olasılığı ortadan kaldırmak için (!)” müdahale hazırlığı içindeler.
Peki de kim söylüyor, Suriye’de kimyasal silahlar olduğunu?
CIA, Suriye’nin kimyasal ve biyolojik silahları olduğunda ısrarlı.
İnsan ister istemez, 2002 yılını düşünüyor.
O zaman da CIA Irak’ın kitle imha silahları ve kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğunu ileri sürmüştü.
Gerçi, ABD’nin BM’deki eski temsilcileri bile bunları yalanlamışlardı, ama ne gam!
Bu bahane ile Irak’a müdahale edildi. İngiliz Başbakanı Tony Blaire de aynı bahaneyi Washigton’ın yanında savaşa katılmak için kullandı, sonra da yalan söylediğini itiraf zorunda kaldı.
***
Şimdi bütün bunları anımsadıktan sonra, CIA’nın Suriye’deki kimyasal silahlar savlarına inanmak güçleşiyor, ama “Merkezi Haber Alma Teşkilatı”nın argümanları hazır. O zamanlar, Irak’ta kimyasal ve biyolojik silahların bulunmamasının nedeni, müdahaleden az önce Saddam’ın bunları kaçırarak Suriye’ye göndermiş olmasıdır. İşte bugün Suriye’de bulunduğundan söz edilen silahlar o silahlardır.
“Bile bile lades”e razıysanız, bu anlatılanlara neden inanmayasınız ki?
Hem biraz daha üstelerseniz, kurtların verecekleri yanıt hazırdır:
- Arkadaş biz kuzuyu yemeye karar verdik, uzatma artık!
Bu arada, dünkü Milliyet’teki köşesinde, Kadri Gürsel dikkatlerden kaçan bir hususun altını çiziyordu:
“Varlığı başlı başına yeterli ve tarihsel olan çöküş göstergesi bizim medyanın neredeyse görmezden geldiği bir gelişmedir: Suriye’nin Kürt şehirlerinde Kürtlerin kontrolü ele geçirmeleri” diyor Kadri Gürsel.
Suriye’de 3 milyonu yakın olduğu tahmin edilen Kürtlerin içinde bulundukları yerlerde yönetimi ele geçirenlerin, 12 Temmuz’da Erbil’de Barzani’nin gözetiminde birlikte hareket etme kararını dünyaya duyuran Yüksek Kürt Konseyi olduğunu belirtiyor yazar.
***
Böylelikle Kuzey Irak’taki Kürt oluşumundan sonra, Suriye’nin Kürt sınırında da yeni bir Kürt oluşumu daha yaşama geçmiştir.
Esad sonrası Suriye’nin çok etnili ve çok inanç gruplu kaotik yapısı içinde Kürtlerin taleplerinin en azından, o da şimdilik, bir otonomi olacağında herkes hemfikir.
Esad sonrası Suriyesi’nin etnik gruplar ve mezhepler çatışmasına sahne olacak kaotik bir ülke olacağını ve bu durumun da Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmayacağı çok söylendi yazıldı.
Türkiye bu tür gelişmelere çanak tutma yerine, onları elden geldiğince önleyecek bir politika izlemeliydi.
Bunlar anlatılmaya çalışıldı, ama başarılamadı.
Buna karşılık Erdoğan – Davutoğlu politikası, hem kaotik bir Suriye’ye hem de içinde güçlü bir Kürt oluşumuna yol açacak ne varsa yapmaktan geri durmadı.
Pek yakında Suriye’de gelişecek olayların, Türkiye’yi de etkilemesi kaçınılmazdır.
Ayrıca artık Türkiye’nin Kürt sorununun çözümündeki dış etkenlere önemli yeni bir faktör daha eklenmiş olmaktadır.
Bu sonucun alınmasına politikalarıyla katkıda bulunmuş olan Erdoğan – Davutoğlu ekibine ve onların koşulsuz destekçilerine, emperyalizmin koca bir “aferin” göndereceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.
(Cumhuriyet)